KARIŞIK

11 Ocak 2016 Pazartesi

Geyikli Baba











Geyikli Baba

Orhan Gâzi devri Osmanlı evliyâsından. Âzerbaycan'ın Hoy şehrinde doğdu.
1275-1350 (H.674-750) yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir.
Bağdâtlı Şeyh Ebü'l-Vefâ hazretlerinin yolundan feyz aldı.
Aynı yoldaki Baba İlyas Horasânî'den ilim öğrendi. Zâhirî, bâtınî ilimlerde
ve tasavvuf yolunda kemâl derecesine ulaştıktan sonra Rum ülkesine geldi.
DerhalAnadolu'nun en uç bölgesinde İslâmiyeti yaymak için çarpışan ve
gayret eden Osmanlı mücâhid gâzileri arasına katıldı. Bursa'nın fethi sırasında
bir geyiğe binmiş ve elinde altmış okkalık bir kılıç olduğu halde en ön saflarda
çarpıştı. Kalenin fethinde pekçok kerâmetleri görüldü. Bu sebepten kendisine
Geyikli Baba denildi.
Fetihten sonra Keşiş (Ulu) Dağına yerleşti. Buradaki dergâhında kendi hâlinde
 yaşar, gelenlere dînini öğretir, şehre inmezdi. Diğer taraftan Orhan Gâzi ise
 Bursa'nın fethinde yardıma gelen evliyânın gönlünü almak, onların bereketli
duâlarına kavuşmak için bir imâret yaptırdı. Onları Bursa'ya dâvet etti.
Bu arada Bursa'nın fethinden sonra bir daha görmediği Geyikli Babanın da
gelmesini istedi ve;
"Eğer gelmezse, ben varıp elini öpeyim." dedi.
Geyikli Babayı arayıp buldular. Sultânın sözünü arz ettiler ve Bursa'ya dâvet
ettiler. Geyikli Baba bu dâvete rızâ göstermedi.
"Sakın Orhan da gelmesin. Dervişler gönül ehli olurlar, gözetirler.
Öyle bir vakitte varırlar ki, vardıkları zamanda ettikleri duânın kabûl olmasını
arzu ederler." buyurdu.
"Bâri Orhan Gâziye duâ et." dediklerinde;
"Biz onu hâtırımızdan çıkarmıyoruz. Her zaman devletine duâ ile meşgûlüz.
 Onun İslâmiyete hizmeti sebebiyle, sevgi ve muhabbeti kalbimizde taht
kurmuştur." diye haber gönderdi.
Aradan zaman geçti. Geyikli Baba, dergâhının yanından bir ağaç dalı keserek
omuzuna alıp yola revân oldu. Doğru Bursa Hisarına vardı. Pâdişâh sarayına
 girip, avlu kapısının iç tarafına, getirdiği dalı dikmeye başladı.
Sultan Orhan Gâziye haber verdiler.
"Bir derviş gelmiş, saray avlusuna ağaç diker." dediler.
Sultan çıkıp hâli gördü. Bu dervişin Geyikli Baba olduğunu bildi.
Geyikli Baba, ağacı dikince doğruldu ve Orhan Gâziye;
"Bu hatıramız burada kaldığı müddetçe, dervişlerin duâsı senin ve
neslinin üzerindedir. Senin neslin ve devletin bu ağaç gibi kök salacak,
dalları çok uzaklara ulaşacak, evlatların dîn-i İslâma çok hizmet edecekler
." deyip; "Kökü sâbit, dalları ise göktedir." meâlindeki,
İbrâhim sûresi 24. âyet-i kerîmesini okudu. Az sonra da geldiği gibi gitti.
Diktiği ağaç ulu bir çınar oldu. O ağacın bugün
Bursa'da hazret-i Üftâde'ye giden Kavaklı Caddedeki çınar ağacı olduğu
söylenmektedir.
Bir zaman sonra Orhan Gâzi, Geyikli Babaya iâde-i ziyârette bulundu. Ona;
"İnegöl ve çevresi senin tasarrufunda olsun." dedi.
"Mülk ve mal cenâb-ı Hakk'ındır, ehline verir, biz O'nun ehli değiliz.
Mal, mülk ve sebeplere meyletmek, emir ve sultanlara gerektir.
Bizim gibi fukara kısmına, Allah adamlarına yakışmaz." diye cevap verdi.
Pâdişâh ısrar edince, kendisine hibe edilen yerlere bedel olarak,
dergâhının çevresinden az bir mikdarını dervişlere odunluk kabûl edip,
Sultânın gönlünü aldı. Orhan Gâzi memnûn ve râzı olup, pekçok duâ aldı.
Geyikli Baba bundan sonra yine Keşiş Dağındaki dergâhında ibâdet ve
zikirle meşgûl oldu. Sayısız talebe yetiştirdi. Kendisinden nasihat almak
ve duâsına mazhâr olmak isteyen pekçok kişi dergâhına gelirdi. Uludağ'ın doğu
 eteklerinde İnegöl yakınlarında vefât edip oraya defnedildi.
Orhan Gâzi tarafından kabri üzerine türbe yaptırıldı. Sonradan yine
Orhan Gâzi tarafından türbe yanına bir câmi ve dergâh ilâve edildi.
Sevenleri çevresinde bir köy meydana getirdiler. Kurdukları bu köye
Baba Sultan adını verdiler. Geyikli Baba Külliyesi 1950 (H.1369)den
sonra yeniden restore edilip, onarıldı.
Taşköprüzâde merhum, Şakâyık-ı Nu'mâniyye'sinde, Osmanlı'nın
gülbahçesinde yetişen, Nu'mân'ın (İmâm-ı A'zam'ın) bülbüllerini anlatırken,
 Geyikli Baba'dan da söz eder ve kabrini ziyâretle şereflendiğini söyler.
"Kabrini ziyâret ettim. Kabrin yakınında bir mezar daha gördüm.
Türbedârdan bu mezarın kime âit olduğunu sordum. Germiyanoğullarından
saltanat sâhibi bir kimseyken saltanatı terk edip, Geyikli Babanın hizmetine
giren bir büyüğün
 mezarı olduğunu söyledi." demekte ve zamânında Geyikli Babaya
gösterilen îtibârı ifâde etmektedir.
Geyikli Baba gazileriyle savaşlarada katılıp büyük hizmetler yapardı.
O günlerde Bursa kuşatma altında ve müslüman askerler zor durumdayken
 Geyikli Baba imdada yetişir. Rumlara devasa bir geyik üzerinde
altmış okkalık bir kılıçla savaşan bu nur yüzlü cengaveri görünce
kalplerini bir korku kaplar, psikolojik olarak yıkılırlar ve teslimi
konuşmaya başlarlar. Geyikli Baba ordunun içindede boş durmaz
maneviyatı yükseltmek için sohbetler yapar. Özellikle Ashabı Kiramdan
ve Ehli Beyt’in büyüklük ve asaletinden bahseder, askerlerle ilgilenirdi.
Silsile-i Nakşibendiyeden Hace Muhammed Baba Semmasi,
Şeyh Edebali ve Hacı Bektaş Veli bu devrin büyüklerindendir.

1) Âşıkpaşazâde Târihi (İstanbul 1332); s.196
2) Şakâyık Tercümesi (Mecdî Efendi); s.31
3) Kâmûs-ül-A'lâm; c.5, s.3943
4) Nefehât-ül-Üns; s.690
5) BursaEvliyâları; s.63
6) Güldeste-i Riyâz-iİrfân; s.220
7) Tâcü't-Tevârih; c.5, s.9
8) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.10, s.127















----------------------------------------------------------------------------







"Geyikli Baba" Kimdir?
Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında uçta faaliyet gösteren, talebeleriyle birlikte gazâlara katılarak yeni beldeler fetheden "Rûm abdalları"ndan ve "Alperen" dervişlerden biri olan Geyikli Baba, bu târihlerde uzak diyarlardan gelip Osmanlı topraklarına yerleşen Bâbâî-Vefâî şeyhlerinin en önde gelenleri arasında yer alıyordu. Hakkındaki mevcut bilgiler, elimize ulaşan yırtık bir arşiv belgesine ve Âşık Paşa-zâde ile Oruç Beg'in naklettiği rivâyetlere dayanır.
Selçuklu Devleti'nin târih sahnesinden çekilmesi üzerine, bu coğrafyada yaşayan Şeyh Edebâlî, Âşık Paşa, Muhlis Paşa ve Elvan Çelebi gibi Bâbâî-Vefâî şeyhleri, Selçuklu Sultânı III. Alâeddîn Ferâmerz'in bağımsızlık alâmetlerini göndererek açıkça tanıdığı Osmanlı uç bölgesine yerleşmeye ya da faaliyetlerini burada devâm ettirmeye karar vermişlerdi. Rivâyete göre Türkmen asıllı bir şeyh olan ve Azerbaycan'a bağlı Hoy'da yaşayan Geyikli Baba da, Orhan Gâzî döneminde bir geyiğe binerek müridleriyle birlikte Batı Anadolu'ya gelmiş ve İnegöl çevresine yerleşmişti.
Geyiklerle dolaştığı ve geyiğe bindiği, hattâ geyikler üzerinde sefere katıldığı için "Geyikli Baba" lâkabıyla anılan Baba Sultan'ın, kendisi gibi abdalân-ı Rûm'dan olan Yûnus Emre -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, "Dîvân"ındaki:
"Geyiklü'nüñ ol Hasân söz eyitmiş kendüden
Kudret dilidür söyler, kendünüñ söz nesidür?"(1)
Beytinden asıl adının "Hasan" olduğu anlaşılmaktadır. İsmâil Beliğ'in "Güldeste'-i Riyâz-ı 'İrfân"daki ifâdesine göre ise gerçek adı "Ulvî Baba"dır.(2)
Bursa'nın fethine talebeleriyle birlikte katılan ve buraya bağlı pek çok beldenin fethinde önemli bir rol oynayan Geyikli Baba, Kızılkilise'yi müridleriyle tek başına fethedince şöhreti Orhan Gâzî'nin kulağına kadar gitmişti.
Orhan Gâzî'nin önde gelen kumandanlarından Turgut Alp de, Geyikli Baba'nın has müridleri arasında yerini almıştı. Âşık Paşa-zâde'nin rivâyetine göre; Orhan Gâzî'nin Keşiş dağı (Uludağ) eteğindeki dervişleri teftiş ettirdiğini işitince, Turgut Alp bir adamını göndererek: "Benüm köylerüm yanında bir nice dervîş geldi, mukîm oldı; aralarında bir dervîş vardur, gâh gâh varur dağda geyicekler (geyikler) ile gezer bir nice gün, ve hayli mübârek kişidür!" dedi.(3) Orhan Gâzî: "'Aceb kimüñ mürîdidür? Soruñ kendüden!" emrini verince gelip sordular, Geyikli Baba: "Baba İlyâs mürîdiyin, Seyyid Ebû'l-Vefâ târikindenin!" cevâbını verdi. Bunun üzerine Orhan Gâzî Baba'yı yanına dâvet etti, fakat kabul etmedi; gelmediği gibi: "Sakın Orhân dahi gelmesün!" diye haber gönderdi. Haberi işiten Orhan Gâzî: "N'îçün gelmez ve beni n'îçün komaz anda varmağa?" deyince: "Dervîşler göz ehli olurlar, (vakıt) gözedürler. Dahı vaktında varurlar kim du'âları makbûl olına!" cevâbını iletti.(4)
Bir gün Geyikli Baba Orhan Gâzî'ye haber vermeksizin bir kavak fidanı alıp, Bursa sarayındaki avlu kapısının iç tarafına dikmeye başladı. Durumu Orhan Gâzî'ye haber verdiklerinde hemen geldi, fidanın çoktan dikilmiş olduğunu gördü. Orhan Gâzî henüz sormadan, Baba: "Teberrükümüzdür! Bu oldukca, dervîşlerüñ du'âsı saña ve neslüñe makbûldür!" deyip duâ etti ve sonra da çekip gitti. Geyikli Baba'nın hâlinden ve sözlerinden çok etkilenen Orhân Gâzî, hemen bulunduğu yere giderek: "Dervîş, bu İnegöl nevâhîsiyle senüñ olsun!" dedi, fakat Baba: "Mülk, mal Hakk'uñdur, ehline virür, biz anuñ ehli degülüz!" diyerek bu teklifi reddetti. Orhan: "Ehli kimdür?" deyince: "Hakk Te'âlâ dünya mülkini sizüñ gibi hânlara ısmarladı, malı dahı mu'âmele ehline ısmarladı kim, kulları biri-biriyle mesâlihin (işlerini) görsünler diyu. Bizlere gün yeñi, nasîb olan rızk dahı yeñi!.." cevâbını verdi. Fakat Orhan Gâzî teklifinde ısrâr edip:"Dervîş! N'ola benüm de sözümi kabûl itseñ?" deyince, ricâsını kırmayarak: "Şu karşuda turan depecükden berü yircügez dervîşlerüñ havlısı olsun!" dedi. Orhan Gâzî bu sözü işitince Şeyh'in duâsını alıp oradan ayrıldı.(5)
Geyikli Baba'nın İnegöl'deki köyüne âit arşiv kayıtları günümüze kadar ulaşmıştır. "Hüdâvendigâr Livâsı Tahrîr Defterleri"nde "Karye'-i Geyiklü Baba"(6) ve "Bâbâyiler karyesi" adı altında zikredilen bu köyün, onbeşinci yüzyıl sonlarına âit bir tahrîr kaydı şöyledir:
"Geyiklü Baba Karyesi:
Karye'-i Bâbâyiler ki, vakfdur, Orhân Beg'den Baba'ya. Şimdi Sakar-oğlı Muhammed tasarruf ider. Hâne: 34. Bir hâs degürmen var, yılda biş müdd buğday hâsıl olur. Bir hammâm var, Temürtaş-oğlı Umûr Beg vakf itmiş, yevmî üç akça, yılda: 1080. Ve Burûsa şehrinde iki vakf dükkânı var, hâsıl: 420. Ve mezkûr Bâbâyiler yirinde bağçalar mukâta'asından yılda: 400. Ve bir hâs bağça var, yılda: 100. Ve bir erlük kestânesi var ve koz var: 100."(7)
Orhân Gâzî'nin Geyikli Baba için inşâ ettirdiği türbe ve külliye, günümüzde Bursa'nın Kestel ilçesine bağlı "Babasultan" köyünde yer almaktadır. Rivâyete göre câmiinin avlusundaki asırlık koca çınar, Geyikli Baba tarafından saraydaki ağaçla aynı gün dikilmiş olup bugün hâlâ dimdik ayaktadır.

Geyikli Baba Hakkında İlginç Bir Vesîka
ve Zamâne "Tahrifçi"lerinin Ortaya Attığı Çirkin İftirâ:
Talebeleriyle birlikte Bursa'nın fethine bizzat katılmış olan ve Kızıl-kilise'nin fethinde büyük yararlılıklar sağlayan Geyikli Baba'nın bu icraatları ve bu sırada meydana gelen ilginç bir vak'a Dîvân-ı hümâyûn kayıtlarına yansımıştır. Bu arşiv kaydı, önce Ahmet Refik ve daha sonra Hilmi Ziyâ Ülken tarafından birkaç defâ yayınlanmıştır.(8)
Son kısmı yırtılmış olan, elimizde ancak yarısı mevcut olan bu belgede "Geyikli Baba" hakkında şu malûmât yer alır:
"Kutbu'l-'ârifîn Şeyh Geyiklü Baba Hôy'dan gelmişdür. Bir ulu geyige binüb gelmişdür, geyikler kendüye musahhar imiş, gelüb İnegöl'de mekân dutmış. Merhûm Sultân Orhân pâdişâh Hazretleri'nüñ Burûsa fethinde, merhûm Orhân pâdişâh ol kal'ayı feth iderken kutbu'l-'ârifîn Şeyh Geyiklü Baba dahı ol cânibde üç yüz altmış kapulı bir kilîsâ varmış, 'Kızıl kilîsâ' dimekle meşhûr imiş, ol kilîsâ'ı kendüler feth itmişler. Ceng iderken bir kestâne ağacı varmış, cengi ider idermiş, ol kestâneye vardukda ol kestâne yarılub Baba'yı saklar imiş, kâfirler arar bulamazlar imiş. Sabâh gine çıkub ceng iderdi, erenlerle, bu nev'-ile alınmışdur. O zamânda Hazret-i Orhân pâdişâha şöyle de haber virmişler ki; 'Hôy'dan bir er gelüb, ulu geyige binüb Kızıl-kilîsâ'yı aldı!' Ve bu cevâbı virmişler, virdüklerinde merhûm Orhân pâdişâh: 'Baba mey-hôrdur' diyu iki yük 'arakî ve iki yük şarâb gönderüb, Baba dahı yanındaki Baba Sultân ile…"(9)
Belgenin bundan sonraki kısmı yırtılmış ve anlatılan vak'a yarım kalmıştır.
İdeolojik hesaplar peşinde koşan batı uyruklu bâzı "tahrifçi"ler ve onların güdümündeki bâzı sözde "târihçi"ler, yukarıdaki belgenin son kısmının yırtılmış olmasını fırsat bilerek, İslâm tasavvufuna aslâ yakışmayacak bir iddiâyı dillerine dolamışlar ve "Geyikli Baba"yı -hâşâ- "içki ve rakı mübtelâsı" (!) bir kimse gibi göstermeye kalkışmışlardır!..
"Târihçi" sıfatıyla Türk târihini "tahrif" ettikleri yetmezmiş gibi, onun rûhu ve özü mesâbesindeki "İslâm tasavvufu"nu da tahrife yeltenen bu "tahrifçi"ler, meseleyi derinlemesine tahkik etmek yerine, durumu fırsat bilip gülünç iddiâlarını halka "târih" diye yutturmayı yeğlemişlerdir!
İdeolojik saplantılarını "akademisyen" maskesi altında enjekte etmeye çalışan bu "tahrifçi"lerin başını Iréne Mélikoff çeker.(10) Mélikoff, çarpık iddiâlarını yukarıdaki arşiv belgesiyle -kendince- desteklemeye çalışarak şöyle der: "Babalar İslâm kisvesi altında eski törenlerini sürdürüyorlardı: …Alkollü içki kullanımına gelince: İlk Osmanlı tarihlerinden öğrendiğimize göre Orhan Gazi, Geyikli Baba'yla çok iyi ilişkiler içindeydi; Geyikli Baba, dervişleriyle Bursa'nın fethine katılmıştı ve Orhan Gazi 'Baba'nın içki içme alışkanlığı vardır' gerekçesiyle, kendisine şarap gönderilmesini istemişti. Bu olay, torunlarının medresesinden çok, Türkmen babalarına yakın olan ilk Osmanlı sultanlarının hoşgörü anlayışını ve tutucu olmayan tavırlarını çarpıcı biçimde göstermektedir."(11)
Ahmet Yaşar Ocak da maalesef Mélikoff'un ortaya attığı yukarıdaki çirkin iddiâya resmen çanak tutarak şöyle demiştir:"Osmanlı beylerinin Sünni İslamının 16. yüzyılın katı ve hoşgörüsüz İslamı olmadığını unutmamamız gerekir. Osmanlı Beyliği'nin dini ideolojisi bu dönemde, yani 14. yüzyılda, bir Türkmen uç beyliği olarak, sade, popüler, henüz medreselerin dogmatik İslamının egemenliği altına girmemiş bir İslam anlayışına dayanıyordu. Profesör Mélikoff'un araştırmalarının gösterdiği gibi, bu ideoloji, Abdalan-ı Rum'un dini anlayışına uygun düşen hoşgörülü ve esnek özelliklere sahipti. Bu hoşgörü anlayışı ilk Osmanlı beyleri döneminin belirgin bir özelliğidir. Bize daha kesin bir fikir verebilecek tarihsel bir kanıtımız var: Bu olay, Orhan Bey ve Geyikli Baba arasında geçmiştir ve H. Ziya Ülken tarafından 1924'te yayımlanmış bir belgede yer almıştır. Bu belgeye göre Orhan Bey, Kızılkilise'nin fethine katkıları nedeniyle Geyikli Baba'ya ödül olarak şarap ve rakı göndermiş; çünkü Geyikli Baba ve müritleri şarap içerlermiş. …15. ve 16. yüzyıl sultanları ve ulemasının hiçbir zaman kabul etmeyeceği ve hoşgörmeyeceği bu tavır, dönemin bir Türkmen uç beyliğinin toplumsal-kültürel, toplumsal-dini durumu bilindiğinde anlaşılabilir bir tavırdır."(12)
Şimdi bu iddia sahiplerine öncelikle şu soruyu sormak gerekir: "Şerî'at-tarikat yoldur varana / Hakîkat ma'rifet andan içerü" anlayışını savunan abdallar zümresinin en önemli temsilcilerinden biri olan Geyikli Baba'nın, her şeyden önce "İslâm Dini'nin reddettiği böyle çirkin bir işe bulaşması; yâni "Şerî'at"ı ve "tarikat"ı çiğneyerek "hakîkat ve ma'rifet" dâvâsına kalkışması hiç mümkün müdür?!..
Şu hâlde zamâne "tahrifçi"lerinin "mal bulmuş mağribî" misâli sarıldıkları yukarıdaki "yırtık vesîka" ve onda anlatılan bu"rakı-şarap gönderme" vak'ası acabâ neyin nesidir?
İşte bu sorunun cevâbı ve "tahrifçi"lerin kendilerine malzeme yapmaya kalkıştıkları vesîkadaki olayın devâmı, "Oruç Beg Târîhi"nin Paris'teki nüshalarından birinde yer alan şu rivâyetle ortaya çıkmaktadır:
"Orhan Gâzî zamânında girü abdâllardan Geyiklü Baba vardı, er kişiyidi, abdâl-şekl. Orhân Gâzî'ye Geyiklü Baba'yı bir dürlü dahı añlatdılar, 'mey-perest' diyu; Orhân Gâzî dahı diñemek içün Geyiklü Baba'ya bir tulum şarâb gönderdi: 'Geyiklü Baba nûş itsün!' diyu. İki tulum şarâbı getürdiler, Geyiklü Baba öñine koydılar, eyitdiler: 'Baba bunı pâdişâh gönderdi!' didiler. Geyiklü Baba hemân-dem ol iki tulum şarâbı iki kazgana koyub, birinde zerde, birinde halva bişürdi, iki kutuya koydı ve andan soñra bir kutunuñ içine dahı atılmış panbuk koydı, panbuk arasına yanmış kızıl korı kodı, ağzını mühürleyüb Orhân Gâzî'ye gönderdi. Orhân'a kutıyı getürdiler, Orhân Gâzî mühürleri bozdı; birinde halva, birinde zerde. Birini dahı açdı, gördi atılmış panbuk, içinde bir pâre kızıl kor, hiç panbuğa aslâ eser itmemiş. Orhan Gâzî'ye didiler; iletdükleri şarâbları kazgânlara koyub, zerde, halva bişürdügin. Orhân Gâzî hemân-dem Geyiklü Baba'ya i'tikâd idüb, çok nesne in'âm idüb, bir 'âlî tekye yapub aña vakflar kodı. Şimdiki zamânımuzda 'Geyiklü Baba Tekkesi' diyu añılur."(13)
Bu rivâyet, yalnız "Türk târihi"ni değil "Tasavvuf târihi"ni de tahrife kalkışan bu bilgi fukarâlarına gereken cevâbı vermekte; yukarıdaki gülünç ve asılsız iddiâlarını kökünden çürütmektedir!..
Osmanlı kültürünün temelini oluşturan mânevî değerlerle hiç mi hiç bağdaşmayan, İslâm tasavvufunun kâideleri ile taban tabana zıt olan bu seviyesiz iddiâyı kökünden çürütecek en büyük delillerden birisi de; Orhan Gâzî'nin tam bu yıllarda, topraklarına yerleşen şeyhler ve dervişler hakkında geniş bir teftiş ve sorgulama faaliyeti başlatmış olmasıdır.
Osmanlı müverrihleri arasında yalnız Kemâl Paşa-zâde'de rastladığımız bu önemli bilgiye göre; bu teftiş, Orhan Gâzî'nin fethedilen yeni yerleri fakih ve dervişlere vakfetmesini fırsat bilerek Osmanlı topraklarından parsa kapmaya çalışan; İslâm'a sığmayan çirkin hareketlerine rağmen kendini derviş gibi göstererek İslâm tasavvufunu lekelemeye kalkışan sahte "şeyh" ve "derviş"lere karşı yapılmış, tahkîkat sonunda İslâm'a ve tasavvufa aykırı hareketleri tespit edilenler Osmanlı coğrafyasından derhâl kovulup uzaklaştırılmıştır.(14)
Kemâl Paşa-zâde'nin, muhtemelen günümüze ulaşmamış mufassal bir anonimden naklettiği bu bilgiyi Geyikli Baba kıssasından hemen önce zikretmesi; Orhan Gâzî'nin Geyikli Baba'ya "diñemek içün" rakı ve şarap göndermesinin ve kim olduğunu teftiş ettirmesinin sebebini açıkça izâh etmekte, birbirinden bağımsız gibi gözüken üç rivâyeti birleştirerek vak'ayı daha da anlaşılır hâle getirmektedir.
Buradan anlaşılıyor ki, Orhan Gâzî gerçek dervişlerle sahte dervişleri birbirinden ayırmaya çalıştığı sıralarda kulağına Geyikli Baba'nın "rakı ve şaraba düşkün olduğu" iftirâsı ulaşmış; bunun üzerine işin aslını öğrenmek için Baba'ya rakı ve şarap yollamış, ancak şâhid olduğu büyük kerâmet karşısında ortalıkta dolaşan söylentilerin asılsız olduğunu anlamıştır.
Neden ve hangi maksatla ortaya atıldığını düşünmeden, yarım-yamalak bir bilgiyle yalan-yanlış iddiâların peşine düşen; en basit bir meseleyi bile araştırma zahmetine katlanmadan işitilmedik safsatalar türeten zamâne "tahrifçi"leri, "târihçi" sıfatı altında bu "tahrif"e öncülük etmekte; ne yazık ki bundan en büyük zarârı da Türk-İslâm kültürünün esâsını teşkil eden "İslâm tasavvufu" görmektedir.
Baktığı her şeyi tersinden gören, "bilgi" ve "belge"ye dayanmaksızın her gün yeni bir çam deviren bu zamâne "tahrifçi"lerine yol vermek; "millî" ve "mânevî" değerlerimizin yok olmasıyla sonuçlanabilecek çok büyük bir felâkettir!..

(1) Yunus Emre, "Dîvân", s. 299, nşr.: Abdülbâki Gölpınarlı, bas.: İstanbul, 1943.
(2) İsmâil Belîğ, "Güldeste-i Riyâz-ı 'İrfân" ("Târîh-i Bursa"), s. 220-222, bas.: Hüdâvendigâr Mtb. Bursa, 1302.
(3-4) Âşık Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", s. 122, H. N. Atsız neşri, bas.: Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1949.
(5) Âşık Paşa-zâde, a.g.e., s. 122-123.
(6) BOA, "Tapu Tahrîr Defteri", nr.: 166 (Mücmel Defter), vr. 109.
(7) BOA, "Tapu Tahrîr Defteri", nr. 16016, vr. 20; Ö. L. Barkan - E. Meriçli, "Hüdâvendigâr Livâsı Tahrir Defterleri", c. I, s. 110. bas.: TTK, Ankara, 1988.
(8) Ahmed Refik, TOEM içinde, "Dîvân-ı Hümâyûn Kuyûdâtı" başlıklı makâlede; a.mlf., "Bizans Karşısında Türkler", s. 169-170, bas.: Ma'rifet Matba'ası, İstanbul, 1927; Hilmi Ziyâ Ülken, "Anadolu'da Dînî Rûhiyât Müşâhedeleri", Mihrâb mecmû'ası, sy.: 13-14, s. 447, İstanbul, 1340.
(9) Ahmed Refik, "Geyikli Baba Hakkında Vesîka", Bizans Karşısında Türkler, s. 169-170.
(10) Iréne Mélikoff, "Un Ordre de derviches colonisatuers: Les Bektachis", Mémorial Ömer Lütfi Barkan, s. 156-167. Paris, 1980.
(11) a.mlf., "İlk Osmanlıların Toplumsal Kökeni", s. 151. Osmanlı Beyliği (1300-1389) içinde, ed.: Elizabeth A. Zachariadou, bas.: İstanbul, 1997.
(12) A. Yaşar Ocak, "Osmanlı Topraklarındaki Sufi Çevreler ve Abdalan-ı Rum Sorunu (1300-1389)", göst. yer, s. 172. bas.: İstanbul, 1997.
(13) Oruç bin 'Âdil el-Edirnevî, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", Paris Bibliothéque Nationale, Supp. Turc. nr.: 1047, vr. 12b-13a.

(14) Kemâl Paşa-zâde, "Tevârîh-i Âl-i 'Osmân", II. Defter, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 30, vr. 53b-54a; Ş. Turan neşri, s. 89-90. bas.: TTK, Ankara, 1983.

Hubyar Derviş

 Hubyar  Derviş   
 

       
            Hacı Bektaş-i Veli Efendimizin Vilayetnamesinde şöyle geçer;  Külhanbeyleri ve Tatar beyleri Müslümanlığı seçtiler ve Hünkar tarafından anadolunun çeşitli vilayetlerine,köylerine yerleştirildiler.Mürit ve mühibiz dediler dediler ama içlerinden zinharlarını kesmediler. Putperestliği  bırakmadılar. Bunlardan bazıları da Sivas vilayetinin Tekeli dağının altında Balışıh köyünde kaldılar. Mabed yapıp, gizlice putlara kurban kestiler. Bu hal ve bu hareket Hünkar Hacı Bektaş’a malum oldu.  Hemen o anda Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Hubyar’ı yanına çağırdı, Ya Hubyar, size bir hizmet vereceğim. Sivas vilayetinin Tekeli dağının altında Balışıhköyünde Külhanbeyleri yanlış yola gitmekte. Onların zinharlarını kes, müslüman mümin et. Bizim hayır dualarımız üzerinizdedir, dedi, dava etti.
        Hubyar hayır himmet deyip Sulucakarahöyük’ten azim etti, şimdiki ismi Hubyar Tekke köyü olan Tekeli yaylasının altında Balışıh köyüne geldi. Tatar ve külhan Beyleri gayet güzel ikramlarda bulundular. Hubyar Derviş bunların içinde bir zaman kaldı. Gürgen Çukuru denen yerden baltası ile odun kesip taşıdı ve bir yere yığdı külhanın adamları Hubyar Sultan’a sordular, bu odunu neylersin derviş, dediler. O da şu cevabı verdi. Birgün bana lazım olur, dedi. Hubyar Sultan, putların yerini öğrendi. Birgün Külhan beyleri Tekeli dağına şikar yapmak için gezmeye gittiler. Hubyar Sultan hemen putları yığdığı odunun içine atıp ateşi yaktı. Külhanın adamları zorladıysa da elinden alamadılar. Hemen beylerine haber verdiler. Beyleri geldi gördüler ki Hubyar Derviş, putları ateşe atmış, kendi de üzerine oturmuş; bari Derviş yanıyor, putlar da yansın, dediler. Zortaşı denilen yerde putlar yandı, kül oldu. Derviş Hubyar’ın bir tüyüne hata gelmedi o zaman Külhan kafilesi  Ya Hubyar bunu senden ummazdık, dediler. Hubyar, o putların kerameti olsa, kendileri yanmazdı, beni size Rum diyarını irşat eden Hacı Bektaş-ı Veli gönderdi. Hak dinini kabul edin, Muhammed’e selavat verin, dedi. Külhan oğulları,  la ilahe illallah Muhammeden resulullah , dediler. Hubyar Sultan’a niyaz ederek kalan putları da kendileri yaktılar. Hubyar Sultan, onlara insanlığı, doğruluğu, saygıyı telkin eyledi.
     Çağdaş kültürlerden muhabbet, nasihat, tatlı söz, güler yüz, temiz kalpli güzel ahlaklı, doğruluk, dost gönlünü incitmemek, kendine ağır geleni Allah’ın yarattığı hiçbir kula yapmamak, bilhassa eline diline beline sahip olup şeytana uymamak, imanlarını ikrara bağlayıp imanı dini şeytana çaldırmamak, laillaha ille Allah, deyince Allah’ın birliğini, Muhammeden Resulullah deyince, Resul’ün Hak peygamber olduğunu Besmelenin, yerin göğün kündü olduğunu öğretti. Ve onlara hayır dua etti. Onlar Anadolu’nun yaylalık köylerine gitti. Hubyar Sultan , Tekeli dağının altında karar kıldı, mekan tuttu.
 
                                     
 
       Hubyar Sultan’ın ilmi ve tahsili yazarlardan Münagipname’den Hünkar Hacı Bektaş-i Veli Sultan’ın Velayetnamesi’nden aldığımız kültürlere göz saldığımızda
 
        Hubyar Sultan, Musa-yı Kazım Hulk-i Rıza göbeğinden gelmiştir. Talebeliği, kültürü Hacı Bektaş-i Veli ile bir çağdadır. Okudukları şehirin ismi Yesevi şehridir. Hocalarının ismi Lokman-ı Penan’dır. Hocanın bir ismi de Ahmet ünvanıyla anılmıştır. Talebenin sayısı çok. Yalnız doksanbin talebenin içinde ilmi Zahirden ve ilmi batından Hubyar’la Hacı Bektaş-ı Veli çok üstün başarılı kültür almışlar, Ali ile Muhammed’in Hayber’de beraber dadeflut cenginde Kan Kalesi’nde kazalarda Çaviyar olup birbirinin carına yetdiği gibi Ahmet ile Bektaş da çariyar olmuştur. Rabbena atina fi dünya ve melahi yel ahret ve hüvel aliil kadim ve hüvel aliil azim. Hak Teala hazretlerinin nutkuyla Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed Mustafa selle Aleyhisselama emanetler gelmiştir. O emanetler şunlardır. Elif, taç, fırka, seccade, sofra, alem Hz. Peygamber efendimiz de erkanla Ali’ye vermiştir. Ali’den oğlu İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e değmiştir. İmam Hüseyin’den İmam Zeynel’e değmiştir. Bir zaman zindanda kalmıştır. Zindanda Eba Müslüm’e Cenab-ı Allah bir Nusret vermiştir. Horasan tarafından Ak elinden Kilis’ten Meriç’ten arayı arayı Merve şehrinde bir mağara içinde Zindanda Zeynel den emanetleri  Eba Müslüm’e (İmam Bakır)’a emanetleri teslim aldı . İmam Bakır’dan İmam Cafer’e, İmam Cafer’den Musa-yı Kazım’a, Musa-yı Kazım’dan İbrahim Mükeremül Müceb’e değdi. İbrahim Mükremül Müceb’ten Lokman-ı Penan’a değdi. Lokman-ı Penan’dan oğlu Ahmed’e değdi. Ahmed’de bir zaman kaldı. Ahmed’in zaviyesinde çok talebesi vardı. Talebeler gönüllerinden dilediler ki bu emanetleri birimizden birimize yerse, dediler. Bu söz Hoca’ya malum oldu. İssisi vardır, gelir, dedi. 0 zaman bir mühip can bir miktar dara getirmiş, çeç halinde dururdu. Hacı Bektaş-ı Veli bir sahrada şikar yapmaya gitmiş idi. Hoca Ahmet dedi ki; bu emanetler öyle bir erin hakkı ki şol daru çeçinin üzerinde zikr ede , hiçbir tane daru hareket etmeye, dedi. OL zaman Hacı Bektaş-ı Veli Sultan içeri girdi. Hoca Ahmed, bu iş senin hakkındır, ya Bektaş, dedi. Hacı Bektaş-ı Veli Sultan, seccadeyi eline aldı.
                                                      Bismillahirrahmanirrahim
 Allah, deyip daru çeçinin üzerine attı seccadeyi Hakka niyazın kıldı. Farih oldu geçti, yerine oturdu.Ol zaman çırah uyandı. Tac Bektaş-ı Veli’nin başına seccade dizine sofra önüne alem duşuna geldiği zaman ordaki erler, talebeler, artık biz burda durmayalım, bunun gibi kuvvetli er varken bizim elemimiz oynamaz dediler. Taksim dilediler. Emanetler kendine geçtiği için Ser çeşmeyi naviden oldu. Yani ser çeşme başı oldu. Görüm sorum yaptılar. Tarikatça adalet meydanı kurdular. Hoca Ahmet Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin darına geçtı.   Özüm darda yüzüm yerde, gönlüm er hak meydanında, elim pirdi, dilim müvretde, dedi Hacı Bektaş-ı Veli, Sultan Ahmed’i gördü, sordu, yolunu yürüttü üç tarık. Pençeyi Ali Aba çaldı ol anda. Ahmed’in bedenlerinde çok fena kılıç izleri gördü. Hubyar’ım sen Ali gibi yara almışsın, dedi, sarıldı, Veli yine bendeymiş yaranın emi. Hünkar Hoca Ahmed’i çağırdı dara. Üç defa çalınca açıldı yara. Bektaş-ı Veli de erinci sıra mail canın vurduğu yara demediler mi lepbeyik lepbeyiksin deyince Veli ismi cismi canım cananım Ali 90.000 er gördü. Bu gizli hali ismine Hubyar’sın demediler mi yenguzu sela nefsihi ve men effe bima ahada aleyhullahi feseyyütiyhi ecren azim.
           Ol zaman ordaki talebeler erler yoldan taksim dilediler. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli ocak ocak, belde belde herkese taksimat yaptı. Toplum önünde yanan ulu ateşten vilayetiyle korları aldı. Mühit mühit attı. Herkes korların düştüğü memlekete gitmeye karar kıldı. Fakat dört kapının biri olan Tarikat yolu ortada duruyordu. Herkes o yola göz koydu. Fakat Hz. Hünkar, kim sağ solukta ve ikrarında kadim durabilirse, yol ol erin hakkıdır, dedi.
      Cümle talebeler, erler sağ soluğa oturdular. Hubyar’dan başkası sağ solukta duramadı. Hubyar Sultan taksimde talip almadı. Yolu aldı. Hubyar’ın nurunu gören Hubyar’a talip oldu. Öbürleri taksimini nasibini alıp mekanlarına dagıidılar. Ol anda Muhabbet esnasında avucunun içi nübüvet mühürlü bir yeşil tek el göründü. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Hubyar’ım bu tek ol Hızır eşliğinde, dedi. Tozanlının başında Tekeli yaylası var. Senin yaylan orası olsun. Köyün de bu kor parçası nereye düşerse ora olsun, dedi. Ve Nutuf edip ordan bir kor aldı attı. Tekeli yaylasının altında eski ismi Balışıh köyü, şimdiki ismi Hubyar köyü denen yere düştü. Bir ulu ucu yanık çam ağacı oldu. Oranın ismini Hızır Sersem koydular. Hala o çam ağacının belirli durum noktası mevcuttur.
        Tekeli dağı ikibinaltıyüzkırkaltı rakıma sahiptir. Tekeli yaylasının abu hayat suları dalgalı, arazisi çimeni binbir türlü otu, kekiği, havası çok temizdir. Tekeli yaylasını Erzurum’dan Ege’den, Samsun’dan ve Anadolu’nun birçok yerlerinden ziyaret için gelenler mevcuttur. Hatta Tekeli yaylasına Sultan Murat dahi gelmiştir.
           Hubyar Sultan sağ soluğu yolu aldı. Taksimde talip almadı. Hubyar Sultan Külhana da talip için girdi. Nurunu kerametini görenler talip oldular. Hubyar Sultan’ın yolunu seven, ikrarını güden hakkın doğru rehini bilen ehlibeyit yol bendelerinin cümlesinde hakkı vardır. Bunu alim dedeler de ve görüşlü hangi ocak malı olursa olsun taliplerde bilen çoktur. Bu hakkı hiçbir kimse inkar edemez.
 
 
Hubyar almadı taksim-i malı
Yazdılar hakkında verdiler yolu
Dokuzlarda sırda duran Tekelü
Hubyar’ı görünce yürümedi mi?
 
Orda gördü vatanın elini
Hubyar Hızır’a verdi elini
Dikti sancağını açtı nurunu
Nurun gören gelip talip olmadılar mı?
 
Hüseyin Abdal'ım biatımız uluya
Niyaz kıldık Hacı Bektaş Veli’ye
Allah kimseleri pirsiz koymaya
Pirsizler damuya sürülmedi mi?
 
 
 ( Bu duazda imam ‘da belirtildiği gibi Hubyar Ocağının başı Hızır Aleyyihselam’a bağlı olduğu anlaşılmaktadır.Hüseyin Abdal dedemiz oğuları olan Mustafa , Hümmet, Hasan ve Bezat Abdalı  birbirine elvermesini sağlamıştır.Hubyar torunlarının pirini başka yerlerde aramamasının ispatıdır.)
 
       Sultan Murat Amasya’dan Hubyar Sultan’ı duyuyor. Tekeli yaylasına Hubyar köyüne gelmeye karar verip yola çıkıyor. Yanında birçok Türk askeri ile Hubyar Sultan kendi hudutnamesi içindeMıhlı denilen bir mevkide önüne varıyor. Yanındakilerle beraber buyur edip yurduna çıkarıyor. Sultan Murat bakıyor ki yüce yayla dağ başı aklından diyor ki, burda ne bulunur ne yenir? Burası kırsal kesim, diyor. Bu düşünce Hubyar Sultan’a malum oluyor. Küçük kazanını ocağa kuruyor. Türlü çeşit yemek çıkarıyor. Askeri doyuruyor. Sultan Murat çok memnun oluyor ve hayran kalıyor. Diyor ki, bu derviş bu dağın başında bukadar insanı doyurdu. Bunda çok büyük varlık keramet var, diyor. O zaman diyor ki; Derviş biz sefere gidiyoruz, hayır dua kıl. Himmet eyle, diyor. Ol zaman Hubyar hayır dua ediyor. Sultan Murat’ı bir konaklık yola kadar yolcu ediyor, geri makamına geliyor.
 
Vecahidi fisebullahi Havfen vericalen
 
 
Engin ovalara yurdun tutmadı
Zerrece işine hile katmadı
Sayrusunun bahçesine gitmedi
Kendi bahçesine girdi Hubyar.
 
Gürgen Çukuru’na çok emek verdi
İbadet eyledi çiftini sürdü
Gönül anayınan sır deme erdi
İbadet güllerin derdi Hubyar.
 
Dolandı mıklıya önüne vardı
Sultan Murat orda bir selam verdi
Ve aleyküm dedi selamın aldı
Onünce beraber geldi Hubyar.
 
Onünce beraber yurduna çıktı
 Kendi ocağına ateşin yaktı
Aç kalırız diye ordusu korktu
Küçük kazanını kurdu Hubyar
 
Abu hayat soğuk suyun akıttı
Tüçcasını türlü tevür kokuttu
Meskanını Tekelü’ye çikattı Sultan
Tekeli’de durdu Hubyar.
 
Sultan Murat der ki bu nasıl emek
Bir kazandan çıktı çeşitli yemek
Hesap eyle derviş yevmiyen verek
Cümlesini tamam gördü Hubyar.
 
Dedi derviş yaylan ne yüce yayla
 Dedem de buyurdu dağbaşı böyle
Sefere gidiyom sen himmet eyle
Orda hayır dua kıldı Hubyar
 
Dedi derviş bu yaylada durunca
Bu kadar orduya kısmet verince
Sen dua kıl biz sefere gidince
Allah yardımcınız dedi Hubyar.
 
Hubyar değirmeni kendisi yaptı
Helal kazancını rahmetti dutdu
Ordaki uruflar o yola gitti
Yolun doğrusunu sürdü Hubyar.
 
Mestane olmuşum senin derdinden
Göferini ayıramam virdimden
Abdal dedem ayırmasın yurdumdan
Dertlilere derman verdi Hubyar.
                                      
    Sultan Murat’ın Bağdat seferine gitmesinde Sivas vilayetinin içinde türbesi bulunan Hubyar’ın yol kardeşi Ali Baba’nın da çok emeği velayeti, kerameti, din uğruna çok çabası vardır. Hala Ali Baba’nın türbesinin olduğu mahallenin ismi Ali Baba Mahallesi diye anılır. İsimler geçerlidir. Hubyar Sultan’ın Istanbul’a gidişi Sultan Murat Hubyar Sultan’ın kendisine yaptığı hürmetlere memnun kaldığı için Tatar süvariler gönderiyor. Süvariler gelmeden süvarilerin geleceği Hubyar’a malum oluyor, eşine dostuna, talibine, muhitine bize çağrı geliyor. İstanbul’a yol görünüyor her halde. Bize elçi veya ulak zaptiye gelse gerektir, diyor. Toplum tarikatlar yapıyorlar. Halgacık namazı kılınıyor. Kubanlar kesiliyor, gülbenkler çekiliyor, naz niyaz tecele tevalla okunuyor. Oniki hizmetyürüyor. Bütün canlarla vedalaşıyorlar dalgınlığı yüzünden öylesi Gönül Ana ile vedalaşamıyor. Gürgen çukuruna varırken orda bir büyük taşa münkirin göğnü Karataş olsun, deyip elindeki kılıcı vuruyor. Kılıç taşı kesme benzeri yaratıyor. Taşı kesmiyor. O zaman Hubyar Derviş gönülleri bir edemedim deyip geri dönüyor. Hanesine geliyor. Gönül Ana ile vedalaşıyor. Hayır himmet deyip geri taşın yanına varıyor. Lafeta süresini dile getiriyor. İsmi azemi okuyor, ya Allah deyip taşa kılıcı vuruyor. Taş elma dilimi gibi iki şarh oluyor. O zaman gönlü şad oluyor. Kendi kalbinden diyor ki; evvel Allah’ın izniyle, ben fakir etna kadadan ne mücüzat ve ne keramet istenirse yaparım, kanaatını kendi gönlünden geçiriyor. Şimdi hala o taş iki şarh kesildiği gibi duruyor. O taşın ismi Kılıç Kesen olarak bir nişahgahtır. Gelen geçen Kılıç Kesen’e bakar ziyaret eder, el kaanaatı fi kafi ordan yürüyor.
                 Tokat vilayetinin altında Kat diye anılan bir zayirat vardır. Oraya iniyor. Oraya zamanın keramet sahibi Ahi Baba ve Sivas’ta ziyareti bulunan Ali Baba da geliyor. Çok taraftan mühip, talip, eş dost geliyor. Kuzu kurban kesiliyor. Çok güzel muhabbetler oluyor. Sabahleyin yola çıkarken Keçeci Baba diyor ki; burda çok muhabbet oldu, buranın ismi ne olsun? diyor. Hubyar Sultan, burda kat kat muhabbet ettik, buranın ismi Kadbaba olsun. Cümle dertlere derman olsun, ağrısı acısı, sızısı olan burdan şifa bulsun, diyor. Keçeci Baba ile vedalaşıyor, yola düşüyor. Hala o Kat BabaKazova’nın kenarında bir nişangah su çermiktir. Türkiye’nin her tarafindan ziyaretçi gelir, itikatı bütün özü tam olan derdine derman ve şifa bulur.
        Yola revan olup giderken Turhal kazasının Çaylı köyüne varıyor. Orada biraz dinlenmek istiyor. Bakıyor ki köy halkı canından bezmiş, develerle yeşil ırmaktan su çekiyorlar. Çaylılara diyor ki, niçin bu zahmeti çekiyorsunuz? Hiç mi Hak yoluna yedi adım yol yürüyüp bir içim su içmediniz mi ve köyünüze hiç mi bir haklı can gelmedi mi? diyor. Halk başına yığılıyor, bu dervişte bur secavet, keramet var, diyorlar. Ol zaman köylüleri başına çağırıyor, orada biryere elindeki asayı dürtüyor, su fışkırıyor. Çaylılar seviniyorlar. Hubyar diyor ki; size bir aşu çatalım, tutarsa, diyor. Hala o köyün ismi Aşu Çayı ünvanıyla söylenir. Hubyar kovası o günden bu güne işler. Büyük nazargahtır. Tokat Sivas Amasya Merzifon’da Çorum, Yozgat ve birçok yerlerin köylüsü kentlisi, şehirlisi, çiftçisi, memuru Hubyar kovasını bilir, ziyaret ederler. Çaylılar nurunu kerametini görüp Hubyar’a talip olmuşlar. Tokat’ta birçok köyler Hubyar’a bağlıdır. Çaylı köyünün de ikrarı kadim olmuş, aşusu tutmuş, Çaylı köyünde Hubyar’a bağlıdır.
       Çaylı’dan, Turhal’ın  Kelit şu anda Ulutepe ünvanını taşıyan köyü geliyor. O köyde kuzu, kurban kesiyorlar. Orda Esah diye bir şehit vardır. Ona fatiha okuyor. Ordan Avcı derneğinin üzerinde Elik Tekkesi denen yere varıyor. Orta bir yatır vardır. Cuma geceleri Elikler Geyikler ziyaret eder, onun için ismi Elik Tekkesi’dir. Orda da sohbet ediyorlar. Bu köy Yeşil Irmak’ın üzerindedir.
       Merzifon’da Piri Baba denilen türbeyi ziyaret ediyor. Piri Baba buna hoş sefa nazar, hürmet gösteriyor. İki dostun kavuşması çok mukah oluyor. Piri Baba ile vedalaşıyor. Ordan Çorum’un Osmancık kazasında Kızılırmak üzerinde Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli tarafından ok seğisiatılan Koyun Baba’yı ziyaret ediyor. Orda dem sefa hizrnet görüyorlar. Ordan çıkıyor yola revan oluyor. Çorum ile Kastamonu arasında Sultan Murat’ın kendine gönderdiği süvarilere kavuşuyor. Süvarilere kendinin Hubyar olduğunu, onların kendine Sultan Murat tarafından gönderildiğini rüyasında kendine beyan olduğunu anlatıyor. Süvariler inanmıyorlar. Hubyar’dan ayrılıyorlar. Güya gayeleri Tozanlı’ya gelip derviş’i alıp gitmek. Fakat süvariler yolu şaşırıyorlar. Geri dönüp Istanbul istikametine gitmeye mecbur kalıyorlar.
 
            Hubyar Sultan içerisinde bir aşkı ilahi eğleni diğneni Hızır yoldaş kamber kılavuz eş dost talip muhip davacı Allah yardımcı Sakarya’ya varıyor. O muhitte Sakarya suyunun üzerinde bulunanJustinianus Köprüsü  nden geçen garibanlara zulüm yaparlar imiş. Hubyar Sultan varıyor paç(haraç) alan birisine diyor ki, efendim benim akçam yok. Size paç vermeyeceğim. Size dua edeyim, işiniz ihsan olsun, derse de dalga geçiyorlar ve hoş olmayan sözler söylüyorlar. O zaman Cenab-ı Hak’ka sığınıyor, elini kuma çalıyor, bir avuç kum alıp İsm-i Azam duası okuyup  kumu ırmağa atıyor. Su cayıp öbür tarafa gidiyor ve köprü kuruda  kalıyor. Şu an Sakarya nehri yakınlarında boş kuru köprü durmaktadır. O köprünün adıMuhanet Köprüsü olarak söylenmektedir. Bunun üzerine
 Hubyar Sultan’ın deyişi:
 
Çıkıp arş yüzünde nurda oturan
Meftasını mefdasına getiren
Kudret yarılıp lokma getiren
Südünen ahmeri balı Hubyar.
 
 Ateş yok ki gene çiği büşüren
Dalga verip kalpevimi coşturan
Muhanet Köprüsü’nün suyun şaşıran
Kurtardı zalimden yolu Hubyar.
 
Varın bakın paçcı kayık haline
İsmi azem duası geldi diline
 Bir avuç kum aldı sundu eline
Az kalsın kuruda gölü Hubyar.
 
 
 
Ol zaman seccadeyi suya atıp ;
                    
       Dolmabahçe civarını geçip saraya yakınlaşıyor.Bunu gören Sultan Murat sarayın eşiğinin altına Kuran-ı Kerim’i koydurup Hubyarın önüne varıp buyur derviş deyip buyur ediyor. Eşiğin altına Kur’an Kerim koyulduğu Hubyar Sultan’a malum oluyor. Diyor ki;
      Sultanım şevketlim Kur’an hak’tır. Kur’an gerçektir. Yeri göğü Kur’an Allah’tır. O senin eşiğin altına koydurduğun kitapta yirmi dokuz rufat yüzondört sure, altı bin altıyüz altmış altı ayet var. Ben onu çiğneyemem. O ahır zaman nebisine indi. Onu Allah Cebrail vasıtasıyla Peygarnbere gönderdi, dedi. Eşiğin altından kitabı kaldırdılar. Tabi izet ikram gösterdiler. Fakat gaip bilimlerini aramak için çare aradılar. İçlerinde bir adam var idi.
           İsmine Duroğlu derler idi. Duroğlu dedi ki ben yalandan ölüyüm. Derviş benim cenazemi kılsın, ozaman foyası meydana çıksın, dedi. Bunu kabul ettiler. Duroğlu yalandan öldü. Hubyar Sultan’a, derviş bu cenaze namazını senkıldıracaksın, dediler.     Hubyar Sultan dedi ki ölü niyetine mi kılacağım, dirı niyetine mi kılacağım? dedi. Dediler ki derviş cenazenin dirisi olur mu dediler. Ol zaman helallık aldı. Su selasını verdi. Musallaya koydular. Allahüekber deyince cenaze namazı tamam oldu. Ha haay çalıp güldüler Derviş niye gülersiniz, diye sorunca senin kerametine gülüyoruz, sağ adamı ölü niyetine kıldın, bizi de kandırmaya çalışıyorsun dediler. O zaman Hubyar Sultan dedi ki bizde yalan olmaz, açın bakın, dedi cenazeyi açtılar, baktılar ki adam ruhu çoktan teslim etmiş.
 
 
Eşiğin altında kitap sırınan
İki cihan boyanmıştır nurunan
Ali Baba ile girdi fırına
Estirdi garınan yeli Hubyar
 
Sağ adamı musallaya koydular
 Buyur derviş cenazeye dediler
Orda hazırdı Kırklar Yediler
Sağ adamı ölü kıldı Hubyar
 
 Allahüekber dedi aldı canını
Öl demeden uyuşturdu kanını
Cümle alem duydu onun namını
Şanını dünyaya saldı Hubyar
 Duroğlu derlerdi kıldığı Adem
 Allahüekber dedi Hubyar dedem
 Kimisi sağ dedi kimisi ölü
Olüler katarına saldı Hubyar.
 
   Ondan sonra Hubyar için Külhan fırını yaktırıyorlar. Bu fırına girer de yanmazsan fermanın yazılacak, diyorlar. Yedi gün yedi gece Hubyar için fırını yakıyorlar. Hubyar Sultan’a fırına gireceksin diyorlar. Halk biryere cem oluyor, birleşiyor. Hubyar destur deyip, fırına giriyor. Ali Baba ile yirmi dört saat sonra fırını açıp bakıyorlar. Hubyar Sultan’ın sakalını buz tutmuş, kucağında bir masum çocuk, çocuğun elinde bir top tücca çıkıyorlar. Çocuğa ismin ne, diyorlar. Ali Baba diyor. Nerdeydiniz, bize bu dervişi Külhana attık, bunun sakalını buz tutmuş, diyorlar. Çocuk diyor ki, Tekeli dağı diyorlar. Bir yüce yayladaydık. Çiçek tücaa topladık. Çok soğuk bir yayla oradaydık, diye bunlara cevap verdi ve bunlar şaştı hayran kaldı, özür niyaz dilediler. Ve Hubyar Sultan’a mal varlık saltanat teklif ettiler. Hiçbirin kabul etmedi. İlla ki dokuzlarda sırda duran Tekeli’ye giderim dedi. Hubyar avuyu içmiş deryayı geçmiş, Muhanet Köprüsü’nü kurutmuş, sağ adamı ölü kalmış, Külhana girmiş, erenlerin hüsnühimmetiyle sağ salim çıkmıştır. Fermanını almış, Tekeli yaylasına gelmiştir.
 
      
 
    Hubyar Sultan’ın babası Lokman-ı Penan anası Üfran Bacı dır 13.yüzyılda yaşamıştır. Hubyar Sultan’ın iki oğlu, yedi kızı olmuştur. Hubyar’ın hanımı yalıncak kızı Gönül Ana’dır. Kız evlatları evlenmeden Hakkın rahmetine kavuşmuştur.Yedi kızının naşını bir kazan suda yıkadı. Allah rahmet eylesin Kabirleri. Hubyar, Tekke köyünün kabristanındadır. İki oğlunun birinin ismi Deydiyar, birininismi Buynat’dır. Deydiyar’ın türbesi Sivas vilayetinin Ulaş kazası Karacalar denilen bir köyündedir. Köyün eski adı Deydiyar Şeyh Köyü ünvanıyla söylenmektedir. Buynat ise seraskeri olarak balkı Buhara’ya gitmiş, geri dönmemiştir. Deydiyar’ın üç oğlu olmuştur. Hüseyin Abdal , Kenan, Saçlı Ali ‘dir.
        Hüseyin Abdal ceddi sülalesinin yolunu , dedelik yaparak cemler yürütmüş oradan da sökün edip, Sivas vilayetinin Mazan köyü ile Karabalçık köyü arasında Almabeli denilen yerde çok gürüh, gülbenk yürütmüştür.
     Bir zamanda Erzurum Badıcivan ve Kemah bölgesinde mekan tutmuş ve diyar-ı  irşad etmiştir. Hüseyin Abdal bir müddet sonra Talipleri ile birlikte Atayurduna dönmek için Hubyar Köyüne gelmiştir. Kenan ve  Saçlı Ali  tarafından Hubyar tekkesine alınmadığı gibi kendisini tanımadıklarını söyleyip Şecere  istemişlerdir. Hüseyin Abdal dedem Hızırı kendine yoldaş ederek Topkapı sarayına varır, çeşitli kerametleri gören padişah Hubyar sülalesinin Şecere fermanını Hüseyin Abdal’a verir. Aldığı fermanı kardeşlerine götürür fakat biz ferman filan anlamayız deyip dergaha sokmak istemezler. O zaman Hüseyin Abdal’ın oğlu Hasan Abdal genç ve delikanlıdır amcalarının uygulamalarına katlanamadığı için hiddetlenir ve onun müdehalesi ile Kenan ve Saçlı Ali Köyü terk etmek zorunda kalırlar . Hüseyin Abdal’ın ve Hasan Abdal’ın Kabri Şerifleri Dedesi Hubyar’ın yanındadır. Hüseyin Abdal’ın beş oğlu vardır. Mustafa Abdal ,Hasan Abdal , Bezat Abdal , Himmet Abdal , Aslan Abdal yollarını yürütmüşlerdir.. Hüseyin Abdal’ın oğullarından gelenlere de Hasanlı, Bezatlı, Himmetli, Mustafalı, Aslanlı isimleriyle çağrılmaktadır. Hubyar’ın torunu Saçlı Ali ’’den gelenleri Meytilü İsmi ile anarlar.Kenan ’dan gelenleri Kenanlı ismi ile anarlar.
        Bu ismi geçen Hubyar evlatlarından gelen Allah Muhammed Ali yolundan ayrılmayıp Hubyar Ocağına yakışan ocakzadeler Hubyar yolunu yürütebilmişlerdir. Hubyar’ın yolu ürfan makamı Kırklar Hulki Rıza vücud-u Keçe aklen, ilmen, zikren Fahr-i kainat Muhammed Mustafanın ümmeti, İmam Ali yolu , İmam Hüseyinin postuna aşk-ı niyaz etmektir.
    Hırsızlık, huysuzluk, haram yeme, zina işleme,talibini nikahına alma, haksız yere kadın boşama, Hak’kın binasını yıkıp adam öldürme, fesatlık yapıp kimseyi öbür şahısa takma, verasil Cenab-ı Allah’ın emrini tutmayıp nehini tutan kişiler Dede olarak posta ve mimbere oturup o topluma halgacık namazı kıldıramaz..
      Hubyar Sultan’ın bir, ismi de Abdal Dedem diye söylenir. Mesela Sivas vilayetinde yüceliğini ve dedeliğini ispat etmek için asılan Pir Sultan Abdal o dahi Abdal ismiyle anılmıştır. Davaya dostluğa çağa söylemiş olduğu deyişlerin son beyitlerinde ne derse desin Pir Sultan Abdal’ın noktalarını koymuştur. Pir Sultan Abdal, Güvenç Abdal, Teslim Abdal, Kaygusuz Abdal gibi... Tüm Alevi kültürünü yayanların, dervişanlarının çoklarının ismi Abdal olarak anılmıştır.
        Hubyar Derviş, padişahın fermanı ile vergilerden ,askerlikten ve devlete karşı tüm yükümlülüklerden muaf tutulmuştur..Bu gibi muafiyetlerden istifade etmek isteyen menfaatçiler  gerek civar köylerden gerekse  İstanbul  Topkapı sarayından çeşitli meslekleri bırakarak  HUBYAR  Derviş 'in etrafında inanarak toplananlar arasına sızmışlar... ve içlerinden zinharlarını asla kesmemişlerdir.

 

İLK ABDAL MUSA DERGAHI KAFİ BABA

İLK ABDAL MUSA DERGAHI
KAFİ BABA VE YUVALI
ALİ AKSÜT











 Abdal Musa Sultan gerçek er ise
Ali’yi sevenler muhib yar ise
Hakk’ın maksuduna erem der ise
Urganı boynunda dar meydanıdır. (1)

            Anadolu Aleviliğinin ser çeşmesi Hacı Bektaş Veli’nin amcası olan Haydar Ata’nın oğlu Hasan Gazi’nin oğlu Abdal Musa 14. yüzyılda Kırk abdalı ile birlikte Horasan Hoy şehrinden Anadolu’ya gelmiştir. Uludağ’da türbesi bulunan Geyikli Baba ile birlikte kerametleri olan Abdal Musa’nın, Kaygusuz Abdal, Kafi Baba gibi daha  birçok ergin dervişleri var idi .(2).

            Abdal Musa Sultan’ın Türbesi Antalya ili Elmalı ilçesinin 14 km. güneyinde bulunan Tekke köyündedir. Bu türbe 18. yy.da yapılmış 1874, 1910 ve 1968 yıllarında onarım gören türbe 9.40 x 9.40 metre boyutlarında kesme taştan yapılmıştır. Sekizgen kasnak üzerinde bir piramit çatı ile örtülüdür. Türbede Horasan erenlerinden Abdal Musa soyundan beş kişinin sandukası vardır.(3)

            Elmalı Finike çevresi Abdal Musa’nın yaşadığı dönemde Alaiye Beyliğine bağlıdır. Gaybi adıyla da anılan Kaygusuz Abdal Alaiye beylerinden Hüsameddin Mahmud’un oğludur.  Farklı künyelendirenler de vardır.  Seceresi  Karamanoğulları’na  kadar inmektedir.4). Attığı okun ardından Abdal Musa’ya can yoldaşı olmuştur.

            O Abdal Musa’dır ki Gaybi’yi mıknatıs gibi kendine çeker. Bektaşi yolağında “Elifi Tac” Abdal Musa’dan miras kalmış sayılır. Abdal Musa Tekkesinde üç yüzü aşkın dervişin ilimle uğraştığı, kırk aşçının mutfakta hizmet ettiğine dair çok sayıda kaynak vardır.(5).

            Abdal Musa deyince akla daima Elmalı Tekke köyü gelir. Oysa Abdal Musa buraya gelmeden önce o zamanlar Alaiye Beyliğine bağlı olan Finike yakınlarındaki Limira Harabeleri yakınına dergah kurmuştur. Burada Kafi Baba Türbe ve Tekkesi diye bilinen mekan Evliya Çelebi’ye göre Abdal Musa Asitanesidir(6).

            Bu mekan Kafi Baba türbesi olarak ziyaret edilmektedir. Günümüzde Finike Yuvalı köyünün Saklısu mahallesinde bulunan Kafi Baba Türbesinin bulunduğu mevkiinin eski adı Zengeder’dir.

            Buradaki Kafi Baba Türbesi kitabesinde 1815 yılında onarım gördüğüne dair kayıt vardır. (7). Kafi Baba Tekkesinin  Kitabesi’nde Abdal Musa “pir-i sani” lakabı ile anılmaktadır. Abdal Musa Velayetnamesini de hazırlıyan Prof. Dr. Abdurrahman Güzel Finike ve Tekke köyündeki tekkeler ile ilgili olarak şöyle bir yoruma ulaşmaktadır.

            “Elmalı’da Abdal Musa Tekkesi XVI. Asırda kurulmuş olması ve an’anenin yavaş yavaş Finike’den buraya nakledilmiş olması, buna rağmen, Finike dergahında o an’anenin XVII. asır sonlarına kadar devam ettiğini Evliya Çelebi’nin kaydından anlıyoruz(8),”diyor.

            Abdal Musa Velayetnamesinde geçen bir cümle de de Tekke’nin ilk önce Finike Yuvalı köyü yakınlarında, eski adı Zengerde olan Saklısu Mahallesinde olduğunu doğrular.
            “…… Andan Abdal Musa Sultan yaylak dan sahil evine indi. Anda bir Tekke bünyad itdi. O Tekkeyi yaptıkları yirden bir kazan altun çıkardılar….” (9)

            Bu cümle ile Finike yöresinde halk ağzında yaşayan söylence tıpa tıp birbirinin aynıdır. Yöre halkından Hasan Tanal “…. Avlan Gölünden,Avlan Belinden, Aykırca dan, Çatallar dan, Finike’nin yanında Keli Baba diye bir türbe var onun az ilerisinden Bedir Zaman’dan Zengerde ye geliyorlar. Orada sekiz dokuz asırlık bir çınar ağacının yanına Gaygusuz dervişleriyle birlikte konaklıyorlar. Çınarın yanından bir su çıkıyor…”(10)

            Bu cümleden yola çıkılarak diğer tüm sözlü ve yazılı kaynakları birlikte değerlendirdiğimiz de ilk tekkenin Zengerde (Saklısu) da olduğunu çıkarıyoruz. İşte bu mekan bu gün Kafi Baba Türbesi diye biliniyor.

            Abdal Musa günlerden bir gün etrafında bulunanlara nasip dağıtır. Daha sonra oturup eli ile ocağı karıştırır. Abdal Kafi(Kafi) Sultanım, elin yanmaz mı? der. Abdal Musa her bilge tarafından bilinen şu cümleyi söyler.
“Abdallarız, fetalarız, üryanlarız, büryanlarız!” deyince,  yine Abdal Kafi “Acaba bu sultan hangi soya bağlıdır?”  Abdal Musa sultan karşılığı verir.

“Kim ne bilür bizi nice soydanız
Ne bir zerre oddan na hod sudanız
Bizim hususumuz marifet söyler
Biz Horasan mülkündeki boydanız….”(11)

            Hacı Bektaş’Tekkesinde  abdallık mertebesindeki Ayakcı Postu Abdal Musa’nındır. Kimi kaynaklara göre Bursa’nın Fethine katılıp tahta kılıcı ile kale burçlarını ikiye bölen, kara sancaklı Abdal Musa imiş. Onun için olacak Akdeniz yakası Aydın Elleri’nin serdarı, Anadolu’nun Akdeniz’e açılan kapılarından birinde gözcü ve uç dergahın ulusu Abdal Musa’dır. O yalnız andığımız yörenin değil her habibin koçlarını kurban gönderdiği Abdal Musa’dır.

KAFİ BABA

            Daha önceki satırlarda Abdal Musa Dergahı abdallarından Kafi Baba’nın adından kısaca söz ettik. Abdal Musa Sultan’a o ünlü kimlik bildiren nefesi söyleten Kafi Baba ile ilgili en toplu çalışmayı Şevki Koca   yapmış. Şevki Koca Kafi Baba Bektaşi Dergahını döneminin önemli “Seyf-i Meşreb” Tekye’lerinden sayar.
Şevki Koca Baba’nın tespitlerine göre: Kafi baba aslen Alaiye(Alanya)lidir. H.870 M 1454  yılında Hakka yürümüştür. Kabri dergah hazeresine sırlanmıştır. Dergah Cumhuriyet döneminde  hayli tahribat görmüş, kutsal emanetler yağma edilmiştir. Ahmet Sırrı Baba’nın yazdığı “Risalet-ül Ahmediye” adlı dosyada da Kafi Baba’nın gerçek adı “Muhammed Bin Nida-i Kasım” olarak kayıtlıdır.

             Kafi Baba da Seyit Ali Sultan (Kızıldeli) gibi Hurifilikten etkilenmiştir. Nida-i Kasım’a yazdığı “Maarifname-i Nün” adlı eserden dolayı Kafi Baba dendiği rivayet edilmektedir.

            Bu kitaptan kalan birkaç sayfa Şevki Koca Baba’da olup “Vücut Name-i Ademullah” adlı el yazma cönk içinde saklanmakta imiş.

            Menakıbname ve söylencelerde Kafi Baba Abdal Musa’nın kırk dervişinden biridir. Abdal Musa kırk dervişini Kaygusuz’un emrine verip Mısır’a gönderir. O zaman Mısır sultanının verem olmuş bir kızı vardır. Sultan Kaygusuz Abdal’dan kızının sağlığına kavuşması için yardımcı olmasını ister. Kaygusuz Abdal, hasta kızla ilgilenmesi için  Nida-i Kasım’ı görevlendirir. Nida-i Kasım yani Kafi Baba hasta kızı nefes ve nazar eyleyerek kısa zamanda sağlığına kavuşturur. Sevinç ve mutluluk içinde olan Mısır sultanı Kafi Baba yani Kasım Derviş’e bir dileğin var mı? diye sorar. Kasım Derviş (Kafi Baba) nefirini kuşağından çıkarıp, şu nefiri dolduracak kadar yağ verirseniz mutlu oluruz der. Mısır sultanı bu isteği küçümseyerek Mısır’ın bir yıllık yağını nefire boşaltırır, nefir dolmaz. Sultan şaşkınlıkla Kafi derviş, Kafi derviş diye seslenir. Kasım derviş nefiri kuşağına yerleştirir. Taa o günden bu güne kasım Derviş Kafi Baba diye alınır.

            Kafi Baba dergahı ya da Abdal Musa Sultanın ilk tekkesini kurduğu yerde Cumhuriyet dönemine kadar postnişinler tekke hizmetlerini sürdürmüşlerdir. Seyyid İbrahim Baba tarafından Kafi Baba türbesine diktirilen kitabenin metni şöyledir.
“Hü Dost Pir-i sani Hazret-i Abdal Musa hadim-i Gülşan-i zar içre esrar-ı Hakayık mahremi Askeri’dir. Ol şahın devlet-ü eyyamında Kafi Baba dirler idi, iş bu erin namına “Kaf u Nun” la dile geldi, eyledi Hakkel yakın  Seyyid İbrahim Dede ol Pişuva’yı müminiyn Saye-i Sal  mescidinde olmuşum bağdaşnişyn Tariha’dır şeş cihana padşah-ı dide ban” H.1231(M.1815)

            Kafi Baba Dergahı Evkaf kayıtlarında (maalesef) Finike Nakşibendi dergahı olarak kaydedilmiştir(13). Kalemine sağlık, hizmeti Hak için olsun Şevki Koca Baba bizleri Kafi Baba konusunda da karanlıkta bırakmamış.

FİNİKE YUVALI KÖYÜ

            Günümüz Antalya’sının Finike İlçesinin bir köyünün adı Yuvalı. Yuvalı köyü Finike ilçesinin kuzeyinde Gülmez Dağı’nın eteğinde kurulu. Nüfusu iki bini aşkın. Yuvalı merkezinde Yağmurlu Dede ocağı talibi olan Abdal kümeleri oturuyorlar. Abdallar, Kazancılar ve Elekçiler adlı üç akraba topluluklar. Kafi Baba Türbesinin bulunduğu mahallenin adı ise Saklısu. Saklısu mahallesinde Saçıkaralı Yörükleri oturuyorlar. Saçıkaralı Yörükleri Hanifi inançlılar.Saçıkaralı Yörüklerini Haytaların bir obası sayan ve onları da Tencililerle birleştirip değerlendiren araştırmacılar da var.

            Yuvalı Abdalları ile Saçıkaralı Yörükleri Kafi Baba’ya birlikte sahip çıkıyorlar. Benim başkanlığım döneminde başlattığımız Kafi Baba etkinliğine birlikte katkı sunuyorlar. Yuvalı yakınlarındaki Gülmen dağının başında bir yatır var. Bu yatırı yöre insanı “Eren Baba” diye anıyor. Eren Baba’nın asıl adı Nuri Eroğlu imiş. Halveti tarikatı pirlerinden Nebati Ümmi’nin talebesi olan Nuri Eroğlu, Elmalı’lı  Sinan Ümmi’nin de hocası imiş. 1603 yılında ölmüş.

            Saklısu mevkiinde(Zergende)de bulunan Kafi Baba Türbesinin hemen bitişiğinde Hasan Baba’nın bir mezarı var. Sit alanı içinde, altı metre kadar uzunlukta bir koca mezarda yatanı da Bedri Zaman Baba diye adlandırıyorlar. Bedri Zaman Baba’nın da  tekkenişin olma olasılığı yüksek. Yuvalı köyünün Tocak Dağı tarafında çevre yolu altında Bektaş Ağa Bahçesinde bir ulu kavak var. Halk bu ağaca “Eren Kavağı” diyor, kutsuyor, ziyaret ediyor. Köyün doğusunda bulunan yakın zamana kadar kalıntıları olan değirmenden hiç iz kalmamış. Bu değirmene Yuvalılar “Abdal Musa Tekke Değirmeni” diyorlar.

            Yuvalı köyü yakınlarında bir köy Hallac-ı Mansur’dan ya da Halaç topluluğundan ad almış olsa gerek. Günümüzde Hanifi inancında olan bu köyümüzün mezarlığında bulunan Ali Baba da ziyaret edilen yerlerden birisi.

            Yuvalılar geçimlerini seracılık, çalgıcılık ve pazarlamacılık yaparak sağlıyorlar. Yuvalı sakinlerini kısaca da olsa tanımakta yarar var.

          YAĞMUR OĞULLARI  :  Yuvalılardan bir kısmı Demirayak soyadını taşıyorlar. Bu soyadını taşıyan ailelere Karayağmurlu da deniyor. Kütahya – Gediz arasında bir yerleşim yeri de bu ocaktan ad almıştır. Yine Tokat Niksar arasında bir köyde Yağmuroğulları diye tanınan dedelerin ardılları yaşıyor.

            Veli Saltık’ın tespitine göre Yağmuroğulları Ocağı Çorum Misler Ovacığındandır. Şah Şadıllı Ocağı dedeleri Yağmur Ocağı Şadıllı ocağına bağlı diyorlarmış. Dr.Mehmet Yardımcı ise Yağmur Dede Türbesinin Zile’nin kabalcık köyünde yatığını yazmaktadır(14). Yuvalı adı da Türkmen Yörükan Taifesinden bir grup adıdır. Yuvalı cemaatı Tabanlı diye bilinen Bozulus aşiretindendir. Yağmuroğullarından dede soylu Haydar  Demirayak kendi arsasına Murtaza Dinçer Dede’nin de katkıları ile bir cem evi yaptırmış.çini cem adlı güzellik ile doldurmak yöre insanına düşüyor.Bu çalışmayı yaparken buluştuğum Yuvalı gençler büyük bir inanç boşluğu içinde olduklarını ve kendilerine konuşma yapmamı istediler. O cem evinde bu boşluk doldurulmaz ise asimilasyon kapıda demektir.

       YAĞMURLAR Osmanlı  kayıtlarında Türkmen Yörükan Taifesinden,  Sındırgı, Kazası(Karasi Sancağı), Tahtapazarı Kazası (Paşa Sancağı), Tavşanlı Kazası(Kütahya Sancağı), Maraş, Karahisar-ı Şarki, Kütahya, Karasi ve Hüdavendigar Sancakları, Kula Kazası, Tarhala Kazası (Hudavedigar Sancağı) gibi yerlerde kayıtlı görünmektedirler.

            Yağmurluca adlı cemaat ise Ordu ,Rakka, Karaman ve Sivas çevresinde Türkman Yörükan Taifesinden şeklinde kayıtlıdır. Yağmuroğulları ile Yağmurluca aynı yerleşim yerlerinde kayıtlıdırlar. Bir de Yağmuroğlu Ceceli diye bir  cemaatın  adı geçmektedir ki, bu da aynı topluluğun perakende uzantasıdır. (15). XI.Yüzyılın ilk çeyreğinde maveraünnehir çevresinde bulunan Selçuklu’lardan dört boyun başında Yağmur, Buka kızı ve Göktaş adlı beyler bulunmaktaydı(16). Yazır hanı Yağmur Hazerm ile Gürgen arasındaki bölgede hüküm sürüyordu(17). Çin yıllıklarına göre Dokuz Oğuz boyunun birisi Yağmurkar adını taşımaktadır.(18).

            Yozgat ili Çayıralan ilçesine bağlı bir yerleşim yerinin adı Babayağmur’dur. Maraş Yörüklerine tabi olan Araban tayfasına bağlı bir cemaatin adı Kara Yağmur’dur. Bunlar on altıncı  yüzyılda  Behisni Kazasına bağlı Ceysun Nahiyesinde kışlamakta olup 13 hane 1 Mücerret nüfusları vardır. (19).

            Bala, Keskin, Elmalı, Eskişehir Sarıkavak, gibi yerleşim yerlerinde yaşayan Abdal kümelerinin bazıları Yağmuroğulları dede ocağı talibidirler. (20). Antalya Merkez Zeytinköy de Karayağmurlu ocağına bağlı olduklarını söylemektedirler. (Ali Aksüt ‘ün  Abdallarla ilgili alan çalışmasından). Çanakkale Merkez İlçe Elmacık köylülerinin de Yağmurlu ocağı talibi olma olasılığı vardır. Mersin Kuzucubelen köyünün Karaca İlyas Tepesinde Yağmur Dede ziyareti vardır. Rumeli’nde Yağmuroğlu Hasan Baba Zayivesi Tanrı Dağı kurbündedir.(21)

            Yağmurlar Konar göçer yaşam tarzından dolayı küçük gruplar halince çok geniş bir alana dağılmışlardır. Elekçiler Burdur Isparta arasında bulunan Gölbaşı adlı yerleşim yerinden taşınma guruptur. Aksaray ve çevresi ve birçok yerleşim yeri çevresinde Adapazarı, Düzce arasında yarı yerleşik konumdadırlar. Kazancılar ise Çankırı, Kurşunlu çevresinde de bulunan bir Abdal topluluğudur.

            Kazancılar Başbakanlık Arşiv kayıtlarında Kazancı, Kazancılı, Kazgancı, Kazgancılı, Kazgancıyan adları ile kayıtlıdırlar. Bu topluluk yörükan taifesinden yani konar göçer yaşam tarzında olup Adana, Sis, Maraş, Kırşehri, Karahisarı Şarki Sancakları, Gülnar ve Ermenek Kazaları, Samsun ve Bafra kazalarında görülmektedirler. Göçebe Kazganlı (Kazganlu) Türkmanı ise Marmaracık Kazası (Aydın Sancağı) kayıtlarındadırlar.(22). Yağmurlu ya da Karayağmurlular,  Kazancılar, Elekçiler aynı iş ve yaşam tarzını benimsemiş çoğu akraba topluluklardır.

SAÇIKARALILAR :

            Kafi Baba etkinliklerini ilk kez ben Antalya Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanlığını yürüttüğüm dönemde başlattık.  Yönetim kurulu olarak bu etkinliğin Zamanla gelenekselleşmesini arzuluyorduk. Dediğimiz gibi de oldu.

            Anadolu’nun bütün  türbe ve  yatırları bu toprağın her  insanı tarafından saygı görür. Zamanla inançları ayrışmış kardeş toplulukları, birlikte mutlu görmek bizleri de mutlu eder, diye Kafi Baba’ya herkesi çağırdık. Saklısu’da yaşayan Saçıkaralı Yörükler bu çağrıya candan katılım sağladılar, içtenlikli bir destek verdiler. Bana kendinizi anlatın demiştim, anlatmışlardı.

            Saklısu çevresinin eski adı Zengerde’dir. Zen altın ger ise cı ekidir. Altıncı gibi bir anlama gelir. Başbakanlık Arşivi Kayıtlarında Saçıkaralılar şu şekilde kayıtlıdır.
Konar-Göçer Türkman Yörükanı Taifesinden  İshaklı Kazası (Akşehir sancağı), Kazan Kazası(Adana Sancağı), Hamideli, İçel, Teke, Alaiye, Adana, Sis, Aydın, Saruhan, Tarsus, Beğşehri ve Akşehir sancakları, Manavgat ve Düşembe Kazaları(Alaiye Sancağı), Anamur Kazası (İçel Sancağı), Kıbrıs Ceziresi, Uşak ve Denizli Kazaları(Kütahya Sancağı), İlisuluk ve Coruş karyeleri (İçel Sancağının Selinti Kazasında).

            Saçıkaralı cemaati İçel Sancağında iskan edilmiş olup, eşkiyalık sebebiyle 1140 (M.1624) tarihinde Kıbrıs Ceziresine nakl ve iskan edilmişlerdir. Cemaat-ı mezbur, mukaddema Aydın Sancağının hali ve harab mahallerine iskan olunmuşdu”.(23)

            Yörükler hakkında değişik görüşler öne sürülmüştür. Menzek, Yörük ve Türkmenlerin Moğol ardılı olduklarını öne sürmüştür. Lejean gibi birçok araştırmacı ise, Yörüklerin Türkmenlerin soyundan olduklarını yazmışlardır. Oruç Bey Yörükler için “bu Oğuz taifesi göçküncü Yörükler” diye anlatır(24).

            Antalya – Teke yöresinde hemen hemen her Yörük obasından izler vardır. Antalya’ya yaşayan Saçıkaralı ile Hacı Aliler Teke Yörük oymaklarından aynı grubun üyesidirler(25)

            Sonuç : Abdal Musa Sultan’ın Hoy’dan başlayan yolculuğu Akdeniz kıyılarına kadar uzanmıştır. Onunla ilgili anlatılanların büyük bir kesiti Antalya Finike Yuvalı Köyü Saklısu (Zengerde) Mevkii Kafi Baba Türbesi diye adlandırılan mekanda geçmiştir.

            Unutturulmaya çalışılan, unutulmaya yüz tutmuş bir tarihi ve köklü değer yeniden yaşasın düşüncesi ile Kafi Baba etkinliklerini başlattık. Eğer, Abdal Musa ve Kafi Baba gerçeği ortaya çıksın, Yörüğün, Abdalın, Manavın kardeşliği sürsün isteniyorsa saydıklarımızın tümünün ortak değeri, eski tekke ve zaviye kalıntılarının korunmasına da özen gösterilsin.

            Bu bir dilek Yapıcı devlet, yapıcı dernek yetkililerine, Anadolu’nun yıkmasını bilmeyen yapıcı insanına arz olunur. Kim bilir büyüklerimiz neler ihsan ederler bizlere…



Kaynaklar
  1. Abdal Musa Sultan Velayetnamesi Hz.Adil Ali Atalay Cam Y. İst. 1990 - S.114
  2. Age – S.108
  3. Yurt Ansiklopedisi Anadolu Y.İst 1982 C.2 - S.866
  4. Armağan,A.Munis, Ege’nin Gizli Tarihi Horasaniler Tüze Y. Ank. 2001 – S.179
  5. Age. S.142,144
  6. Abdal Musa Sultan Velayetnamesi, Hz.Abdurrahman Güzel TTK Ank.1999 – S.14
  7. Age. S.35
  8. Age. S.56
  9. Age. S.141
  10. Abdal Musa Sultan Velayetnamesi, Hz. Adil Ali Atalay Cem Y. İst. 1990 – S.101
  11. Age. S.28
  12. Age. S.34
  13. Koca, Şevki Akdeniz’de Bir Erenler Ocağı Kafi Baba Bektaşi Dergahı, Cem Der. 2002 Sayı 122
  14. Saltık, Veli  İz Bırakan Erenler ve Alevi Ocakları Ank.2004 – S.239
  15. Türkay,Cevdet  Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğunda Oymak Oba ve Aşiretler Tercüman Y.İst.1979 – S.760
  16. S.C.Agacanov  Oğuzlar  Selenge Y. İst. 2004 – S.284
  17. Age. S.365
  18. Divitçioğlu, Sencer  Kök Türkler  Ada.Y. İst. 1987 – S.181
  19. Taşdemir, Mehmet   XVI. Yüzyılda Adıyaman TTK Ank. 1999 – S.111
  20. Yörükan, Y.Zira Anadolu’da Tahtacılar ve Aleviler Ank. 2002 – S.403
  21. Türkler Ans. C.9 – S.145
  22. Türkay Cevdet     - S.501
  23. Türkay Cevdet Age. – S.638
  24. Hayati Beşirli – İbrahim Erkal Anadolu’da Yörükler Tarihi ve Sosyolojik İncelemeler Ank. 2007 – S.136, 139
  25. Dulkadır, Hilmi İçel’de Son Yörükler Sarıkeçililer Mersin 1997 – S.56

     KAYNAK KİŞİ

     KK :  Haydar  Demirayak Antalya-Finike-Yuvalı 1954 (Yağmur Dede Oğlu)
     KK :  Yaşar  Öncel Antalya-Finike-Yuvalı  Köyü 1938   (Haydar Dede Oğlu)
     KK :  Kerim  Aydınlı Antalya-Finike-Yuvalı-Saklısu  Mah. 1951 (Saçıkaralı)

10 Ocak 2016 Pazar

Demir Baba Tekkesi





Demir Baba TekkesiBulgaristan'ın Razgrad iliKemallar ilçesindende bulunmaktadır. Hasan Demir Baba Pehlivan, 500 yıl önce Deliorman'da yaşamış bir Bektaşî babasıdır birçok keramette bulunduğu anlatılır. Demir Baba'nın adına yaptırılan tekke 19. yüzyılın başlarında Rusçuk Paşası Pehlivan Baba tarafından tamir edilmiş, Macar bilim adamı Feliks Kanits'e göre, Demir Baba türbesi, 1490 yılında yapılmış. Tarihçi Babinger onun Ali Dede adında bir Horasanlı'nın oğlu olduğunu belirtiyor. Zamanla gelip Kemallar(İsperih) bölgesinde Kuvançiler köyüne yerleşmiş. Dağlık ve ormanlık yerde yer alan tekke, Türk–İslam kültürünün tüm motiflerine sahip. Sağ tarafında adak kurbanı kesmek için özel yer vardır. Ufak bir havuz mevcut. Senenin 12 ay'ı da, suyun derecesi aynıdır.
Pehlivan Demir Hasan Türbesi, bugün de, Bulgaristan'ın Razgrad ilinin Kemaller ilçesinin Mumcular köyünde, Bulgaristan Türkleri tarafından en çok ziyaret edilen yerlerden biridir.
Demir Baba Tekkesi'nin bulunduğu Deliorman, Osmanlı'nın Rumeli Eyaleti olan Bulgaristan'ın Kuzeydoğu kesiminde, Rusçuk ile Varna arasında bir bölgedir. Kuzeyi'nde Tuna nehri, batısında Razgrad, güneyinde Şumnu, Yeni pazar ve Pravadi kasabaları, doğusunda Dobruca havalisi bulunmaktadır.
Dobruca Havalisinin Toprağı verimlidir. Bölgede balta girmedik ormanlar vardır. Pehlivanlar, bu ormanların havası ve suyuyla yetişmektedir. Bölge ismini bu ormanlardan almıştır. Buraya Ağaç Denizi de denirdi. Resmi kayıtlardaysa Divane (Deli) Orman diye geçerdi.
Deliorman ahalisi, hemen hemen tamamen Türk'tü. Arada çok seyrek de olsa Bulgar köyleri vardı. Birçok köylerde, yalnızca birer hane Bulgar dükkâncı bulunurdu. Deliorman'daki Türkler, dükkâncılık yapmazdı. "Sen terazi tutma da kim tutarsa tutsun" derlerdi.” Bu kul hakkından çok korkmalarından ileri gelirdi.
Türkler, vaktiyle Anadolu'nun muhtelif yerlerinden hicret ettiri-lerek buralara yerleştirilmişlerdir. Bu bakımdan, birbirlerine komşu köylerin, hatta bir köyün mahallelerinin konuşmalarında telaffuz, şive ve ağız farklılıkları görülürdü. Ayrıca, Kuzey Karadeniz üzerinden gelen Peçenek ve Kuman Türklerinin soyundan gelen Türkler de vardı.
Deliorman'ın havası dillere destan olmuştur. Büyük pehlivanların hep buradan yetişmesi bir tesadüf değildir. Bunda, Deliorman'ın havasının ve vaktiyle kuvvetli ve seçilmiş adamların serhad bekçisi, akıncı olarak buraya yerleştirilmesinin etkisi büyüktür.
1895-98 yılları arasıda Avrupa ve Amerika'da sırtı yere gelmeyen KocaYusuf, Aliço, Kavasoğlu, Şamdancıbaşı, Hergeleci İbrahim, Kazıkçı Karabekir, Kara Ahmet, Katrancı Mehmet, Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Tevfik Ali Pehlivan, Selim Pehlivan, Koç Mehmed Pehlivan, Madaralı Ahmed, Kızılcıklı Mahmud Pehlivan, hep Deliorman ve çevresindendi.
Demir Baba Tekkesi'nde (Spor Akademisi'nde), Evliya Çelebizamanında, 1600'lü yıllarda 150'den fazla pehlivan barınıyordu.
Tekke, Razgrad'a iki saatlik mesafede, Kemaller kazasının Mumcular köyünün batısındaydı.Deliorman'ın göbeğinde, tabiatın çok güzel bir köşesinde, yeşil orman içinde, su kenarına kurulmuştu. Civardaki orman, meşe, gürgen, ıhlamur, karaağaç, dişbudak, fındık, kızılcık başta olmak üzere her çeşit ağaçlarla kaplıydı. Tekkenin alt kısmında dere vardı. Derenin iki tarafında düz bir saha uzanıyordu. Etraf tamamen ormanlıktı. Derenin kuzey tarafında, misafirhane vardı. Mutfak da buradaydı. Getirilen adak kurbanları burada kesilip, başta güreş talebeleri olmak üzere fakirlere dağıtılırdı. Osmanlılar zamanında, Demir Baba Tekkesi'nin ve bu tekkenin kurucusu Pehlivan Demir Hasan Baba'nın türbesinin, ziyaretçisi hiç eksik olmazdı.
Demir Baba Pehlivanlar Tekkesi'ni (Spor Akademisi) kuran Pehlivan Demir Hasan'ın türbesi, derenin güneyinde, dağın eteğindeydi. Türbe, kubbeliydi, içinde Demir Pehlivan'ın sandukası vardı. Osmanlı'nın son zamanında, Babanın pirinçten mamul demir ayakkabıları, kılıcı, sancağı, büyük çakısı, türbenin içindeydi ve ziyaretçilerin çok büyük ilgisini çekmekteydi.
Bunlar, Demir Baba etrafındaki efsanelere nicelerinin ilave edilmesine sebep olmaktaydı. Türbenin önünde soğuk bir pınar vardı. Su taştan çıkıyordu. Rivayete göre, Demir Baba, elini taşa sokmuş, parmağının deldiği yerden su fışkırmış.
Yamacın hemen yukarısında bir hacet taşı vardır, içi deliktir, ondan geçerlerdi. Taşlarda, Baba'nın ve av köpeğinin ayak izleri vardı. Türbenin önünde, birkaç kişinin zor kaldıracağı ağırlıkta bir taş vardı ki, bunun Demir Baba'nın fındık kırma taşı olduğu, söylenmekteydi.
Bir kişinin, böyle bir taşla fındık kırabilmesi için olağanüstü güç ve maharet sahibi bulunması gerekmekteydi. Bu, yalnız maddi güçle başarılabilecek bir iş değildi. Mutlaka manevi güç de bulunmalıydı. Böyle bir kayayla fındık kırma esprisi Yusuf'un çok hoşuna gitti. Bu, güçte ustalıkla bütün dünyaya meydan okuyan bir kişinin yapabileceği bir işti. Fındık kırma taşını, tek başına kaldıranın Pehlivan Demir Hasan Baba'yı göreceği efsane de dile getirilmekteydi.
Pehlivan Demir Hasan Türbesi, bugün de, Bulgaristan'ın Razgrad ilinin Kemaller ilçesinin Mumcular köyünde, Bulgaristan Türkleri tarafından en çok ziyaret edilen yerlerden biridir. 1925 yılında, türbenin Bulgaristan'ın kurucusu kabul edilen Asparuh'un mezarı olduğu iddia edilmiş, Demir Baba'nın cesedinin bozulmadığı, kefenlerinin de İslam dinine göre olduğu görülmüş ve böylelikle burada yatanın Müslüman olduğu mahkeme kararıyla kabul edilmiş. Bulgarlar, sünnetli olup olmadığına bakmak istemiş. Kefeni açmak isteyen üç Bulgar o anda çarpılıp felç olmuşlar ve bunun üzerine böyle çirkin bir işten vazgeçmişler.
Meydan Larousse'deki "Güreş" maddesinde, Demir Hasan Pehlivan'ın aslanla güreşirken resmi vardır. Bugün de, burada, Mayıs ayında Türkler tarafından şehitler günü kutlanmaktadır, Bulgaristan'ın dört bir tarafından Türkler gelmektedir.
Demir Baba, bir alperendir. Gönül ile bileği kaynaştırmıştır. Er Sultan'ın talebesidir. Deliorman halkı tarafından çok sevilir. Babanın yüzlerce menkıbesi anlatılır. Romanya Voyvodasının kanının şişmesi, bundan kurtulmak için tekkeye tuz vakıf yapması gibi menkıbeleri çok meşhurdur.
Evliya Çelebi, Demir Baba'nın, Hacı Bektaşı Veli Hazretleri'nin bağlılarından olduğnu, burayı ziyaret ettiğinde 150 kadar talebe bulunduğu, hem güreş hem de nefislerini terbiye için ilim ve edep çalıştıklarını söylemektedir. Evliya Çelebi, Süleymaniye Camii ile Eski Saray duvarı arasında Serçeşme-i Küştigiran Demir Baba Meydanı namıyle meşhur meydan vardır. Serçeşme-i Küştigiran, başpehlivan demektir. Hâlâ ikindiden sonra bütün tekke pehlivanları o güzel yerde güleşirlee, güleşin Türkçesi güreştir. Bu Demir Pehlivan, Yavuz Sultan Selim zamanında, dört adet yezidi arslanı ile düğüşüp, dördünü dahi ikişer parça eylemiştir" diye yazmaktadır.
Demir Hasan Pehlivan'ın İstanbul'da ne kadar kaldığı belli değil. Ancak, daha sonra buraya gelip Tekkesini kurmuş, bu tekkeye nice vakıfla temin etmiş ve binlerce yiğit pehlivan yetiştirmiştir. Demir Hasan Pehlivan, niçin bura pehlivanlar tekkesi açma ihtiyacı hissetmiştir? Pehlivanlan Rumeli'ndeki ilk piri, Romanya, Deliorman ve Edirne Fatihi Sarı Saltuk'un izini takip edip, bu serhat boyuna yerleşmiş. Yerleşmiş ki, serhatboyunda yiğitler, bileği bükülmezler eksik olmasın.
Tekkeyi ve türbeyi Osmanlı'nın son zamanında, Baba-i âlem diye ün yapan Pehlivan İbram Paşa yenilemişti. İbram Paşa, Rusçuk'ta görevli bulunduğu sırada bu tamir işini yapmıştı. Yöre halkı, kendisine, Pehlivan Paşa, demekteydiler. Pelivan İbram Paşa, 1766 yılında Bozok'ta, (Yozgat) doğmuş. Pehlivan, kahraman bir erkişi olup kahramanlıkları ve yiğitlikleri sebebiyle evvela Kapıcıbaşı, sona Mir'i miran (beylerbeyi) uldu ve 1809'da vezirliğe kada yükseldi. Usmanlı-Urus Savaşı'nda büyük kahramanlıklar gösterdi. Rusçuk Valiliği sırasında, Demir Hasan Pehlivan Tekkesi'ni tamir ettirmiştir. Pehlivan Paşa Baba Destanı'nda Deliorman'da görev yaptığı anlatılmaktadır." İsmail Pehlivan, destandan bir kısım okumuştu.