KARIŞIK

31 Ocak 2016 Pazar

Terzi Baba..erzincan

Terzi Baba..erzincan



Anadolu’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi Muhammed Vehbî’dir. Hayyât Vehbî diye meşhûrdur. 1195 (m. 1780) senesinde doğdu. Osmanlı Müellifleri, Sefînet-ül-evliyâ, Esmâ-ül-müellifîn adlı eserlerde Erzurum’da, diğer ba’zı eserlerde ise, Erzincan’da doğduğu yazıldır. 1264 (m. 1847) senesinde Erzincan’da vefât etti. Dergâhının olduğu yere defnedildi. Bugün burası Terzi Baba mezârlığı diye anılmakta, mezârlığın ortasında türbesi bulunmaktadır.

Terzi Baba temel din bilgilerini tahsîl ettikten sonra, anne ve babasının isteği üzerine, bir san’at sahibi olmak için terzilik öğrenmeğe başladı. Terzi Baba diye meşhûr olması buradan gelmektedir. Dünyâya hiç rağbeti yoktu. Âhırete meyli çok fazla idi. Mesleği ile meşgûl olurken, ibâdeti terk etmez, nefsinin arzu ve isteklerini yapmama husûsunda a’zamî gayret gösterirdi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin (r.aleyh) halîfelerinden Erzincanlı Şeyh Abdullah Mekkî Efendi ile görüştü ve ona talebe oldu. Bundan sonra Terzi Baba’nın ma’nevî mertebesi günden güne ilerledi. Nefsle mücâdele ve riyâzette çok ileri derecelere ulaştı. Abdullah Mekkî Efendi, ona icâzet verdi. Abdullah Mekkî Efendi ile tanışmaları şöyle oldu: Terzi Baba, hem dikiş diker hem de dili ve kalbi ile Allahü teâlâyı anardı. Dükkânında dikiş dikerken, her iğneyi kumaşa geçirip çıkarışta dili ve kalbi ile Allahü teâlânın ism-i şerîfini söylerdi. Halîm selîm, mütevâzî bir zât idi. Kimsenin hâlini bilmesini istemezdi. Fakirleri çok sever ve bu sevgisini açıkça belli ederdi.

Birgün Erzincan’a seyyah fakirlerden birisi geldi. Üzerindeki palto çok eski olduğu gibi, ele alınmayacak kadar kirli idi. Bu zât paltosunu diktirmek için şehirdeki terzileri tek tek gezdi. Fakat müracaat ettiği bütün terziler onun elbisesini dikmek değil, el sürmekten bile çekindiler. Terziler o fakir zâta alay yollu; “Şurada Terzi Baba var. Ona götür, o diker” dediler. Zavallı fakir zât, Terzi Baba’yı buldu, istediğini anlattı. Terzi Baba’dan, red yerine hüsn-ü kabûl gördü. Terzi Baba ona; “Paltonu bırak, inşâallah yarına hazırlarım” dedi. Terzi Baba paltoyu alıp, güzelce yıkadı, kuruttu ve dikti. “Ertesi gün o fakire elbisesini teslim etti. Bütün bu yaptıklarının karşılığında ücret dahî almadı. O fakir zât paltosunu temizlenmiş, dikilmiş görünce çok memnun oldu. Terzi Baba’ya nazar edip, Allahü teâlânın sevdiklerinin sohbetine kavuşması için kalben duâ etti. Bu günlerde Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretleri, halîfelerinden Abdullah Mekkî Efendi’yi Anadolu’ya göndermişti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzurum’a uğramış, sonra Erzincan taraflarına yönelmişti. Erzincan’a yaklaşınca, yanındaki arkadaşlarına; “Mevlânâ Hâlid’in (rahmetullahi aleyh) bize ta’rîf eylediği memleket, Allah bilir ya burasıdır. Burada bir zâtın bizde emâneti vardır” demişti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzincan’ı şereflendirince, insanlar akın akın ziyâretine geldiler. Gelenler arasında Terzi Baba da vardı. Abdullah Mekkî Efendi, ilk defa gördüğü Terzi Baba içeri girince ayağa kalktı. Da’vet edip yanında yer verdi. Hiç kimseye yapmadığı iltifâtı Terzi Baba’ya yaptı. “Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretlerinden bizde bir emânet var. O emânete seni müstehak gördüm. Bu emânet sana çok menfaatler sağlar. Kabûl edersen sana teslim edeyim” dedi. Terzi Baba da; “Siz bilirsiniz efendim, maddî menfaatse; dünyâ için Allah demem” cevâbını verdi. Abdullah Mekkî Efendi bu cevâbı alınca; “Oğlum, sen bulacağını buldun. Teslîm edeceğim emânet seni dünyâ sevgisinden kurtarmaktan başka birşey değildi” buyurarak, Terzi Baba’ya himmetle nazar edip, emâneti tevdî etti. Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin yolunda terbiye edip, kemâle ermesine vesile oldu. Terzi Baba’ya hilâfet verip, Allahü teâlânın kullarına, Allahü teâlânın dînini öğretmek ve ma’rifetullaha kavuşturmak vazîfelerini verdi. Bunun üzerine, Terzi Baba’nın hâli derhal değişti. Ma’nevî feyzler deryasına daldı. Bu hâdiselerden sonra, Terzi Baba’nın yüksek derecesi halk arasında duyulup, yayıldı. Herkes istifâde etmek için ona geldi. Zamanla Terzi Baba’ya bağlanan talebelerin sayısı günden güne arttı. Bu hâli çekemeyen kimseler, onun hakkında dedikodu etmeye başladılar. “Ümmî bir câhilin başına bu kadar insan toplanmış” diyorlardı. Hattâ ilimden biraz nasîbi olanlar da, bu gibi sözleri söylemeye başlamıştı. Bunun üzerine beldenin müftîsi, Terzi Baba’yı imtihan için da’vet etti. Maksadı ise, Terzi Baba sorulan suâllere cevap veremeyince, cehâletini anlayıp, insanları irşâd da’vâsından vazgeçmesini te’min etmek idi. Terzi Baba, müftî efendinin da’vetini kabûl edip gitti. Orada büyük bir ilim meclisinin toplanmış olduğunu gördü. Müftî efendiye kendisini niçin da’vet ettiğini sorduğunda, müftî efendi ona; “Biz seni imtihan için da’vet ettik. Hakkınızda birçok dedikodu yapılıyor. Buna son vermek lâzım geldi. Biz size ba’zı suâller soracağız. Siz de cevap vereceksiniz” dedi. Sonra Sıfat-ı sübûtiyyenin kaç tane olduğunu ve daha başka suâlleri sordu. Terzi Baba büyük bir hakîkati ortaya çıkarmak için; “Allahü teâlânın, bu şehirde yaşayanlara göre yedi, diğer beldelere göre sekiz tane sıfat-ı subûtiyyesi vardır. Bu beldeye göre Allahü teâlânın Subûti sıfatları şunlardır: ilim, Semi’, Basar, irâde, Hayât, Kelâm ve Tekvin. Bu şehre göre Allahü teâlânın Kudret sıfatı yoktur. Çünkü bu şehir insanları Allahü teâlânın Kudret sıfatını inkar etmektedirler. Eğer bu şehrin insanları Allahü teâlânın Kudret sıfatına inansalardı, Allahü teâlâ bir ümmî kulunda, insanlara doğru yolu gösterme kabiliyetini yaratmaya kadirdir, derlerdi” cevâbını verir vermez, orada bulunanlar, Terzi Baba’nın ilm-i ledünnîye sahip, kâmil bir zât olduğuna kanâat getirip, hemen ellerine kapanarak af dilediler. Ona gereken ikram ve hürmeti gösterdiler. 

Terzi Baba’nın yetiştirdiği talebeler arasında en meşhûrları; Hâfız Rüşdü Efendi, Hacı Mustafa Fehmi, Leblebici Baba’dır. Terzi Baba, ilâhî aşk ile dolu adetâ ikinci bir Yûnus Emre’dir. Tasavvufun hakîkatlerine dâir, “Miftâh-ül-kenz” isminde manzûm eseri çok meşhûrdur. Terzi Baba hakkında yazılan “Şevkistan” adlı eserde kerâmet ve hâlleri uzun anlatılmaktadır.

Miftâh-ül-kenz adlı eserden ba’zı bölümler:

Fakat her aşılan var bir beyânı,
Ki gücü yettikçe söyler ânı.

Kimi manzûm, kimi mensûr buyurdu,
içinin sırrını halka duyurdu.

Kimi söyler Arabca hem maksadın,
Kimi Fâris kimi Türkçe kelâmın.

Bu bende iktidarım yok Arabca,
Lisân-ı Türkî ile dedim acabce.

Zelîllerden hakîrim halk içinde,
Kalîllerden ekallem (azım) dehr içinde.

Bu âsî, âsîlikte yok benzerim,
Za’îf bîçarelikte yok rakibim.

Ne ilmim var, Şeri’den edem sözler,
Ne zühdüm var, tarikda edem fiiller.

Hakîkatte hâlim yok yola gidem,
Bu âsî de düşündüm, ben de nidem.

İlâhî taklidimiz eyle tahkîk,
Ki zira senden olur kula tevfîk.

Nedir tevfîki Allahın kuluna,
Hidâyet etmesidir hak yoluna.

Eğer Allah kılarsa ger inâyet,
Verir kullarına türlü hidâyet.

***

Yine hayyât-ı Vehbî gel beyân et,
Kulun düşmanlarını sen ayan et.

Ona göre edelim buğd-ı fillah,
Dahî kime edelim hubb-i fillah.

Bu insanın ulu düşmanı dörttür,
Ona kim ki karşı olsa merttür.

Halas oldunsa bu dört şeyden ey can,
Vücûdunda olursun gizli sultân.

Düşmanımzdır diye buyurdu Allah,
Size düşman bilin bunları her gâh.

Biri nefis, biri şeytandır onun,
Kötü yâran, birisi dünyâ onun.

Büyük düşmandır emmâre nefsin,
Muhalif ol, îrişe ona kahrin.

Sözün tutma çalış ki ola teskin,
Ya katl edip bulasın sen de temkin.

Bu şeytana idem dersen adavet,
Çalış, zikr et dahî hem istikâmet.

Kötü yârene olma hiç mukârin,
Düşmanlık edecektir sana yârın.

İyilerle konuş dâim yakın ol,
Pak edip kalbini dâim selîm ol.

Selîm olup eğer kâmil olursan,
Nice yüzbin kötüyle konuşursan.

Zarar vermez bu kâmile konuşmak,
Nasihat edip kötüyü yola almak.

Düşmandır cümleye bu hubb-i dünyâ,
Nice âdemler eder ömrün ifna.

Bu dünyâya Hüdâ da etti hışmı,
Onu sever mi kimse olsa fehmi?

Eğer kullukta dâim olsa birkes,
Ona hadim olur dünyâ ve herkes.

Verir dünyâ meşakkat kim severse,
Onu cem’ etmeğe kim çalışırsa.

Hadîsinde buyurdu Fahr-i âlem,
Haber verdi onu Eshâb-ı ekrem.

Sinek kanadına değeydi dünyâ,
İçirmezdi suyu küffâre Mevlâ.

İki aç kurt girerse eğer sürüye,
Kırar cümlesini koymaz geriye.

Bunlardan çoktur dîne zarârı,
Bu dünyâ makamın sevmek bil ânı.

Hadîs-i kudsîde buyurdu Mevlâ;
“İki sevgi birikmez kalbde asla.”
İkisi cem’ olup durmazlar asla,
Onlardır hubb-i dünyâ, hubbi-Mevlâ.

Nitekim su ile ateş yığılmaz,
ikisi bir çanakta cem’ olunmaz.

İlâhî cümlemizi eyle gufrân,
Hayırlı mal verip sen eyle ihsân.

Dahî kalbimiz pak et sivâdan,
Halâs et cümlemiz şirk-ü riyadan.

İbâdette bizi sen eyle kâim,
Muhabbet edelim zâtına dâim.

Îmân

Hidâyettir bize îmân ezelden,
Onu hıfzeyleye Allah kederden.

Ne noksan olur îmân ne ziyâde,
Edip ikrâr-ı tasdik altı şeyde.

Ve lâkin var za’îfiyle kavisi,
Olur tasdîka göre her birisi.

Eğer tasdik olursa kalbde her ân,
Kavî olur onun îmânı ey can.

Dahî doğru söyler dilde kelâmın,
Ona kim sorsa söyler ol meramın.

Yalan ile îmân cem’ olmaz asla,
Birikmez ikisi bir kalbde kellâ.

Hidâyettir kuluna evvel îmân,
Onun hıfz olmasına eyle idman.

Dahî çok ver salât ve selâmı,
Habîbi üstüne olsun müdâmı.

Mezhepler

Kim etti müctehidler ictihâdı,
Tashîh etti kamusu i’tikâdı.

Bizim bu i’tikâdda bildiğimiz,
Ebu Mansûr’dur ser mezhebimiz.

İmâm-ı a’zam oldu hem amelde,
Başta gelen imamlardan ilimde.

Bu ikisidir ser (baş) mezhebimiz,
Amelde i’tikâdda uyduğumuz.

Bu dört mezheblerin cümlesi haktır,
İmâm-ı a’zamın ki hem ehaktır.

Birisi Şafiî birisi Mâlik,
Biri de İbn-i Hanbel idi. sâlik.

Eğer mümkün olursa sen amel et,
Azîmettir bu dördüyle dahî git.

Ki mümkün olmayan yerlerde bil hak,
Amel kıl mezhebinle sen muhakkak.

Filân mezheb hatâ, demek hatâdır.
Ki zîrâ cümlesi Haktan atâdır.

Velâkin var ise ba’zı hatâsı,
Yine de af eder bil Hüdâsı.

Hatâ etse yine olur sevâbı,
Bize lâzım değil onun hesabı.

Hakîkatte bilinmez Hak muradı,
Murâdullaha ittik i’tikâdı.

Dört Büyük Halîfe

Risâlet onda çün buldu nihâyet,
işit kimdir eden evvel hilâfet.

Ebû Bekr oldu evvelce halîfe,
Kim ona intikâl etti vazîfe.

Nebilerden sonra odur en faziletli,
Bütün eshâbın hem odur üstünü.

Habîbullah ona buyurdu Sıddîk,
Resûlün kal’ini ederdi tasdik.

Kapısı olmuş idi, şehr-i sıdkın,
Ona lütfu erişmiş idi Hakkın.

Ki dâim ak ederdi yol içinde,
Habîbin yân idi gar içinde.

Malını etti infâk hak yolunda,
Ki birşey komadı asla yanında.

Onu medh eyledi Kur’ân’da Mevlâ,
Onun için olmuştu şânı a’lâ.

Kim ondan sonra eyledi hilâfet,
Edipdir hazreti Ömer adâlet.

Adâletten bu âlem olmuş idi,
Adâlet kapısı bu olmuş idi.

Habîbullah ona Fârûk buyurdu,
Ki zîrâ hakkı bâtıldan ayırdı.

Lisânından çıkardı çok me’ânî,
Okuttu aşikâre hem ezanı.

Ferasetten söylerdi ol kelâmı,
Dahî ifşa ederdi ol selâmı.

Üçüncüde halîfe oldu Osman,
Haya ederdi ondan ins ile can.

Atâ kıldı iki kez ona Hazret,
iki kızını ona kıldı inâyet.

Denildi ona “Zinnûreyn” lakabda,
Haya kapısı olmuştu vera’da.

Halîfe oldu ardınca Ali hem,
Kim odur Allah arslanı velî hem.

Ona kılmıştı Allah çok inâyet,
Yed’inde buldu âlem bunca nusret.

Verip kudret kılıcın ona Allah,
Kızı Fâtımâ’yı da verdi ol Şâh.

Ona bildirdi bu ilmin usûlün,
Kapu olup beyân etti fusûlün.

Bunlara ta’zim etmek bize elzem,
Ki herbirin merâtibince bil hem.

Ebû Bekr’i, Ömer, Osman, Ali’dir,
Bunları kim sevmezse şakidir.

Bunlardır cümle Eshâb içre efdâl,
Nebiler zümresinden sonra ekmel.

Bunlardır gerçek sırların hazînesi,
Bunlardan zâhir oldu çok incelik.

“Bunlardır çâriyâri ol Habîbin,
Bunlar sâdıklarıdır ol Tabibin.

Edip ta’zim muhabbetle nazar kıl,
Bunların haklarından sen hazer kıl.

Hüdâ âşıklarına dil uzatma,
Sakın onlarda ayıp gözetme.

Bu âşıklar geçerler mâsivâdan,
Bu kevni kaldırıp cümle aradan.

Unuturlar kamu bildiklerini,
Ki bilmezler murâd ettiklerini.

Bunlar bakmadılar hergiz murada,
Ki yanmıştır bunlarda hem irâde.

Edip teslim umurların Hüdâ’ya,
Nazar etmediler hiç gayrıya.

Kudret Sıfatı

Gel ey Vehbî yine söyle beyân et,
Cevâhir kenzini dahî ayan et.

İşin bitmez beyân et gel oturma,
Sıfat-ı kudreti de söyle durma.

Bu kudretten haber vergil me’ânî,
Götür cânân elinden armağanı.

Eğer Allah kılarsa ger inâyet,
Bu âsî söyliyem verirse kudret.

Bu kudretten neler zâhir oliser,
Bu kullara neler ihsân oliser.

Verip bir zerre nûru kudretinden,
Bu mahlûka atadır hikmetinden.

Tecellî olur hâsıl bu kuvvet,
Vücûda geldi ondan bunca kudret.

Bu mahlûku yarattı kudretinden,
Verip bunca ni’metler merhametinden.

Kemâl-i kudretine engel olmaz,
Hüdâ hiçbir işinde âciz olmaz.

O’nundur cümle mahlûkât temâmet,
Olur varlığına cümle alâmet.

Bu âlemler nizâmıyla delâlet,
Eder birliğine dâim şehâdet.

Bidayette O’nun hiç evveli yok,
Nihâyette O’nun hiç âhiri yok.

Hüdâ zâhirdürür bâtın olana,
Fenâfillah olup zâtın bulana.

Dahî bâtındürür kim olsa zâhir,
Vücûdundan çıkıp olmazsa tâhir.

Cümle işlere kâdirdürür Hak,
O’nun emriyle oldu cümle mutlak.

Bu kudretten tecellî etse Allah,
Verirse eğer kula bir zerre nâgâh.

Geçip kendinden ol fânî olurdu,
Tükenip kuvveti hem yıkılırdı.

Giderdi kendisinden cümle kuvvet,
Hareket etmeğe kalmazdı kuvvet.

Geçerdi mâsivâdan cümle tahkîk,
Ger Allah verirse ona tevfîk.

Çekip nûrun geri kılsa inâyet,
Ziyasından bulurdu nice kuvvet.

Bu kuvvetle eder mürşidler irşâd,
Bu kudretten olubdur cümle dil-şâd.

Bu mahlûka verip bir zerre kudret,
Zuhur etti onlarda bunca hikmet.

Kimisi oldu âlim kimi câhil,
Kimisi oldu agâh kimi gâfil.

Kimisi âkil oldu kimi ahmak,
Kimisi sâlih oldu kimi efsâk.

Kimi mü’min kimi kâfir olur,
Kimi zâlim kimi mazlûm olur.

Kiminin rızkını bol verdi Rezzâk,
Kimisini fakir halk etti Hallâk.

Kimi derviş olup gezerdi seyyah,
Kimi Arab, kimisi dahî fellâh.

Kimi gâfil olup dünyâyı sevdi,
Kimi âbid olup ukbâyı sevdi.

Kimi zâkir olup severdi Mevlâ,
Olupdur şanları gayede a’lâ.

Bu mahlûkda nice hikmetleri var,
Sakın evsâne olup etme inkâr.

Suâl olmaz Hüdânın hikmetinden,
Kime dilerse verir kudretinden.

Eğer bir zerre denlû olsa hayvan,
Ona kudret verip eylerse ihsân.

Bu mahlûkı onunla korkutur Ol,
Kim ondan kudretin izhâr eder Ol.

Sakın bir kimseye hor bakma zinhar,
Hüdânın kudretini etme inkâr.

Hüdâ kâdir diye ikrâr edersin,
Onun bunun işine karışırsın.

Hüdâ âşıkları dahi eylemezler,
Kulun ayıbını dâim gözlemezler.

Ararsan aybı eğer, nefsinde ara,
Deme bir kimseye, şu kul âvâre.

Eğer sen has kul oldunsa duâ et,
Anın has olmasına sen rica et.

Rican geçmezse gel Hakka yorulma,
Onun bunun üzerine kurulma.

Ki zîrâ herkesin bir hasleti var,
Hüdâ indinde makbûl bir işi var.

Velâkin sâilin var bir suâli,
Nedir bu emr-i ma’rûf söyle hâli?

Dahî bu nehy-i münkeri nidelim,
Bunları cümle biz, terk mi edelim?

Cevâbın da işit bu âsilerden,
Diyelim biz kelâmı safilerden.

Eğer Şah verse oğlun bir kuluna,
Bunu hıfz et ki terbiye oluna.

O kula lâzım olan bunda nedir?
O’na ta’zimle dâim terbiyedir.

Eğer tenbîh ederse dahî ol Şah,
Onu tekdir edüp çaldır her gah.

Yine lâzımdır kim ede hürmet,
Onu terbiyesinde ede minnet.

Bu temsil üzere eğer oldunsa âmil,
Olursun sen tarîkde dahî kâmil.

Hüdânın kullarına ta’zim eyle,
Gücün yettikçe Hakkı tefhim eyle.

Bu kullara mülayim söyle nush et,
Kabûlünü Hüdâdan sen rica et.

Kulun sa’yı Hüdânın tevfîki ile,
Sözün te’sîr eder bu ikisi ile.

Kelâmında buyurdu yüce Allah,
Hitâb etti Habîbine kim ol Şâh.

“Habîbim sevdiğine sen hidâyet,
Edemezsin eğer olmazsa inâyet.

Velâkin dilediğin, Hak teâlâ,
Hidâyetler kıluben eder âlâ.”

Bu kullar sarf ederlerse irâde,
Hidâyet buluben erer murada.

Geri avdet edelim bahsimize,
Bu kudretten diyelim yine size.

Hüdâ herşeye kadirdir deyince,
Kemâl-i kudretin ikrâr edince.

Zuhur etse eğer bir kulda hâli,
Birine cüz’ice verse kemâli.

Gece gündüz O’nu inkâr ederiz,
O’nun dâim hilâfına gideriz.

Hüdâ kadir ki bir ednâ kulunu,
Edip ihsân, açık ede yolunu.

Onu cezb eyleye fazlından Allah,
Dahî bâtında sultan ede ol Şâh.

Ledünnî ilmini ede inâyet,
Onun ilmine olmaya nihâyet.

Verip Kur’ân ile hadîse ma’nâ,
Murâdullah ne ise ola esna.

Tecellî eyleye Sem’inden Allah,
İşittire kelâmın ona her gah.

Basîrinden vere kula basar hem,
Cemâlini göstere ona dahî hem.

İrâdetten vere ona irâde,
İnâyetle erişe her murada.

Ona kudret verip hem ede imdâd,
Nice yüzbin kulun ettire irşâd.

Kemâli kudretinden etse izhâr,
O’nu lâyık mı biz edek inkâr.

O câhildir ilimsiz bu iş olmaz,
İzin yoktur izinsiz mürşid olmaz.

Hüdâ ârifleri câhil olur mu?
Hak irşâd eylese izin alır mı?

Hüdânın kudretin evvelce ikrâr,
Edelim dahî tasdîk cümle yekbâr.

Eğer bir kulda izhâr etse olmaz,
Olur amma velâkin şunda olmaz.

Bunu böyle eğer der ise bir kul,
Olur mu kudret de îmânı makbûl?

Gel imdi cümlemiz insaf edelim,
Kime Hak verse tasdîk eyleyelim.

Velâkin sâilin var bir suâli,
Eder kim gösterüpdür hâli?

Hüdânın âdeti olmuş mu câri,
Kim ede mürşidi, ol Zât-ı Bari.

O’nun şimdi cevâbına kulak ver,
Bu âsi ol suâle ne cevap der.

Hüdânın nice yüzbin hikmeti var,
Kimin etti, kiminde ede izhâr.

Diyelim mi kim izhâr etse hikmet?
Bu olmaz câri olmamışdır âdet.

Nicesin etti mürşid gar içinde,
Nicesin dahî kuyular içinde.

Hüdânın hikmeti çoktur cihanda,
Nice yüzbinin izhâr eder onda.

Edip teslim Hüdânın hikmetini,
Gözet herkesde Hakkın kudretini.

Sakın deme şu câhildir, şu hordur,
Şu bilmez, şu işitmez, şu da kördür.

Ki her kimi görürsen sen Hızır bil,
Gözetle her geceyi sen Kadîr bil.

Nice yüzbin cihan ol dese olur,
Kamûsına dahî ol yeri bulur.

Geri yok ol dese cümlesine Hak,
Fenâ olup Hüdâ kalırdı ancak.

Gözetle dâima Hakkın muradın,
Muradında bulursun sen muradın.

Habîbine salât ile selâmın,
Oku kim sen şefaat ede yârın.

İlim

Gel ey Vehbî ilim nedir beyân et,
Murâd nedir ilimden sen ayan et.

İlimden çok kelâmlar söylemişler,
Ki her biri şekerler çiğnemişler.

Bu âsî de diyem bir nebze bende,
Şekerler çiğneyelüm biz bu fende.

Sığındım Halika dedim ki; ey Şah!
Günâhım af edip sen eyle agâh!

Lügatte pes ilm bilmeğe dirler,
Gerek kesbi gerek Vehbî’ye dirler.

İlim ikidürür dir ehl-i batın,
Birisi ilm-i zâhir, biri batın.

İkisi birbirinedür muvafık,
Onu tatbik eder her kim ki ayık.

Duâ Bahsi

Kabûl etsin Hudâ dirsen duâmı,
Duâda it salât ile selâmı.

Duânın pes kabûlüne sebepdir,
Salât itmek duâda pek edebdir.

Velâkin şüpheli lokmada sûz var,
Bu âsî söyleyem ki anda ne var.

Buyurdular “Eğer bir kul taamdan,
Yese bir lokma şüpheli taamdan.
Ânın kırk gün kabûl olmaz duâsı”,
Velâkin söyleyip şaşırtma nâsı.
Ki zîrâ kanı şimdi bu zamanda,
Helal az kaldı şimdi bu cihanda.

Buna ne diyelim şimdi işitgil,
Meğerki idelim cüz’îce te’vîl.

Ânın te’vîlidir Allahü âlem,
İhâfedir bu kulları dahî hem.

Eğer ma’nâ hakîkat olsa idi,
Duâ şimdi kabûl hiç olmaz idi.

Velâkin Hak kelâmında buyurdu,
Duâmıza icabetin duyurdu.

Veya nefsinde geçmezse duâsı,
Geçer kardeşi hakkında recâsı.

Duâdan ön helâllaşmak gerekir,
Duâ makbûlüne bu da sebepdir.

Kamuya âhıret hakkın helâl et,
Ki ehlullah yoluna sen dahî git.

Birine bin verir Allah sevâbı,
Verir fazlından anla sen cevâbı.

Ki zîrâ âhıret hakları çoktur,
Hukuku olmayanlar şimdi yoktur.

Helâl edince mercûdur Hüdâdan,
Kâmûsun afv ede Allah atâdan.

Ki zîrâ güçdürür kul hakkı gayet,
Kıyâmette oluser çok adavet.

Kaçar, kişi o günde kardeşinden,
Dahî ana ile hem yoldaşından.

Kaçar, baba ile hem zevcesinden,
Kamu ahbâbiyle hem de ibin’den.

Ki bir dank yerine hem alırlar,
Nice yüzbin sevâb ana verirler.

Alurlar altı yüz rek’at sevâbın,
Verir dank yerine bil cevâbın.

Bu dank altıda birdir dirhemde,
Ki zîrâ yok nihâyet hiç keremde.

Bunlardan da eşeddür hakk-ı küffâr,
Kamumuz hıfz ide ol zât-ı Gaffar.

Eşeddür dahî hayvan hakla sen bil,
Eziyyet etmeden ana hazer kıl.

Çalış burda iken et hasmı irzâ,
inâyetten meğer afv ede Mevlâ.

Helâllaşmak anınçün oldu elzem,
Duânın pes kabûlüne sebep hem.

Eğer Hak râzı olsa bir kulundan,
Eder hasmın ırza hem fazlından.

Teveccüh kıl Hüdâya cân-ü dilden,
Habîbini şefi’ kıl sen gönülden.


1) Sefînet-ül-evliyâ cild-2, sh. 183

2) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 50

3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 643

4) Miftâh-ül-kenz, 1325

5) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1092, 1117

Ciğer Dede – ( Balçova )

Ciğer Dede – ( Balçova )

İzmir ili, Balçova ilçesi, Balçova ilköğretim okulunun arka bahçesindedir.
Yatırı önceleri eski Üçkuyular- Balçova yolu üzerindeydi. Çok ziyaret edilen bu yatır 1970'lerde yol yapım çalışmaları sırasında bulunduğu yerden alınarak Balçova merkezdeki ilköğretim binasının yanındaki yeni yerine taşınır. Günümüzde burada kırık bir mezar taşı ile sarıklı bir mezar taşı yanyana bulunmaktadır.Kimliği hakkında kesin bilgi yoktur.
Ciğer Dede 

30 Ocak 2016 Cumartesi

Emir Erdoğmuş Türbesi

Emir Erdoğmuş Türbesi 
Diğer kümbet ve türbeler

Seyyid Burhaneddin Mezarlığı içerisinde ve Seyyid Burhaneddin Türbesi’nin hemen güneyinde ve bitişik inşa edilmiştir. Bu türbeye Tatarhaniler Türbesi de denilmektedir. Seyyid Burhaneddin Türbesi’nin içinden de geçilen Emir Erdoğmuş Türbesi’nin giriş kapısının üzerindeki kitabesinde; “Burası Emir Erdoğmuş’un şehitliğidir H. 749 (1348)” yazılıdır.
Bu kitabeden öğrenildiğine göre türbe, XIV. yüzyılın ortasında yapılmış olup, büyük olasılıkla da Eretnaoğulları zamanında yapılmıştır. Emir Erdoğmuş’un da Aleaddin Eretna’nın emirlerinden biri olduğu sanılmaktadır.
Türbe kesme taştan, kare planlıdır. Üzeri yuvarlak bir kasnağın taşıdığı kubbe ile örtülüdür. Giriş kapısı sivri kemerli bir niş içerisinde yuvarlak kemerli olup, bezeme elemanı bulunmamaktadır.

YUNANİSTAN DİMETOKA’DA DEVELİ DEDE


Yazdır
Müslüman Türklerin Develi’deki  ilk tarihi zenginlikleri Selçuklular dönemine rastlar.Bugün Dev Ali, Seyit Şerif,  Hızır İlyas  Türbeleri  ile Siva Sitti Hatun Camii (1282)  ve Hz.Ali’nin atı “Düldül’ün kaya üzerindeki Hz.Ali’nin atı “Düldül’ün ayak izi bugün ayakta kalan  somut kültür hazinelerimizdir.
1071’lerde bu bölgeye gelip yerleşen Develi Obası Oğuz Boylarının Üçok kolunun Kınık boyundan olup, Deniz Han'ın soyundandır.Hiç bir belgeye dayanmayan fakat “Develi” ile özdeşleştirilen “Dev Ali “ arasındaki ilişki bize göre en önemli tarihi bir hatadır. Neden? Çünkü “Develi “24 Oğuz boyları”ndan Kınık boyuna mensup bir obadır.Dev Ali ise türbesinin okunabilen kitabesi:  “Besmele, Kelime-i tevhid v’ el  kabrü’l  methale es-seyyidi es- Seyyid… Ali el merhum…”şeklindedir ve tarih yoktur veya silinmiştir.Ancak isim olarak Seyitler seyidi Ali olarak anılmaktadır.Kaldı ki bu okunuş bile kitabenin çok silik olması dolayısıyla tam olmadığını da belirtelim.
Hele bir de Dev Ali’nin Selçuklu Sultanı Melikşah’ın oğlu gibi gösteren şecere düzenlemelerinden artık vazgeçilmelidir.Bu resmen Türk tarihinin tahrifidir ve büyük bir vebaldir.Hele bu bilgiler doğru mudur, demeden bir bilgi analizinden geçirilmeden doğru bir bilgi kabullenip üzerine balıklama atlayıp yazılarına malzeme yapanlar da taşıyıcı olarak daha büyük bir vebal altındadırlar.Geçmişini aramak çok güzeldir ama biraz da kaynak eserleri okuyarak doğru bilgilenmek de kalem sahiplerinin üzerine düşen en büyük görev değil midir ?
Bu konuda haftalar öncesi, aynı sütunda “Bazı hataları düzeltmek” başlığıyla bir yazı yazmış ve yanlış bilgilerde ısrarcı olmanın Türk tarihine haksızlık yapılması noktasında yanlışlıklarını belirtmiştik Umulur ki bu  bilgi kirliliğinden vaz geçilir!
Geçen günlerde Yunanistan’daki develi Rumları üzerinde internette gezinirken, Dimetoka’da bir Bektaşi babası dikkatimi çekti: Develi Dede
Kimdir bu Develi Dede?
Elimde alevi-bektaşi dünyamız üzerinde bir hayli temel kaynak olmasına rağmen, hayatı hakkında bir  bilgi edinemedik.
Bu konuda elde ettiğimiz bilgiler şunlardır ki bu bilgileri  Yunanistan'da Selânik'de  bulunan Makedonya Enstitüsii’ ndeki bilgilerden çıkardık.Bu konuda arşivimizdeki bilgiler ile Makedonya Enstitüsü’nden elde ettiğimiz bilgileri harmanladığımızda şu bilgiler demetini sunmak mümkün olacaktır.
Daha önce de belirtmiştik. Develi üç  büyük sürgünle karşılaşmıştır. Bunlardan birinci Kadı Burhaneddin (XIV.Asır sonları), ikincisi ise 1474'de Develi yöresini Osmanlı topraklarına katan Şehzâde Mustafa ve Gedik Ahmet Paşa zamanında.Bunlardan üçüncüsü de 1915 yılındaki Everekli Ermenilerin tehciridir.
Bu sürgünlerin sosyolojik sonuçları üzerinde bugüne kadar, yöremizle ilgili  bir kalem oynatılmamıştır.Bu da bilgi  eksikliğine sebep olmaktadır.
Ancak çok iyi biliyoruz ki ilk iki sürgün sonucu Anadolu'nun bazı yerlerinde on bir adet Develi adlarıyla köylerin bulunması bu zorunlu göçlerin neticesidir. Bu bakımdan ilk dönemlerine dair Develi hakkında bilgiler dikkatli takip edilmelidir. Sadece Anadolu içerisine değil,bir kısmı da Rumeli’ye göçürülmüştür.
İşte Develi Dede de çok muhtemeldir ki bu sürgün sebebiyle buraya göçürülen Develilerden biridir.
Bu tezimizi kuvvetlendirecek bir bilgi kırıntısı da şöyledir. Dimetoka  kayıtları üzerine yapılan bir çalışmada şu bilgiler yer almaktadır:An-karye-i mezbûr Develi bin Hâce 'Ali ve Durduhan bin Muhammed ve 'Ali bin Nebî adları geçmektedir.Anlamı şudur:Adı geçen köyde Hoca Ali oğlu Develi, Muhammed oğlu Durduhan ve Nebi oğlu Ali.
Bizim Dev Ali, türbesindeki kitabeye bakarsak “seyyidler seyidi” olarak anılmaktadır. Bir yönüyle O Develi Obası’nın reisi, kitabesinde de belirtildiği gibi aynı zamanda bir de dini liderdir. Kolonizatör Türk dervişlerini hatırlayalım. Hoca Ahmet Yesevi öğretilerinden nasiplenmiş ve Anadolu’yu Müslümanlaştırmak için bir misyon almış bu alp-erenlerin Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük rolleri olmuştur.Öyle görülüyor ki bizim Dev Ali de bu görevi yüklenmiş ve eski adı Gabadonya olan bu bölgenin hem obanın adı olan Develi adının verilmesi ve hem de bölgesinin Müslümanlaşmasında önemli rol oynamış bir alp-erendir.
Rumeli bölgesine Develilerin göçüsü Fatih zamanında olmalıdır ki bu da tarihi bir hakikattir. Zira Kadı Burhanettin zamanında Türkler Rumeli’ye geçememişlerdi. Bu itibarla  dediğimiz gibi bu göçüş Anadolu’dan göçürülen Türkler buralara yerleştirilmişlerdir.
İşte ele aldığımız Develi Baba tahminimize göre Develi’den buraya yerleştirilen Türklerdendir.Nitekim  bizce Develili olmasını kanıtlayan bir nokta da Dev Ali şuurunu bütün yönleriyle kabul etmesi  ve ad olarak almasıdır.Acaba babasının adı Ali olmasın?Zira değişik mezar taşlarında Ali, Muhammed,Ebubekir,İsmail ve Nebi adları Develi tarihinin erken dönemlerinde sıkça rastlanan isimlerdir.
Bu bölgede Yeniçerilerin Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’yi pir olarak kabul ettikleri düşünülürse Bektaşilik bu bölgede erken dönemde yerleşmiş bir düşünce sistemidir.
Trakya da bulunan tüm Ehli Beyt’e bağlı ocakların kökenleri hala sınırlarımız dışında Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Makedonya, Romanya, ve Bulgaristan  da bulunmaktadır.
İşte Develi Baba da bu bölgelerdeki Bektaşi ocakları etkisiyle Bektaşi olmuş ve Dedegan kolunda ilerleyerek dede olmuştur.
Bektaşilik sisteminin düşünce sistemi Hünkar Hacı Bektaş-i Veli’dir ama bu düşünce sistemini esaslı kurallara bağlayan Balım Sultan (?-1518)dır.
Ama Dimetoka bölgesi Bektaşileri çok önceden olmalıdır.Nitekim Rumeli ve Trakya bölgesi bektaşiliği şöyle özetlenir:Balım sultan evveli Bektaşi erkanı uygulayan Trakya’da ki Ehl-i Beyt tarikatları şunlardır:
1.Seyyid Ali Sultan erkanı uygulayan Kızıl Deli Bektaşileri
2.Seyyid Ali Sultan erkanı uygulayan evladiye kolu olan Ali Koç Baba Bektaşileri.
3.Otman Baba’ya bağlı olan Bektaşiler Babailer olarak bilinmektedirler. Hasköy ve Deliorman bölgesinden gelenler. musahipli ve müsahipsiz olarak bilinirler.
Öyle zannediyorum ki Develi Baba da bu ocaklardan Seyyid Ali Sultan erkanı uygulayan evladiye kolu olan Ali Koç Baba Bektaşilerindendir.
Bu köy ve civarları 1826 yılında 2. Mahmut’un Bektaşiliği yasaklaması sonrası bu civar tekkelerinin zorla Rufai ve Halveti tarikatlarına girdirildiğini orada bizzat araştırma yapan Kenan Oflaz tespit etmiştir
Sultan 2.Mahmut Bektaşi Ocaklarını kapattığı sırada Dimetoka’da şu dedeler ve zaviyeleri vardı:Develi Dede yanında Abdal Dede,Ahi Dede,Çakmak Dede,Demir Dede, Hasan Dede, Karagöz Dede, ,Nasuh Dede, Timurtaş Dede, Yağmur Dede;
Demirhan Baba, Mürsel Baba, Şahin Sufi Sultan, Şeyh Dede Sultan, Şeyh Sultan Baba,Timur Baba, manevi liderler olarak görev yapıyorlardı.
Görüldüğü gibi Develi insanlarından tarihe intikal eden şahsiyetler üzerinde durulurken bu göçlerin sonuçlarını ve yetişen bu insanlarımızın hayatlarını arşiv kayıtlarına bakarak çıkarmak da bir sorumluluktur diye düşünüyorum. Sakın bazıları “Bektaşi imiş diyerek, müstehzi bir hal almasınlar. Unutmayalım bunlar tarihi bir gerçektir.Develi Dede’nin yaşadığı dönemde Havadan Köyü’ndeki Ağaç Erili Şeyh İbrahim ve Sindelhöyük’ teki Nebi Sultan da birer Bektaşi dedeleridir. Bunların hepsi de bizim insanlarımızdır ve bu toprakları bize emanet eden mana erleridir.
Çağdaş Develi Gazetesi; 23.02.2012

Kabak Şeyh'in Türbesi

 Kabak Şeyh

    

 Kabaklı Köyü'nde Kabak Şeyh'in Türbesi..


Türbe, Kayseri ili Develi ilçesi, Kabaklı köyü’ndedir.
 Türbede yatmakta olan 4 kişiden birisi Kabah Şıh'dır ,
.Kimin ve ne zaman yaptırdığı bilinmeyen türbe yığma taş duvarla 
örülü ve üzeri açıktır .Etrafında da çamlar vardır.

SEYYİD-İ ŞERİF-ÜL RUFAİ

eyyid-i Şerif



SEYYİD-İ ŞERİF-ÜL
RUFAİ (………-H-675) 


    Selçuklular dönemindeki ilim merkezlerinden biri haline gelen Develi de gönül sultanlarından biri de Şeyh-ül abdal Seyyid-i şerif-ül Rufai hazretleridir. Hayatı boyunca ilim ve irfan dersleri vermiş ve sevenlerine irşad vazifesini tebliğ etmiştir.
   
    H-675 yılında vefat edince Yukarı develi de adına bir türbe yapılarak defnedilir. Daha sonra aynı türbe içerisine Dev Ali’nin torunu Emir Ali de defnedilir.Türbe içerisinde her ikisinin adına da kitabeler bulunmaktadır.

    Seyyid-i şerif adına yazılı kitabede ;
”Bu meşhedi,Allah akıbetini hayreyleyesi naciz kul Şeyh Mehmet Allah kabrini nurlandırasıca Zahid Şeyh Seyyid-i şerif için kendi eliyle yaptı H-675", diye yazmaktadır.
    Rufai şeyhi Seyyid-i şerif adına yapılan türbe ortasındaki sandukanın başucunda ise;
“Allah Hazel meşhedül Şeyhi Ekber Şeyhül Abdal Seyyid-i şerif-ül Rufai neverallahu kabre H-675", yazılmaktadır.
    Dev Ali’nin torunu için ise "Hazel kabre Emir İbn-i Emir Ali" yazılıdır.

    Seyyid-i şerif türbesinin vakıflar bölge müdürlüğü tarafından 2005 yılında restorasyonu yapılmıştır.


      

   

DEV ALİ TÜRBESİ

DEV ALİ TÜRBESİ
 




        Sekizgen planlı, dıştan pramit çatı, içten kubbeye örtülü yalın bir yapıdır. Kubbede geçiş tromplarla sağlanmaktadır. Türbeye batıdan küçük bir kapı ile girilmektedir. Önceleri çevresinde konutlar varken, yıktırılmış çevresi boşaltılmıştır. Taşları söküldüğünden yıkık durumdadır.

HIZIR İLYAS TÜRBESİ..kayseri

HIZIR İLYAS TÜRBESİ
 
       
 İlçenin güneyindeki tepededir. Kesme taştan kare planlı bir yapıdadır. Türbeye kuzeyindeki geometrik bordürlü küçük mermer kapıdan girilir. Taçkapının sağında dörtgen çerçeveli bir niş yer alır. Mihrap, geometrik ve bitkisel motiflerle bezelidir. Kubbede sarı ve altaş dizileriyle güzel bir görünüm sağlamıştır. Seyyid-i Şerif Türbesi ile aynı tarihlerde yapıldığı sanılmaktadır.

EBCE SULTAN TÜRBESİ

EBCE SULTAN TÜRBESİ
 
        Develi'nin 15 km. güneydoğusunda Ebce Köyünde türbe ve mescidi ile bir bütündür. Kapıları ağaçtan olan mescit dikdörtgen planlıdır. Türbe kapısı dar ve küçüktür. Türbe içi üç büyük pencere ile aydınlanmakta olup ağaçtan oyulmuş sanduka, mezar odasının üstünde sembolik olarak durmakta üzerinde ise kubbe ile örtülüdür. Selçuklu yapısıdır ve 1317 yılında bulunan yazı ile tamir edilmiştir.

Hasan Dede Türbesi


Hasan Dede Türbesi

Hasan Dede Camisi’nin batı duvarı bitişiğinde yan yana duran iki türbedir. Bu türbelerin camiye bitişik ve büyük olanında Şeyh Hasan Dede diğerinde ise evlatları Mustafa, Halil İbrahim ve Ümmühan’ın sandukaları bulunur. Kesme taş duvarlı ve sekiz köşe duvar üzerine oturtulmuş kubbeden oluşur. Camiinin hemen önünde yeşillikler içinde bir şadırvan bulunmaktadır. Güllerle süslenmiş bahçenin içinde ise Hasan Dede torunlarının mezarları bulunmaktadır. Türbenin girişinde bulunan onarım yazıtı Hicrî 1312(1894) tarihlidir. Hasan Dede Camii Kanuni Süleyman zamanında Mimar Sinan’a Hasan Dede tarafından yaptırılmıştır
Caminin kasabaya bakan giriş kapısının yanında duvarda Hacerü’l- esved’in parçasıdır denilerek el sürülen ve öpülen Mekke taşı bulunur. 15x25 santim boyutunda olan bu taş rengi ve parlaklığıyla diğer taşlardan ayırt edilir. Ayrıca bir Alman mühendis tarafından pirinç çerçeve içine de alınmıştır. Bu taşın gelişine dair çeşitli efsaneler vardır. Bunlardan en yaygın versiyonu şöyledir:
Hasan Dede Kasabasının eşraflarından Ömer Ağa Hacca gitmeden önce Hasan Dedeye uğrar. Hasan Dede evinde inşaat olduğu için Hacca gidemeyeceğini söyler ancak Mekke Şerifine verilmek üzere bir çıkın verir. Ömer Ağa yolda iken Hasan Dedenin vermiş olduğu çıkını merak eder ve içine bakar. Çıkını açtığında iki karpuz çekirdeği ve bir kömür parçası görür. Bunun üzerine Mekke’ye ulaştığında çıkını Mekke Şerifine vermeyi istemez. Ancak Hac borçlarını yerine getirdikten sonra dönüş hazırlığına giriştiği vakit Mekke Şerifi dellel çıkartarak Rum diyarından bir emanetinin olduğunu söyletir. Bunun üzerine Ömer Ağa Mekke Şerifinin huzuruna çıkar ve çıkını açar. Yere dökülen karpuz çekirdekleri birer büyük karpuza, kömür parçası ise kara koyuna dönüşür. Bunun üzerine Mekke Şerifi de Hasan Dede’ye verilmek üzere bir emanet verir. Dönüş yolunda çıkını merak eden Ömer Ağa çıkını açtığında çıkın içinde bulunan taş güvercin olur ve camii inşaatında bir türlü taş tutmayan bir oyuğa gelerek yerleşir ve tekrar taş kesilir.

şiirler

Seni seven aşıkların
Gözü yaşı dinmez imiş
Seni maksut edinenler
Dünya, ahret anmaz imiş
Gönlün sana verenlerin
Eli sana erenlerin
Gözü seni görenlerin
Davranları dönmez imiş.
Ölmez imiş aşık canı
Hiç çürümez imiş teni
Aşk her kimi kıldı fani
Ana zeval vermez imiş.
Aşkına düşen canların
Yoluna baş verenlerin
Aşka bülbül olanların
Kimse dilin bilmez imiş.
Aşkın ile bilişenler
Senin ile buluşanlar.
Sen Maşuka erişenler
Ezel edeb olmaz imiş.
“EŞREFOĞLU RUMİ” senin
Yansın aşk uğruna canın
Aşk uğruna yanmayanın
Kalbi safi olmaz imiş.


 

Bizdedir 

Eşrefoğlu al haberi,
Bahçe bizim gül bizdedir.
Bizde Mevlanın kuluyuz,
Yetmiş iki dil bizdedir..
Erlikmidir eri yormak,
Irak yoldan haber sormak.
Cennetdeki ol dört ırmak,
Coşkun akan sel bizdedir..
 
Adem vardır cismi semiz,
Aptest alır olmaz temiz,
Halkı dahl-eylemek nemiz.
Bircümle vebal bizdedir.
Arı vardır uçup gezer,
Teni tenden seçip gezer.
Canan bizden kaçıp gezer.
Arı biziz bal bizdedir..
Kimi sofu kimi hacı
Cümlemiz hakka duacı
Resulü Ekremin tacı
Aba, hırka, şal bizdedir..
Biz erenler gerçeğiyiz.
Has bahçenin çiçeğiz.
Hacı Bektaş köçeğiyiz
Eden, Erkan, yol bizdedir.
Kuldur Hasan Dedem kuldur.
Manayı söyleyen dildir
Elif hakka doğru yoldur
Cim arasan dal bizdedir..

 

Gönlüme

Acep neden benim zarı figanım
Gül yüzlü cananım düştü gönlüme
Leylü nehar sevdasında gezdiğim
Derdimin tabibi düştü gönlüme
Dosttan cüda düştüm nic olur halim
Acep vis’aline erermi elim
Lalürenk kırmızı konca misalim
Sümbülü, reyhanım düştü gönlüme.
Aşıka naz eden bakışın nazlım
Gülüstana girmiş bülbül avazlım
Mestane bakışlım o ela gözlüm
Kaşları kemanım düştü gönlüme.
“HASAN DEDEM” her an doğup dolunan
Cemalin görünce aklımı alan
Her sabah her seher çıkıp salınan
Selvi hürümanım düştü gönlüme..

 

Efendim

Böyle adet olmuş bu yol ezelden,
Har düşer domurcuk güle efendim.
Haberin var ise ilmü ezelden,
Mevladan maksudun dile efendim.
Ey gönül aldanma bu cihan fani
Önünü fikriyle, sonunu tanı
Kişinin ettiği kalırmu yani
Herkes ettiğini bulur efendim.
Bel bağlama zemanenin dostuna
At umurun mukadderin üstüne
Nereye uzatsa gelir destine
Hak nazar ederse kula efendim.
Gel imdi eyleyem sana bir takrir
Yok olamaz,
ne ise o olur takdir
İster isen eyle, bin türlü tebdir
Nasip yoksa ele, girmez efendim.
Alimler ilmine aşıklar varis
Kah arabi söyler, kahi’de faris
“HASAN DEDEM” derki imanım dürüs
vermezler rızgımı ele efendim..

 

Kaderim Benim

Bir zaman anama erlik eyledim
Bir zaman hıfzetti pederim benim
Bir zaman babama avretlik ettim
Bir zaman taşıdı Maderim benim.
Mevlam izin verdi doğdum anadan
Arif olan fehmeyleyor manadan
Vücudumuz gelip geçti fenadan
Aşkdan başka yoktur didarım benim
Piyadeyim şimdi yoktur kardeşim
Sırrım verip sır alacak sırdaşım
Her nereye gitsem, size yoldaşım
Yanımdan ayrılmaz kaderim benim.
Kimi işi işarette, kimi mihnette,
Kimi Ruşendedir, kimi zulmette,
“HASAN DEDEM” kusurum yok gayrette
Bu kadarca imiş kaderim benim..

 

Gönül

Ey sevgilim hayalinde gezerim,
Ne amel işledin dünyada gönül.
Rüzgarın muhalif esti sezerim,
Gemin baştan kara deryada gönül..
Ne bir ahbabımız nede yaran var,
Lokman gibi ne yaremi saran var,
Dert gönderip dermanını veren var,
Gitme başka yere imdada gönül.
Aşıkların işi cilvedir nazdır,
Söyle bu cevabını kamile sezdir,
Böyle ağlamanın gölmesi tezdir,
Niçin döştün ahu feryada gönül.
Bakmazmısın şu feleğin fendine,
Düşürüptür tuzağına bendine,
Kamilin kemali yeter kendine,
Ne hacet arifi işrada gönül.
Tarikden çıkarmı hiç asil dida,
Kendine malumdur kıldığım nida,
“HASAN DEDEM” derki takdiri hüda,
Ya niçin karıştın inada gönül..

 

Gelmiştir

Gönül melul olma eyleme ahı,
Aşıka ayrılık uya gelmiştir.
Dinle nasiyatım huyların şahı,
Herdem ağlayanlar güle gelmiştir..
Bir gün arzularsın konca gülleri,
Bülbül aşk elinden çeker halleri,
Eser badi seba seher yelleri,
Sevdiğim zülfünü yola gelmiştir.
Her seher vaktinde zar eder bülbül,
Gülünü metheder dilince bülbül,
Lale, menekşe, karanfil, sümbül,
Cümlesi bu hale uyagelmiştir.
Ey sevdiğim canım yoluna feda,
Affeyle günahım ey bari hüda,
“HASAN DEDM” daim eyleyip dua,
Aşk ile serini veregelmiştim.

 

Gerek

Efendim cihanda iptida kula,
Tanrı tarafından hidayet gerek.
Hidayete eren Mevlasını bula,
Hulüsu kalbile itikat gerek.
İtikatı tam eyle bulasın iman,
Hamdolsun Nebimiz hem ahir zaman,
Ahlakını düzelt tutasın daman,
Daima yedekde şeriat gerek.
Şeriat sahibi vahidi mutlak,
Hiç mahrum olurmu kimki diye hak,
Cihana aldanma sen behey ahmak,
Mümin olanlara tarikat gerek.
Marifeti olmayan naşidir naşi,
Dünyada ahretde fenadır işi,
“HASAN DEDEM” farkeyle şeş ile beşi,
Her zaman kalbine hakikat gerek.

 

Bizimdir

Hak Muhammed Ali Haydarı Kerrar
Çok şükür dest ile deman bizdedir
Onsekiz bin alem bir ulu Cebbar
Ela gözlü kaşlar, keman bizimdir.
Medet mürvet yaradan gani
Ser kurban yoluna koymuşan canı
Halillullah İsmailin Bürhanı
Arafata inen kurban bizimdir.
Arzum kaldı erenlerin merdinde
Şehitlerin Şühedanın virdinde
Ali imran dört kitabın dördünde
Destiğirim sahip zamanı bizimdir.
Ahseni takvimde yazımız yazar
Gönül seyahatta cihanı gezer
Beni Mecnun etti bir hüsnü güzel
Ona mürüvvetle aman bizimdir
Gönül arzeyliyor Didari dari
Kerbela bekçisi gül yüzlü yari
Nuru nefes iman Aliden beri
Hakka doğru giden kervan bizimdir
“DELİ BORAN” derman ister Aliden
HASAN DEDEM Hacı Bektaş Veliden
Demanım Haydardır galübeliden
Sürelim bu demi devran bizimdir.

 

Bulunmaz

Kadir Allah ne acayip kulun var,
Aşığım diyenin hali bulunmaz.
Öğünür meydanda Talibim deyu,
Bir hayır amelde eli bulunmaz.
Meydana gelince beli best dersin,
Helal haram kazandığım has dersin,
Haktan haberim yok cennet istersin,
Pirsiz bu cennetin yolu bulunmaz..
Tazeden kesildim akçayım dersin,
Güzeller elinde bohçayım dersin,
Dört duvarı mamur bahçeyim dersin,
Meyvası yenecek dalı bulunmaz..
Kime sorsam Hakkın, yariyim diyor,
Lokmanım yareni, sorayim diyor,
Her çiçek toplayan arıyım diyor,
Boş kalmış kovanı balı bulunmaz..
“DERVİŞ ALİM” Hakkın binasın yıkma,
Kulda kusur çoktur, kusura bakma,
Ali ismi çoktur hep delip takma,Benim aradığım Ali bulunmaz..

 

Gör

Akça kuğum sen mi geldin göllere
Arif ol kendini bildirmeyi gör.
Avcının dilinde güllerin namı
Sakın ol tellerin yoldurmayı gör.
Sinemin başını yareli gördüm
Bir dost yareledi birde sen vurdun
Eşindenmi ayrıldın ya nerden geldin
Derdini dertsize bildirmeyi gör.
Derdin var isede bilene bildir
Güle har düşürmek bir müşkül haldir
Kızılırmak dosta bir doğru yoldur
Karış ummanlara gel durmayı gör.
İptida Muhammed Deveyi boyla
İn koyun babayı ziyaret eyle
Bildir ahvalini halini söyle
Gerçeğin nefesin öldürmeyi gör.
Der “BUDALAM” böyle imiş yazılar
Sinesinde yarası olan sızılar
Aşık olan maşukunu arzular
Terk edip adeti kaldırmayı gör.

 

Şen kuğu

Şol Denek dağının baharı yazı
Ötüşüp geliyor turnası kazı
Ne yaman ağlattı şu edna bizi
Biz ağlatır kendi güler şen kuğu
Konacağım yerde ekin bitirsin
Gideceğin belin karı sökülsün
Akça kuğum sende akıl yüküsün
Irakkaya giden beyler vardı mı
Edna beyim kimler konsun yurduna
Dayanılmaz ateşine virdine
Hasan Dedem yardım eyle derdime
Irakkaya giden beyler vardı mı.
Budalam’da bu fermanı yazınca
Gayip erenleri atıyor kanca
Ayrılığı dersen ağıdan anca
Ayrılığa dayanamam şen kuğu.

 

Ola

Gaziler Hasan Dedemin
Meydanı döşeli m- ola
Meleşir gelir kuzusu
Koyunu koşalı m- ola.
Aşağı ovada bağı
Elinde sancağı tuğu
Söylesinde Denek dağı
Mor menevseli mi ola.
Kevserinden suyun içer
Odasına konan göçer
Kurban kesip ekmek saçar
Göynü çar köseli m- ola
Aptalının Dervişinin
Gitmez coşu cümbüşünün
Konusunun komşusunun
Beyli paşalı m- ola
Talip olan eşik bekler.
Eşikte hak vardır Haklar
Hüseynim der bu emekler
Varır Hakka ulaşır mı ola

 

Dedemin

Keskin illerinde Denek Dağında
Mekanım gördüm Hasan Dedemin
Tekkesi türbesi Hazır yanında
Kandilleri yanar Hasan Dedemin
Kalkar senin Dervişlerin boşanır
Tekkeni, türbeni gören Ruşenir
Şah Otman Babadan kuşak kuşanır
Tacı ordan gelir Hasan Dedemin
Hüseynim iraktan gördü zar etti
Erişip kırkların semahın tuttu
Doksan bir kelam bildi hatm-etti
Dört kitaptan ilmi Hasan Dedemin

 

Hasan Dede

Medet mürüvvet kapına geldim
Muradım, maksudum ver Hasan Dede
Ulu dergahına yüzümü sürdüm
Evladı Rusülsun nur Hasan Dede.
Ziyaretim bu üç oldu köyüne
İkrar ile, imanım var soyuna
Yüzsüre gelmişim haki payine
Yareme merhemin sür Hasan Dede
Dillerde söylenir şöhretin şanın
Bir Veliyullahsın boldur ihsanın
Belli mucizatın çoktur nişanın
Tarihlerde ismin var Hasan Dede
Horasandan sökün ettin Uruma
Yalvarırım Hacı Bektaş pirime
Kul beşerdir bakma günahlarıma
Kalma kusurlara nur Hasan Dede
“VEYSELİ” söyleten senin himmetin
On sekiz bin alem ediyor metin
Sevenlerden esirgeme Rahmetin
İmamlar aşkına ver Hasan Dede

 

Hasan Dede

Kainatı Hatmeylemiş
Ehli haldir Hasan Dede.
Erenlerin Kovanında
Olmuş baldır Hasan Dede.
Gülleri var bahçesinde
Bülbür öter hak sesinde
Kevser akar nefesinde.
Sönmez aşktır Hasan Dede.
Hü çekerek Hakka ermiş
Uzağ yakında görmüş
Canı cananına vermiş
Bir Sultandır Hasan Dede.
Fanilikle güreşmiştir
Ölmezliğe ulaşmıştır.
Aşık sehrini dolaşmıştır
Başa tacdır Hasan Dede.
Muhammed, Ali izinde
Hakkı söyler her sözünde
Fakir “RIZANIN” özünde
Piru paktır Hasan Dede.

 

Kendini bil

Senin ilacın sende olduğu halde, bilmiyorsun. İlletinde yine sende olduğu halde görmüyorsun. Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, halbuki büyük alem sende saklıdır bilmiyorsun..
Sen öyle apacık bir kitapsınki, gizli olan şeyler o kitabın harfleriyle meydana çıkar, okunur.
Sen vücutsun senin harice ihtiyacın yok. Sende mevcut olan şeyler kitaba gelmez. Kainat kitabında yazılı olan şeylerin hepisi senden çıkmıştır.

 

 





Değildir

Dervişlik hırkada, tacda değildir
Hararet nardadır sacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüsde, Mekkede, Hacda değildir.
Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma
Gerçek erenlerin sözünden çıkma
Eğer insan isen ölmessin korkma
Aşığı kurt yemez ucda değildir.
Hacı Bektaşı Veli.

 

Seni

Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü
Bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurem
Bana seni gerek seni
Aşkın aşıklar öldürür
Aşk denize daldırır
Tecelli ile doldurur
Bana seni gerek seni
Aşkın şarabında içem
Mecnun olup dağa düşem
Sensin dünü gün endişem
Bana seni gerek seni
Sultanım başım tacısın
Aşıkların muhtacısın
Benim canım miracısın
Bana seni gerek seni
Sofilere sohbet gerek
Ahilere ahret gerek
Mecnunlara leyla gerek
Bana seni gerek seni
Eğer beni öldürseler
Külum göğe savursalar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni
Cennet cennet dedikleri
Bir kaç köşkle bir kaç huri
İsteyene ver sen anı
Bana seni gerek seni
“YUNUS” durur benim adım
Gün geçtikçe artar odum
İki cihanda marsudum
Bana seni gerek seni.

 

Aşk olsun

Vücudum şehrini seyran eyledim
Didar ile muhabbete aşk olsun.
Heman bir nesnede kaldı nazarım
Didar ile muhabbete aşk olsun
Aşkın cüş eyledi geçtim serimden
Gün beğun artıyor aşkım nurundan
Hayır gülbenk aldım gani pirimden
Didar ile muhabbete aşk olsun.
Kudret kandilinden attı taneyi
İndi levh üzerine kurdu binayı
Cümbüşe getiren çarhı fenayı
Didar ile muhabbete aşk olsun.
Fil yükün yükleme karınca çekmez
Türlü reyhan çoktur gül gibi kokmaz
Dünya malın verse bize gerekmez
Didar ile muhabbete aşk olsun.
Hakla olur aşıkların her işi
Hakir görme bunda fakir dervişi
Pirim “HATAYİ”dir cümlenin başı
Didar ile muhabbete aşk olsun.

 

Olursa

Temennaya geldim erenler size
Temenna edeyim destur olursa
Mürvet kapıların bağlama bize
İçeri gireyim destur olursa
Pirim deyu divanına geçeyim
Destinizden abu hayat içeyim
İzniniz olursa ağzım açayım
Bir mana söyleyim destur olursa
Talip günahlardır pir meydanında
Zülfikar   oynuyor durmaz kınında
Rehberin önünde er duvanında
Kemerbest olayım destur olursa
Rehbere bağlıdır Talibin başı
Durmadan akıyor didemin yaşı
Arafat dağında ismail koçu
Erkana düşeyim destur olursa
“PİR SULTAN APTALIM” der güzel sahım
Günahlıyım arşa akıyor ahım
Pire kurban olsun bu tatlı canını
Tercüman olayım destur olursa. 


Nasihat

Sana bir nasihatım var,
Gel yanıma hele kardeş,
Uzakta arayıp gezme,
Gitme elden, ele kardeş..
Yarar isen dosta yara,
Bulasın derdine çare,
Her suyun gecidin ara,
Gitmeyesin sele kardeş..
Dinle okunan fermanı,
Bulasın derde dermanı,
Terse savurma harmanı,
Tane gider yele kardeş..
Harama sunma elini,
Kötüden sakın belini,
Bazen hıfzeyle dilini,
Dilden gelir bela kardeş..
Bu bendimiz Bektaşiye,
Sırrını açma naşiye,
Uyma hal bilmez kişiye,
Taş getirir yola kardeş..
İman eyle kıraate,
Düşmiyesin siyasete,
Karga isen necasete,
Arı isen bala kardeş..
“KATİBİM” geldim cihane,
Çok şükür olsun süphane,
Halin arzeyle Sultane,
Minnet etme kula kardeş..

 

Tarihi bir vesika

Katip Çelebi’nin Cihannüma adlı eserinin 644 üncü safyfasında Hicri 1145 de Hasan Dede Köyü hakkında şunlar yazılıdır.
“Çukurcak Engürü’den bir merhale Şarkda Kasabasız bir kazadır Alma dağı bunun yaylağıdır. Bir ruh’u bülend ve hoş abu yaylakları ve çam ve ardıç ve sair esnaf, escara müstemil bir meşhur dağdır. Yörükan Ankara’da Livai Ankara’da sakin Yörükane müteallik bir kazadır. Kadıları şehirden şehire gezip maslahatların görür. Mahsus yeri yoktur. Haymana Alma dağı zeylinde çukurcak bunun şimalinde Engürü’nün nahyesi ve havassı hümayundandır. Kurası mamur ve halkı mizyaf ve müsafir dostlardır. Bir ucu ta Turgut eline ulaşır. Ve bu nahyede bir germabei Hüdayi vardır ki balçıgına marazlı girip şifa bulur. Bu nahye halkı ekser atlar ve develer beslerler ki alası bunda bulunur” denmektedir.
Ayrıca Ekim ve Eylül 1954 tarihli 236, 237 sayılı Türk Yurdu Mecmuasında Enver Behnan Şapolyo “Ankara Beydili Aşireti ve Şair Hasan Dede başlıkları altında Hasan Dede ve Hasan Dede Köyü ile ilgili tetkiklerini neşretmiş ve birinci Kanun 1937 tarihli 58 sayılı ÜLKÜ dergisinde de Naci Kum XVII” Asır Halk şairlerinden Budala hakkında notlar başlığı altındaki incelemesinde Hasan Dede’ye mühim yer vermiştir.
Kahramanlığı, Cengaverliği ve Aşıklığı ile gönülleri fethetmiş bulunan atların ve develerin en alasını bulunduran Hasan Dede hakkında daha bir çok eserlerde kayıtlar mevcuttur. Biz bunlardan birini buraya aldık.

Zevkim, neş’em varlığım,
Ahdim ile ikrarımdır.
Her işimde, öz nefsime,
Hakim olan vicdanımdır.