KARIŞIK

7 Ocak 2016 Perşembe

COGİ BABA

COGİ BABA 




COGİ BABA’NIN KİMLİĞİ HAKKINDA BİR ARAŞTIRMA




Aleviler tarihte pek çok acılar çektiler. İnançları nedeniyle pek çok saldırıya uğradılar, sayısız can yitirdiler. Yitirdiklerini yüreklerine gömdüler, geleceğe taşıdılar, ölümsüzleştirdiler. Şeyh Bedrettinleri, Pir Sultanları, Nesimileri ve daha nicelerini böyle taşıdılar geçmişten geleceğe. Bu kayıplarını hep isimleriyle yad ettiler. Zaman geldi, bir büyük acı daha yaşadılar, o acıda kaybettikleri canlarını, türkülerini bu kez isimleriyle değil o tarihle sırtladılar, geleceğe götürüyorlar.




2 Temmuz’da canlar “türkü” oldu, semaya dizildi.




2 Temmuz’larda türkülerin yakıldığı yerde olmadan duramayan aleviler bir süredir oradan bir başka yere “Cogi Baba”ya uğramadan dönemez oldular ocaklarına.




Canlarının anısına “Cogi Baba”nın suyu başında türkü söyler oldular bir süredir.




Mustafa Sarıgül’ün maddi katkılarıyla yükselen “COGİ BABA KÜLTÜR MERKEZİ ve CEMEVİ”nin yanıbaşında 2 Temmuz’un burukluğuyla canlarla bir arada olmanın mutluluğunu festivalleştirip gelenekselleştirdiler.




Bu güzel etkinlik ilk kez 14 Temmuz 2005 tarihli Radikal Gazetesinde Celal Başlangıç’ın “Cogi Baba Can Veriyor” başlıklı yorum haberiyle Cogi Baba’nın ününü Anadolu’ya hatta yurt dışına taşıyıverdi.




Celal Başlangıç bu haberinde “Cogi Baba kimdir” sorusuna da yanıt arıyordu.




Kimi görsek, "Kim bu Cogi Baba? Ne zaman yaşamış? Nereden gelmiş? Ne yapmış?" gibi sorular soruyoruz. Ama doyurucu bir yanıt almak mümkün değil. Hatta biraz yaşlı olanlar, "Ne yapacaksınız kim olduğunu. İnanın yeter" diye kızıyor.




Böyle anlatıyor Celal Başlangıç tanık olduğu olayları. Kalemine, diline sağlık.




Anlatıyor da, omuzlarımıza da bir sorumluluk yükleyiveriyor. Soruyor, önüne gelene, “Cogi Baba kimdir” diye ve sorusu ortada kalıyor. Bu sorunun yanıtını vermek Cogi Baba”lılara düşer. Madem Cogi Baba köyü her yıl 2 Temmuz’da yakılan türkülerini yad eden Alevilere bir günlüğüne ev sahipliği yapacak, ve madem bu misafirlik Cogi Baba’nın hatırınadır, bu sorunun cevabı da verilmeli.




Celal Başlangıç “kimdir Cogi Baba” sorusuna aldığı bazı yanıtlara yer vermiş yazısında.




Bazıları, Cogi Baba Horasan'dan gelen erenlerden biri. Soyu Sülale-i Ehlibeyt'e dayanır. 12 İmamların neslindendir" diyor.




Rıfat Işık'a göre Cogi Baba adını bu yörede yaşayan Rumlar ve Ermeniler vermiş. Çok iyi kılıç kullanan, aynı zamanda filozof olan, adil bir yargıç olarak sorunları çözen, halkın derdine deva olan diye tanınıyor.




Celal Başlangıç’ın yazısına bir internet forumunda şöyle bir itiraz geliyor. “Yazar, Cogi Baba'nın kim olduğunu kimsenin bilmediğini yazıyor. Oysa ...İmranlı ve Köyleri Kültür Dayanışma Derneği yöneticilerine sorsaydı Cogi Baba'nın kim olduğunu öğrenirdi. Cogi Baba’nın asıl adının Kasım Cogi olduğunu, “




Bir gazete haberi ve bir eleştiri yorumda Cogi Baba’nın kimliğine ilişkin üç farklı anlatım çıkıyor karşımıza.




Bazıları, “Cogi Baba Horasan'dan gelen erenlerden biri. Soyu Sülale-i Ehlibeyt'e dayanır. 12 İmamların neslindendir" diyor.




Kimi “Cogi Baba adını bu yörede yaşayan Rumlar ve Ermeniler vermiş. Çok iyi kılıç kullanan, aynı zamanda filozof olan, adil bir yargıç olarak sorunları çözen, halkın derdine deva olan diye tanınıyor,” diyor.




Kimi ise “Cogi Baba’nın asıl adının Kasım Cogi olduğunu, bir özgürlük savaşçısı olduğunu” söylüyor.




Burada “Kasım Cogi” adını aklımızda tutarak irdelemelerimizi sürdürüyoruz.




Her üç anlatım da kendi içlerinde doğruları ve yanlışları barındırıyor.




Cogi Baba’nın kimliği hakkında ilk detaylı inceleme denemesini köyümüzün büyüklerinden Sn. Hüseyin Özten Yünören Köyü İncelemesi adlı kitabında yapmıştır. Özten Kitabında yazılı bir kaynak bulunmadığını, belirtmiş, anlatımlar, varsayımlar ve rivayetlerin ortak noktalarına dayanarak gerçeğe yakın bir sonuca ulaşmanın mümkün olduğu düşüncesiyle hareket etmiş ve rivayet ve anlatımlardan üç tanesini ele alınmaya değer bulmuştur.




Hüseyin Özten’in anlatımları, kitabından naklen internet sayfalarında yaygın olarak yer aldığından burada ayrıntıları üzerinde durmayacağız. Ancak kendilerinin Seyyid el Kirzi hakkındaki bahsi yazımız açısından önem taşımaktadır.




Hüseyin Özten, Cogi Baba’nın Erzincan’ın İliç ilçesinde bulunan Seyyid el Kirzi türbesinde seceresi bulunduğu yönündeki duyumlar üzerine yaptığı araştırmada bunu doğrulayacak belgeye ulaşamadığını anlatmaktadır.




Konuyla ilgili olarak İliç Kaymakamlığının resmi internet sayfasında yer alan şu bilgiler Hüseyin Özten’in açıklamalarıyla önemli ölçüde örtüşmektedir. Bu bilgilerden secerenin varlığının resmi olarak kabul gördüğünü anlıyoruz.




(Burada yer alan tarihlere ilişkin Bilgilerle yukarıda ismi telafuz edilen Kasım Cogi hakkında Fuat Köprülü’nün kitabında karşılaştığımız ve aşağıda ayrıntılı olarak açıklayacağımız tarihlerin aynı döneme denk gelmesi Hüseyin Özten’in anlatımlarının doğruluğunun bir kalemde yadsınamayacağını ortaya koymaktadır.)


Kaymakamlığın internet sayfasında Seyyid Seyh Hasan El Kirzi’nin Hayatı şöyle anlatılmaktadır.


Sultan Alparslan’ın Malazgirt Zaferinden (1071) sonra Anadolu içlerine Doğu ve Güneydoğu İslam Aleminden Anadolumuzu İslamlaştırmak Bizansı buralardan temizlemek için Horasan, İrak, İran,Türkistan ve Buharadan birçok veli Dervişler bir kısım şehir ve uç beylere kadar gelip yerleşip faaliyetlerini buralarda sürdürmüşlerdir.


Bu şeyh ve velilerden biriside Balkaya (Kirzi) köyünde meftum bulunan Seyyid Seyh Hasan El Kirzi dir.Horosan Bölgesinden Kemah’a gelmiştir.Burada yerleştikten bir müddet sonra Kemahın ileri gelenleri ve Devlet Yetkililerinin huzurlarında kendi mezhebini isbat edip Peygamberler sülalesinden (Ehli Beyt’ten) geldiğini ve Hz.Hüseyinin 27’nci torunu olduğunu kanıtlamıştır. Kemahın ileri gelen devlet yetkilileri Şeyh Hasan’ın Elhi Beyt neslinden geldiğini ve Büyük Bir Veli (Allah Dostu) olduğunu anladıktan sonra bu Zatı Kirzi Kariyesi (Balkaya Köyü) ne göndermişlerdir. Ayrıca Seyyit Şeyh Hasan El Kirzi bu topraklara gelirken Kemah’taki devlet yetkilileri tarafından bu toprakların her türlü tasarrufunun kendisine verildiğini 850 yıllık seceresi (Soy Kütüğünden) anlıyoruz.


Bu bilgiler yazımızın ilerleyen bölümlerde başka kaynaklardan aktaracağımız bilgilerin mantıksal olarak bütünleşmesine katkı sağlamaktadır.


Hüseyin Özten Cogi Baba’nın kimliğiyle ilgili iki farklı bakış açısına işaret ettiğini düşündürten, Köyün büyüklerinden Hüseyin Korkmaz’dan naklen şöyle bir olay anlatmaktadır.




“1930’lu yıllarda Mahmut Demir’in evindeyken Karacaören Nahiye Müdürü geldi. Cogi Baba hakkında bilgi istedi. Mahmut Demir, Sabeye bakmakla görevli ailenin Avşar köyünde şıhlar olarak anıldığını, onlardan bilgi alınabileceğini anlattı. Müdür bu ailenin büyüğü olan Şıh Hüseyin’i acele getirtti. Sert ve kırıcı davranan müdür karşısında Şıh Hüseyin’in bocalayarak Cogi Baba’nın 11. imam Hasan ül Askeri’nin torunu olduğunu ve kendilerinin Cogi Baba’nın soyundan olduklarını anlattı. Müdür, soyağacı, şecere gibi birşeyler istedi. Şıh, Hacı Bektaş dergahından onaylı bir belge gösterdi. Belge, Şıh ailesinin Cogi Baba türbesinin hizmet ve korumasını yapmakla görevlendiriliğine ilişkin bir icazetname idi. Müdür bunun Cogi Baba’yı tanıtan bir belge olmadığını, halkı kandırıp sömürmek için uydurulmuş bir belge olduğunu sert ve kırıcı bir üslupla söyleyip hakaret etti. O yıllar tekke, zaviye ve türbelerin kapatıldğı ve ziyaretgahların yasaklandığı yıllardı. “




Gerçekten de Avşar Köyünden Şıh ailesinin elinde böyle bir belge bulunduğu söylentisi yaygın olmakla birlikte bugüne kadar bu belgenin kendisini görmeyi, mahiyetini öğrenmeyi başaramadık.




Hüseyin Özten’in Kitabıyla aynı günlerde Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisinin Haziran 2003 tarihli VII. Cildinin 1. Sayısında Doçent Dr. Ahmet Gökbel İmzalı “İmranlı’nın İnanç Coğrafyası Ve İlçedeki Ziyaret Yerleri İle İlgili İnanç Ve Uygulamalar” başlıklı inceleme yazısı yayınlanmıştır. Bu yazıda Cogi Baba ve Cogi Baba Çeşmesi hakkında şu bilgilere yer verilmektedir.


Cogi Baba: Avşar Köyü sınırları içinde yer alan Cogi BabaTürbesi, konum itibariyle köyün güney batısında bulunur. Türbe içinde Cogi Baba’ya ait olduğu belirtilen bir mezar vardır. Ayrıca türbe içerisinde duvarda asılmış bir Kuran-ı Kerim, On İki İmama ve Hz. Ali'ye ait olduğu söylenen resimler bulunmaktadır.


Edindiğimiz bilgiler ve gözlemlerimiz, türbenin çevrede herkes tarafından bilindiği ve yoğun bir ziyaretçi akınına uğradığını göstermektedir. Cogi Baba'nın hayatı hakkında o çevredeki insanların anlattıklarından başka kesin bir bilgiye ulaşmamız mümkün olmadı. Bölgedeki insanların anlattıklarına göre, Coğ Baba ya da Cuva Baba diye de bilinen Cogi Baba, Horasan erenlerinden aynı zamanda Battal Gazi'nin askerlerinden olan kahraman bir erdir. Burada Ermenilerle yapılan bir savaşta şehit olduğuna ve bugünkü türbenin bulunduğu yere gömüldüğüne inanılmaktadır. Ayrıca Cogi Baba’nın, Abbasiler zamanında yaşanan fetih hareketleri sebebiyle bu bölgeye gelip burada şehit olduğunu söyleyenler de vardır.


Cogi Baba’nın, Zara’nın manevi mimarı ve koruyucusu olarak kabul edilen Şeyh Merzubân Veli hazretleri gibi Sülâle-i Resul’den olduğu şeklinde de rivayetler vardır. Zira Osmanlılar döneminde Seyyid olanlara, sancak verilmesi âdettendi. Bu nedenle Osmanlı Devleti, Cogi Baba’nın torunlarına, ellerindeki şecereye binaen sancak verdiği ancak söz konusu sancağın daha sonra Şarkışla'nın Ağcakışla bucağına bağlı Alaman köyüne götürüldüğü ve şu anda elde mevcut olmadığı anlaşılmaktadır....”


Bu makalede Cogi Baba hakkında yöre insanından sorulmak suretiyle derlenen bilgiler bir araya getirilmiş olup Cogi Baba Türbesi ve Çeşmesi hakkında bilgilerin tamamı yöre insanının görüşleriyle uyuşmaktadır.


Cogi Baba pek çok yazı ve incelemenin konusu olmuştur.




Zara Haber adlı kültür ve haber dergisinin “Zara’da Ziyaret Yerleri” Başlıklı yazısında Cogi Baba başlıklı bölümde şunları okuyoruz.




“Cuva ( Coği ) Baba Ziyareti : Bu türbe, bugün İmranlı ilçesi Karacaören bucağı sınırları içerisinde kalmasına rağmen, mevki itibarıyla Karasırt köylerine, Kömüşlük, Kızılkale, Girit’e çok yakındır. Bu bakımdan Zaralı köylüler tarafından da ziyaret edilir. Cuva Baba, köy muhtarı Halil Şenol’un ifadesiyle Horasan’dan gelmiştir. Şeyh Merzuban Veli gibi Sülale-i Resuldendir. Zira “seyyid” olanlara Osmanlılar döneminde “sancak” verilmesi adettir. Ellerindeki “şecere”den dolayı Cuva Baba’nın bu köyden Şarkışla’nın Alman köyüne yerleşen torunlar olduğu sanılmaktadır.




Türbenin biraz aşağısında şifalı olduğuna inanılan soğuk bir su çıkar. Çevre köylerden türbeye her mevsimde çok sayıda ziyaretçi gelir. Adak kurbanları kesilir, yemek pişirilir, köy halkına ve ziyaretçilere dağıtılır. Köylülerin söylediklerine göre, bir derdi veya hastalığı olanlar, çocuğu olmayanlar, özellikle felçli hastalar, türbeyi ziyaretten sonra Allah’ın, izni Seyyit Cuva Baba’nın himmetiyle şifa bulurlarmış”


Tarafımızdan yapılan araştırmalar sonucunda Cogi Baba adının geçtiği tarihi kıymeti olduğuna kanaat getirdiğimiz başkaca iki adet belgeye daha rastlanmıştır. Bunlar iki önemli Halk Ozanı’nın deyişleridir. Bunlardan birincisi Kul Himmet’tir.


Kul Himmet ve Kul Himmet Üstadım konusunda bugüne kadar en önemli çalışma, Türk folklorunun önde gelen isimlerinden İbrahim Aslanoğlu tarafından gerçekleştirilmiştir. Aslanoğlu, çalışmasında şiirleri mahlaslarına göre ayırmış, gerek şiirlerinden gerekse tarihi vesika ve derlemelere dayanarak bu isimler hakkında yorum ve değerlendirmeler yapmıştır.


Kul Himmet, XVI.-XVII. yüzyıllarda yaşamıştır. Mezarı, doğduğu yer olan Tokat'ın Almus ilçesinin Görümlü köyündedir. Köylüleri onu, Bektaşi tarikatinin Erdebil Tekkesi'ne bağlı Safeviye koluna bağlar. İnancından dolayı çileli bir hayat geçirmiş, zindana atılmıştır. Ölümüyle ilgili kesin bilgiler olmamakla beraber, uzun süre kaçak yaşayıp köyünde vefat ettiği tahmin edilmektedir.




Kul Himmet’in Arif Sağ tarafından ölümsüzleştirilen şu deyişini bilmeyen alevi yoktur.




Pir bugün bize geldi,


Gülleri taze geldi,


Önüsüre Kamber'i,


Ali Mürteza geldi.


La İlahe İllallah,


Hak La İlahe İllallah.



Kul Himmet Üstadım’ın pek çok yatırı ve ziyareti saydığı çok uzun bir şiiri bulunmaktadır. Bu şiirde Cogi Baba hakkında yazılmış bulunan bölümü şöyledir.


Kara Cöğü Gonca gülün harmanı,


Ahmet Dede okur aşkın fermanı,


Pire Dede yetmiş Derdin dermanı,


Karlık Baba peyik salmış erlere.




Onaltıncı, onyedinci yüzyılda yaşadığı sanılan büyük alevi ozanı Kul Himmet’in bu şiirinde Cogi Baba’dan bahsediliyor olması, Cogi Baba’nın günümüzden yaklaşık 400 yıl önce de bugünkü kadar ünlü bir şahsiyet olduğunu ortaya koymaktadır.




Cogi Baba adının deyişlerinde geçtiği ikinci Halk Ozanı Aşık Karaoğlan’dır. Cumhuriyet Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Dç. Dr. Doğan Kaya tarafından kaleme alınan “Aşık Karaoğlan’ın Şiirlerinden Babalar” başlıklı makalesinden Aşık Karaoğlan hakkında şunları öğreniyoruz.


“XVIII. yüzyılın en büyük ozanlarındandır. 1690’de Zara’nın Akören köyünde doğmuştur. 1765 yılında Akören’de vefat etmiştir.


Daha ziyade yaşadığı coğrafyada ün kazanan Karaoğlan’ın anlatımı duru ve sadedir. Şiirlerinde Anadolu Türkçe’sini nakış nakış işlemiştir. Dili o kadar sadedir ki, şiirlerini okuyanlar onu günümüz şairlerinden birisi sayar. Karaoğlan sürgüne gönderilenler arasındadır ve Tokat’ta sürgün edilmiştir. Bu yüzdendir ki, kimi zaman Karacaoğlan’daki sevgi derinliğini, kimi zaman Dadaloğlu’ndaki coşkuyu, Seyranî’deki pervasızlığı, Ruhsatî’deki Anadolu insanının tabiiliğini ve saflığını, kimi zaman da Yunus’taki inancın güzelliğini ve zenginliğini yakalamıştır. Pek çok şiiri tespit edilemediği için kaybolmuştur. Elimizde üç yüz kadar şiiri mevcuttur. Bunların orijinali Eymir köyünden Molla Hasan’da idi. Vefatından sonra çocuklarının eline geçmiş ve onlar da Almanya’ya gitmişler. Şiirleri Molla Hasan, Latin alfabesine aktarmıştır. Mevcut şiirleriyle dahi hak ettiği dereceyi alacağına inanıyoruz. Şiirleri yaşadığı zamanı aktarması yönünden bir bakıma belge hüviyetindedir.“


Yazar Doğan Kaya, şiirlerde adı geçen tüm babalar hakkında tek tek bilgi verirken Cogi Baba hakkında „Karacaören civarında yatmaktadır“ şeklindeki açıklamayı yapmaktadır.




İçinde Cogi Baba (Cuva Baba) adının da geçtiği bu uzun şiirin konumuzla ilgili bölümünü aşağıya alıyoruz.




Erenlerin sözü gerçek


Ab-ı hayat doldur içek

Derdime çare pir köçek

Cuva Baba derman eyle








Şeyh Merzuban, Seyit Cuva pirimiz


Adem Veli, Hasan Baba dürümüz


Pir Köçek’tir esrarımız sırrımız


Gönüller sultanı Bahattin Veli




Aşık Karaoğlan’ın şiirlerinde Cogi Baba’nın adı iki yerde geçmektedir. Bunlardan birinde Cogi Baba’nın adı Zaranın Manevi Kurucusu olan, inanışa göre Sülale-i Resul’den olan Horasan Ereni Şeyh Merzuban’ın adı ile bir arada zikredilmektedir. Bu dörtlükte Cogi Baba’nın “seyit” olduğu da vurgulanmıştır.




İkinci bahiste ise “Erenlerin sözü gerçek, Ab-ı hayat doldur içek” şeklinde bir beyitin devamında Cogi Baba adına yer verilmiştir. Bu beyitte geçen “ab-ı hayat” Cogi Baba çeşmesi akla geldiğinde coğrafi ve tarihi bilgilerimizi çarpıcı bir şekilde teyit etmiş olmaktadır.


Cogi Köyünden Sabit Yılmaz’ın tespit ettiği ve tarafımıza ilettiği bir bilgi de İsmet Miroğlu’nun kaleme almış bulunduğu “Kemah Sancağı Tarihi” adlı kitabın 82. sayfasında karşımıza çıkmaktadır. İmranlı’nın hemen tüm köylerinin Osmanlı kayıtları üzerinden tarihçelerinin özetlendiği bu kitapta adı “Çoğu” şeklinde ifade edilmiş bulunan köyün “Cogi” köyü olduğu anlaşılmaktadır. Yani Cogi köyünün bundan 485 yıl önceki adının da bugün bilinen “Cogi” adıyla aynı olduğu İsmet Miroğlu’nun çok büyük emek sonucunda ortaya koyduğu bu eserinden kuşku götürmez biçimde anlaşılmaktadır. İsmet Miroğlu’nun bu çalışmasında köyün nüfusunun 1530’da üç türbedar, 1568’de 6 hane, 6 evlenmemiş erkek, yine 1591 yılında 6 hane ve 6 evlenmemiş erkek olduğunu öğreniyoruz.


Bu vesikanın işaret ettiği tarihten önceki 400 yılı aşkın dönemde hiçbir kaynakta Cogi adıyla karşılaşmıyoruz. Yukarıda aklımızda tutmak için altını çizdiğimiz “Kasım Cogi” adının izini sürdüğümüzde, bu isimle Fuat Köprülü tarafından kaleme alınan İlk Türk Mutasavvıfları adlı kitabın (Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar – M. Fuad Köprülü – Akçağ Yayınları 2003) Ahmet Yesevi’nin hayatının anlatıldığı bölümde karşılaşıyoruz.


Fuat Köprülü’nün kitabında Kasım Cogi hakkında aşağıda ayrıntılarına yer vereceğimiz bilgilerin var olduğunu eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş’in Vatan Gazetesinde 2.11.2004 tarihinde yayınlanan “Makam Sahibi Bir İmam” başlıklı makalesinden öğrendik. Bu makalede Cogi adı tıpkı köyümüzün adı gibi C O G İ şeklinde türkçeye çevrilmiştir. Cogi sözcüğünün bu şekilde Süleyman Ateş gibi eski yazı konusundaki bilgisi tartışma götürmez bir bilim adamı tarafından ortaya atılmış olması buradaki görüşleri kaleme alma cesaretimizi artırmıştır.


Ağdalı bir dille kaleme alınan kitaptaki satırlarda Kasım Cogi hakkında şu bilgileri ediniyoruz.




Türk Tasavvufunun kurucusu kabul edilen Ahmed Yesevi Hoca Yusuf Hemedani adlı kişinin üçüncü halifesidir. Ahmed Yesevi gibi Cogi adının geçtiği metni kaleme almış bulunan Abdülhalık Gucduvani de Yusuf Hemedani’nin dördüncü halifesidir.




504 Ramazanının on birinci Çarşamba (25 Mart 1110) günü Sultan Sencer Semerkand’de bulunan Kasım Cogi’ye bir mektup göndererek Şeyh Yusuf Hemedani hakkında bilgi ve duygularını bildirdikten sonra, tekkenin dervişleri için 50.000 altın gönderiyor ve Allah’ın gösterdiği doğru yoldan ayrılmayan bu büyük şeyhin hayat tarzını bildirmelerini ve şeyhten kendisi için Fatiha niyaz etmelerini ilave ediyor.




Şeyh Yusuf bu esnada müridleriyle görüşmek üzere Hoca Abdullah Berki’nin hücresine gelmiştir. Hoca Hasan Endaki, Hoca Ahmet Yesevi, Hoca Abdü’l-Halık Gucduvani ve daha başkaları hep orada hazırdırlar.




(Cogi’nin) Müritleri Sultan Sencer’in arzusunu bildirdiler, o da onun işi için bir Fatiha okumuştur..




Sonra Sultan Sencer’e gönderecek yanılgıdan ve hatadan başka bir fiili olmadığını söylemiştir.




(Kasım Cogi’nin) dervişlerinin ricası üzerine “Şer’i Nebevi’ye uygun bizde ne gördünüzse yazınız” demiştir. Bu müsaadeye dayanarak dervişler onun yaşantısını yazıp Sultan Sencer’e (Büyük Selçuklu Hükümdarı) gönderdiler.




Daha hayatında Abdü’l-Halık Gucduvani ondan halifelerini sormuş, ve şu cevabı almıştı.




“Benim halifem Hoca Abdullah Berki olacak, ondan sonra Hoca Hasan Endaki, ondan sonra da Ahmed Yesevi olacaktır. Hilafet nöbeti Ahmed Yesevi’ye erişince, Türkistan Vilayetine sefer edecek ve halife sen olacaksın.”




Gerçekten de öyle oldu. Vefat edeceği gün, arkasını miraba verdi, ashabına su ısıtmalarını emretti, sonra yüzünü dört halifesine ve orada hazır bulunanlara dönerek “Makamınızda Abdullah Berki’yi bıraktık, ona uyunuz, karşı gelmeyiniz. Sultan Sencer için (Kasım Cogi’nin dervişleri aracılığıyla) yazdığımız adabı müridlere ve ashabınıza söyleyiniz” dedi ve Ahmed Yesevi’ye dönerek Sure’i Fatır’ı, Yasin Suresini, Ve’n-Nazi’at suresini okumasını emretti. Hatm bitince, bir feryattır koptu, ...




Devrinde büyük şöhret kazanan Yusuf Hemedani gözlerini kapadığı zaman, onun geniş şöhretinden bir çok şeyler halifelerine de geçmiş, onlar da az zamanda büyük bir ün kazanmışlardı.r




Anlatımdan çıkan özet sonuca göre, Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Sencer’in Kasım Cogi’yi,Türk Tasavvufunun Kurucusu Ahmed Yesevi’nin Selefi olan Hoca Yusuf Hemedani hakkında kendisine bilgi getirmek üzere görevlendirecek kadar kendisine güven duyduğu bir kişilik konumunda karşımıza çıkarmaktadır. Çok iyi bilinmektedir ki, Hacı Bektaşı Veli başta olmak üzere Türk tasavvufunun kökleri Ahmet Yesevi’ye uzanmaktadır. Selçuklu Sultanı Sencer Ahmet Yesevi’nin selefi Yusuf Hemedani hakkında güvenilir bilgileri Kasım Cogi’den istemekte, kendisine bu amaçla görev vermekte, bu görevlendirmenin nedeninin Kasım Cogi’nin şahsına duyulan sonsuz saygı ve güven olduğu mektupta vurgulanmaktadır. Kasım Cogi’nin bu saygınlığının ve güvenilirliğinin Yusuf Hemedani nezdinde de geçerli olduğu anlaşılmaktadır.




Yine Sultan Sencer’in Kasım Cogi’ye tekkenin ihtiyaçlarının karşılanması için ellibin altın gönderdiği anlaşılmaktadır. Bunun o günün koşullarında çok büyük parasal destek anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Bu da Kasım Cogi’nin büyük maddi destek gerektiren geniş bir müritler topluluğuna sahip olduğunu ortaya koymaktadır.




Kasım Cogi’nin Sultan Sencer’in arzusu doğrultusunda Müritlerini Yusuf Hemedani’nin yaşayışını tespit ederek rapor etmek için görevlendirdiği, bu müritlerin de Yusuf Hemedani ve orada bulunanlar tarafından büyük saygıyla karşılandıkları anlaşılmaktadır.




Fuat Köprülü, kitabının dipnotunda tarihte Cogi adının ilk kez geçtiği Hoca Abdü’l-Halık Gucduvani, Makamat-ı Yusuf Hemedani ünvanlı risalesi adındaki bu eserle ilgili olarak verdiği bilgileri özetleyerek günümüz Türkçesine çevirdiğimizde şu bilgileri ediniyoruz.




Fuat Köprülü’nün anlatımlarına göre, risale, “Tibyan’ı-vesail” adındaki bir kitabın üçüncü cildinin sonunda eklenmiş farsça bir yapıttır. Fuat Köprülü bu yapıtın eski bir nüshasını elde edememiştir. Es’ad Efendi Kütüphanesinde kayıtlı risaleleri görememiştir. Eldeki risalenin hayal mahsulü mü, yoksa tarihi değerde bir belge mi olduğunu anlamak için layıkıyla incelemiştir. Bazı yönlerden risalenin verdiği bilgilerle başka kaynaklar arasında çelişki bulunduğunu belirlemiştir. Örneğin Yusuf Hemedani’nin sülalesinin hayali olarak İmam Azam’a çıkarılmış olduğunu ifade etmektedir. Doğum tarihinin de yanlış olduğunu açıklamaktadır. Bunların yanında otuz iki kere hac ettiği, onbin hatım indirdiği gibi abartmalar da mevcut olmakla birlikte Fuat Köprülü bunları Şeyhine inanan bir mürid için olağan görmektedir. Risalenin varlığından kuşkuya düşüren bu gibi birkaç şeyin asırlar boyunca herhangi bir mürit tarafından eklenmiş olabileceğini belirtmektedir. Fuat Köprülü, Risalede Abdulhalık Gucduvani’nin bizzat kendi hakkındaki anlatımları ve Yusuf Hemedani’nin halife, adet ve tabiatları hakkında verdiği bilgilerin diğer kaynaklarla tamamiyle uyuşmakta olduğunu ve onları harikulade bir şekilde tamamladığını belirtmektedir. Fuat Köprülü Risalenin Abdulhalık Gucduvani tarafından yazıldığına ancak eldeki nüshanın muhtelif müstensiplerin elinden geçe geçe bozulup bazı değişikliklere uğradığına hükmetmekte, bu Risalenin başka pek çok yapıta kaynaklık etmiş olmasını bu görüşünün teyidi olarak ortaya koymaktadır.




Cogi Baba’nın asıl adı olarak makalemizden önce başkalarınca ifade edile “Kasım Cogi” hakkında bulabildiğimiz ve Fuat Köprülü gibi bir büyük tarihçinin imzasını taşıyan bu eser dışında başkaca herhangi bir kaynakta “Cogi” adına (konu hakkında bizden önce araştırma yapan kişiler gibi tarafımızdan da) tesadüf edilmemiştir.




Esasen Cogi Baba hakkında araştırma yapan hemen herkesin hiçbir yazılı belgede “Cogi” adına rastlamamış olması, yukarıda aktarılan metinde adı geçen “Kasım Cogi” ile bu makaleye konu “Cogi Baba”nın aynı kişiler olması ihtimalini son derecede güçlendirmektedir.




Makalemizin yukarıdaki kısımlarında irdelediğimiz bir iki küçük istisna dışında Türkiye’de bugüne kadar yazılmış hiçbir araştırma, inceleme, tarih, edebiyat vb. konulu yapıtta “Cogi” adının geçmemiş olması, bu adın sadece “Cogi Baba” türbesinde, Cogi Baba Çeşmesinde ve de Sadece Fuat Köprülü’nün yukarıda bahsi geçen kitabında “Kasım Cogi” şeklinde ifade edilmiş olması, Cogi Baba ile Kasım Cogi’nin aynı kişiler olması dışındaki ihtimalleri zayıflatmaktadır.




Araştırmamızda buraya kadar aktardığımız kaynaklarda yer alan pek çok bilgi de bu tespiti destekler yöndedir.




Fuat Köprülü’nün kitabından aktardığımız bilgiler, Sultan Sencer tarafından Yusuf Hemedani hakkında bilgi toplamak üzere 1110 yılında görevlendirdiği anlaşılan Kasım Cogi’nin miladi 1050 –1150 yılları arasındaki bir dönemde yaşamış olabileceğini göstermektedir.




Hüseyin Özten’in Yünören Köyü İncelemesi adlı kitabında bahsedilen Şeyh Hasan Kirzi’nin türbedarlarının 850 yıllık soy kütüklerinin bulunduğu yönünde İliç Kaymakamlığının internet sayfasında yer alan bilgi bizi Kasım Cogi’nin yaşamış olabileceği yıllara götürmektedir. Günümüzden 850 yıl öncesine gidildiğinde Kasım Cogi’nin yaşamış olabileceği 1150’li yıllara ulaşılıyor olması yöre insanının Cogi Baba ile Şeyh Hasan Kirzi’nin yakınlıklarına ilişkin inanışlarının da teyidi gibidir.




Yine bütün anlatımlarda Cogi Baba’nın Horasan kökenine işaret edilmesi, bugün İran sınırları içinde bulunan (Kasım Cogi’nin 1110 yılında bulunduğu) Semerkand ile Horasan’ın birbirlerine ne kadar yakın kentler olduğu dikkate alındığında bu bilgilerin doğruluğu daha da güçlenmektedir.




Bu yıllarda Horasan’dan Cogi Baba’nın türbesinin bulunduğu yöreye pek çok mutasavvıfın gidip geldikleri de gerçektir.




Fuat Köprülü’nün kitabına konu risaleyi kaleme almış bulunan Abdülhalık Gucduvani’nin esasen Malatyalı olması (Ahmet Şafak – Bir Veli – Hace Abdulhalık Gucduvani – Beyan Dergisi) da bu tespitimizi güçlendirmektedir. Yani aynı dönemde yaşamış bulunan Abdülhalık Gucduvani nasıl ki Malatya yöresinden Horasan yöresine gitmiştir, aynı şekilde Kasım Cogi de bu bölgeden bugün Cogi Baba türbesinin bulunduğu yere gelmiş olmalıdır.




Yukarıdaki anlatımlarda adı geçen Zara ilçesinin kurucusu sayılan Horasan kökenli olduğuna inanılan Şeyh Merzuban ile Cogi Baba arasında yöre insanınca varlığına inanılan yakınlık da bütün bu ihtimalleri kuvvetlendirecek yöndedir.




Hüseyin Özten Yünören Köyü İncelemesi adlı kitabında Cogi Baba Türbesinin yöre insanı arasındaki diğer adının “sabe” olduğunu, bunun “sahabe” anlamına geldiğini, bunun da Cogi Baba’nın Peygamber’in devrinde yaşamış, Peygamber’i tanımış biri olduğuna işaret ettiğini ifade etmektedir. Kasım Cogi’nin 1100’lü yıllarda yaşadığı anlaşıldığına göre, kendisinin bizzat Sahabe’den olmadığı ancak Sahabe’den olan kimselerin soyundan olabileceği akla gelmektedir.




Yine Ahmet Gökbel, yukarıda aktardığımız makalesinde; Cogi Baba’nın, Zara’nın manevi mimarı ve koruyucusu olarak kabul edilen Şeyh Merzubân Veli hazretleri gibi Sülâle-i Resul’den olduğu şeklinde de rivayetler bulunduğunu ifade etmektedir. Bu bilginin Cogi Baba Köyü Muhtarı Halil Şenol tarafından Zara Haber adlı dergiye ifade edilmiş olması bu inanışın yöre insanı içinde yaygın olduğunu göstermektedir.




Dedelerin en önemli özelliği seyyit olmalarıdır. Yani soylarının mutlaka 12 imamlara ulaşması, buradan ve Ali ve Muhammet’te karar kılmasıdır. (Karaoğlan şiirlerinde Cogi Baba’nın “seyit” olduğu günümüzden yüzlerce yıl önce dile getirilmiş olmaktadır)




Cogi Baba türbesinin bir adının da Sahabe olması ve kendisinin Sülale-i Resul’den olduğu şeklindeki inanış ve bilgiler Alevi Dedelerin Peygamber Soyundan oldukları inanışıyla paralellik göstermektedir.




Peki, Horasan kökenli evliya ve dedelerin Arap Yarımadasında doğan, büyüyen ve orada yaşamı sona eren Hz. Muhammed ile aynı soydan gelmelerini nasıl açıklayacağız? Bu konuda da Alevi inanışının mantığı sağlam olan açıklamaları vardır.




Bilindiği gibi Peygamberin kızı Hz. Fatma Hz. Alinin eşidir. Hz. Ali ve Hz. Fatmanın çocukları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ikinci ve üçüncü imamlardır.




10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) Hazreti Hüseyin ve yanındakiler Yezid’in kuvvetleri tarafından katledildi. Bu olayda Hz. Hüseyin’in hasta olan oğlu İmam Zeynelabidin de öldürülmek istendiyse de bu başarılamadı.




Bu olayda, Türklerin Peygamber soyuna (ehlibeyt ve onun devamı sayılan seyit-dedeler) gösterdikleri sevgi ve saygının belki de başlangıç nedenlerinden birini oluşturan önemli bir destansı olay Dr. Haluk Nurbaki tarafından şöyle anlatılmaktadır.




Tasavvuf tarihinin özellikle Mevlevi tarihinin üzerinde önemle durduğu bu olayın (Kerbela) kısa öyküsü şudur. Kerbelada savaşın en şiddetli safhasında yedi Türk Savaşçısı gelip Hazreti Hüseyin’e Azerbaycana götürme önerisinde bulunurlar. Hazreti Hüseyin “kumandanınıza teşekkür ederim, ancak yardımınız bana değil, hasta oğlum Abidin’e olacaktır. Ben şehid olduğumda onu alıp götürün” dedi.




Acı olay meydana geldi ve Türkler Abidin Hazretlerini alıp götürdüler. Hazreti Abidin orada sağlığına kavuştu, Zeynel Abidin (ibadet edenlerin ziyneti) oldu. Medineye döndü ve “mana sırrı” ilk kez Türklere böylece Ehlibeyt’ten intikal etti. Bu sır sonradan tüm Horasan’a nüfuz edecek ve binlerce veli, galaksilerin coşkusu gibi islam dünyasına yayılacaktır. ..(Kızılbaş Türkler: Tarihi Oluşum ve Gelişimi Nihat Çetinkaya Kum Saati Yayınları S. 71)




Malazgirt zaferini takip eden yıllarda Anadolu’ya kesif bir göç başlamıştır. Sultan Melikşah, Türkistan, Horasan ve Irak’ı Acem’e yayılarak buralarda sık sık bir Selçuklu şehzadesinin etrafına toplanan ve isyanlara sebep olan Türkmen boylarına ve diğer Türk gruplarına yeni fethedilmiş olan Anadolu’yu yurt olarak vermiştir. Böylece Anadolu’ya büyük bir göç başlıyordu.


Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri adlı makalesinde, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş hadisesinde bu dervişlerin oynadıkları önemli rolü şöyle açıklamaktadır:


“...Osmanlı İmparatorluğu teşekkül edeceği devirlerde Anadoluya doğru yapılmış olduğunu gördüğümüz bu derviş akını ve bu dervişlerin köylerde yerleşerek toprak işleri ve din porpagandası ile meşgul olmaları hareketi ve zamanın beylerinin bu gibi kolonizatör dervişlere bir takım muâfiyetler, haklar ve topraklar bahşetmek suretiyle onların kendi memleketilerine yerleşmelerini temine çalışmaları, Anadolu istilâ ve iskânları kadar eskidir...


Bir çok köylere ismini veren, elinin emeği ve alnının teriyle dağ başlarında yer açıp yerleşen, bağ ve bahçe yetiştiren dervişler ve daima garbe (batıya) doğru Türk akını ile beraber ilerliyen benzerlerini doğuran zâviyeler ve bu zâviyelerin harbe giden, siyasi nüfuzlarını Padişahların hizmetinde kullanan, zâviyelerinde padişahları kabul eden ve onlara nasihat veren şeyhler, bizim alâkamızı celb etmek için bir çok vasıflara haizdirler önemli etkileri vardı."


Onaltıncı, onsekizinci yüzyıllarda belirttiğimiz yazınsal yapıtlarda (Kul Himmet, Karaoğlan şiirleri) karşımıza çıkan Cogi Baba çağdaş yazınsal yapıtlara da konu olmuş ve tarihteki yolculuğuna gelecek yüzyıllarda da devam edeceğini göstermiştir.




XasiorK Öykü Yarışması 2003 adlı yarışmada “İki Mavi Gün” isimli öyküsü birinciliğe değer görülen Cengiz Çatalkaya’nın bu güzel yapıtında masalsı, şiirsel ve destansı bir dille Cogi Baba hakkında yazılanlar gelecek binyıllarda da bu ismin unutulmayacağını gösteriyor.




Sonuç:




Yazınsal ve bilimsel yapıtlarda Cogi Baba’nın izini sürdüğümüzde tesadüf ettiğimiz bilgiler yukarıda açıklanmıştır. Bu anlatımlarda geçen “COGİ” adının köyümüze adını veren “Ulu Ermiş” olduğu kesindir. Cogi Baba 16. ve 17 yüzyıllarda halk ozanlarının deyişlerinde bugünkü ünüyle yer almıştır. Bu ün bir büyük evliyaya aittir. Köyümüzün adı olan Cogi’nin 1500’lü yılların başında da da resmi kayıtlarda mevcut olduğu tartışma götürmez. Cogi adına bundan daha önceki bir dönemde Hoca Ahmet Yesevi ile bir arada zikredilir şekilde bir tarihsel belgede tesadüf edilmektedir. Bu belgede bahsi geçen Kasım Cogi, Hoca Ahmet Yesevi’nin selefi olan Yusuf Hemedani’nin denetlenmesi amacıyla Selçuklu Sultanı Sencer tarafından görevlendirilen ve dervişlerine harcaması için kendisine ellibin altın bağışlanan saygın ve güvenilir bir büyük kişidir. Bugün Cogi Baba türbesinin ve çeşmesinin aleviler arasında neredeyse Hacı Bektaş’ı Veli ile aynı şöhrete kavuşmaya başlaması Cogi Baba adının bu kadar köklü ve tarihsel bir geçmişe sahip olduğuna dair halk arasında sarsılması güç bir inancın varlığı ortaya koymaktadır ki bu olgu bu kişilerin aynı insanlar olması ihtimaline de kuvvet kazandırmaktadır. Ancak elbette mevcut belgeler bu kanaati kesin bir bilimsel gerçek olarak ortaya koymaya yetmemektedir. Dileriz bu makale bu yöndeki araştırmaların sonuca ulaşmasında küçük bir katkı olur.






Kenan IŞIK – 1963 Cogi Doğumlu.
----------------------------------------------------------
Cogi Baba'nın, Zara'nın manevi mimari ve koruyucusu olarak kabul edilen Seyh Merzubân Veli hazretleri gibi Sülâle-i Resul'den oldugu seklinde de rivayetler vardir. Zira Osmanlilar döneminde Seyyid olanlara, sancak verilmesi âdettendi. Bu nedenle Osmanli Devleti, Cogi Baba'nin torunlarina, ellerindeki secereye binaen sancak verdigi ancak söz konusu sancagin daha sonra Sarkisla'nin Agcakisla bucagina bagli Alaman köyüne götürüldügü ve su anda elde mevcut olmadigi anlasilmaktadir. Anlatildigina göre önceleri burasi sadece bir mezar halinde imis. Daha sonra mezarin üzeri insa edilerek türbe haline getirilmis. Türbenin çevresi temiz ve düzenlidir. Buraya gelen ziyaretçilerin kurban kesebilecegi bir alan, onun yaninda da oturup yemek yenebilecek sekilde düzenlenmis üstü kapali bir oturma yeri vardir. 



Cogi Baba'ya bagliligi ile bilinen bir kadinin türbe ile ilgili hizmetleri yürüttügü verilen bilgiler arasindadir. Cogi Baba'yi, Imranlı'ya bağlı köylerin yani sira Zara'ya bagli olup da o bölgeye yakin olan köylerin de ziyaret ettigi anlasilmaktadir. Buraya gelen ziyaretçilerin ziyaret nedenlerini su sekilde siralamamiz mümkündür Çocugu olmayan ya da düsük yapan kadinlar, Cogi Baba'yi ziyaret ederek Allah'tan bir çocuk vermesini dilerler. Bu dileklerinin kabul olmasi için de türbenin duvarina, penceresine veya orada bulunan agaca yanlarinda getirdikleri (bir çocugun elbisesinden alinan) bir parça çaputu baglarlar. Ayrica ziyaretin duvarina tas yapistirmaya çalisanlar da olur. Sayet tas duvara yapisirsa kadinin çocugu olacagina inanilir. Çevre köylerde söyle yaygin bir inancin varligi göze çarpmaktadir: Çocugu olmayan ya da düsük yapan her hangi bir kadin, bu türbeyi ziyaret eder, adak adar ve sonra çocugu olur da adagini yerine getirmezse, dogan çocugu ölür. Bu nedenle bu durumlarda adak hemen yerine getirilir ve fakirlere dagitilir.Sara hastaligi olanlar ile felçli hastalar sifa niyetiyle buraya getirilirler. Köylülerin söyledigine göre, bu sekilde getirilen hastalarin çogu, Allah'in izni, Cogi Baba'nin himmetiyle sifa bulurlar. Evlenemeyenler ve kismetinin kapali olduguna inananlar, Cogi Baba'ya gelerek dua edip adakta bulunurlar. Türbenin demirden yapilmis penceresinin parmakliklari, farkli amaçlarla buraya gelen ziyaretçiler tarafindan bağlanan ip ve çaputlarla doludur. 

Yönören köyünde bulunan güzel bir soğuk suyu vardır. Yıllar önce bu suyun aktığı çeşmenin üstü açıktı. Son yıllarda İstanbul'da kurulan dernek tarafından onarılarak üstü kapatıldı. Cogi Baba Horasan'dan gelen erenlerden biridir.Soyu Sülale'i Ehlibeyte dayanır. 12 imamların neslindendir. 

Türbenin Yönören köyü ile Avşar köyü arasında olup çok güzel kapalı bir binanın içindedir. Cogi Babanın ziyaretçileri İmranlı sınırını çok aşmıştır. Ülkemizin dört bir yanından gelen insanlar tarafından burası ziyaret edilir. İnsanların inançları hakka varma şekilleri sınırsızdır. Ne şekilde ibadet edileceğini nasıl hakka varılacağını hiçbir şekle ve söze bağlı olmadan herkes istediği gibi yapar. 

İmranlı'nın çevre köylerinde yaşayan halk her yıl özellikle yaz mevsimine rastlayan aylarda mutlaka bu türbeyi ziyaret ederler ve kurban keserler. Hatta diğer illerde yaşayan halk da sık sık bu türbeyi ziyaret eder.

Her yıl 7. ayın ilk haftası Sivas İmranlı Derneği cogi baba şenliklerini düzenleyerek halkı bir araya getirir. Şenliklere ünlü sanatçılarımızda katılmaktadır


Aşağıda Cogi Baba Türbesinden bir görünüm... 



COGİ BABA ÇEŞMESİ

Yünören ile Avsar köyleri arasinda bulunan yol üzerindedir. O bölgede yasayan insanlarin inancina göre Cogi Baba bu sudan abdest almistir. Bundan dolayi bu su, Cogi Baba'nin ismiyle anilir. Cogi Baba'nin türbesini ziyaret edenler çogunlukla bu çesmeye de ugrayip sifa amaciyla bu sudan içtikleri ve yanlarinda getirdikleri kaplari doldurup evlerine götürdükleri ve hastalara içirdikleri anlatilmaktadir. Ayrica bu çesmenin suyundan büyük sehirlerde yasayan akraba ve yakinlarina da gönderenlerin de varligindan söz edilmektedir. Bazi köylülere göre, her yil hac mevsimi geldigi zaman haci adaylari niyet edip yola çiktiklarinda bu çesmenin suyu çekilir. Hacilar, hac ibadetlerini tamamlayarak memleketlerine dönmeye basladigi zaman tekrar akmaya baslar. Onlar, Cogi Baba Suyu'nun hacilarla beraber Kabe'ye giderek orada zemzem suyuna karistigina, haccin tamamlanmasiyla da yine hacilarla beraber asil yerine döndügüne inanmaktadirlar.



Baska bir söylentiye göre ise Cogi Baba Suyunun, üç aylarin girmesiyle kizila dönüp kan rengini aldigi seklindedir. Genellikle çocugu olmayan ya da düsük yapan kadinlar, Cogi Baba'yi ziyaret eder ve Allah'tan bir çocugunun olmasini ister. Bu dileginin kabul olmasi için de ziyaretin duvarina, penceresine veya oradaki agaca yaninda getirdigi, bir çocugun elbisesinden alinan bir parça çaputu baglar. Daha sonra Yünören'e gidip, Cogi Baba çesmesinden su doldurur. Bu suyun birazini içer, kalan kismini da banyo yapacagi suya katar. Bu su ile de banyo yaparak varsa hastaliklardan sifa bulacagina, günahlardan temizlenecegine inanir. Ayrica vücudunun her hangi bir yerinde ağri hisseden bir kisinin Cogi Baba çesmesinden alinan suyu agriyan yerine sürdüğünde şifa bulacagi seklinde söylentiler vardir.
 

Kurt Baba Türbesi - ( Kemalpaşa )


Kurt Baba Türbesi - ( Kemalpaşa )


İzmir ili; kemalpaşa İlçesi, Turgutlu yolu üzerinde , Turgutluya 4 km. kala dağ yolu üzerinde bulunur.
İranın eski adıyla Meşet şehrinin bir köyünde Türkmen gelinin biri arazide çalışırken bebeğini beşikye bırakmıştır. Dişi bir kurt bebeği alıp inine  kaçırmıştır. Dişi kurt çocuğu yedi yaşına kadar annelik yapmış, daha sonra halktan biri çocuğu sahiplenip büyütüp, yetiştirmiştir. Zaman içinde bu çocuk büyüyüp Türk Birliği kurarak, Ahmet Yesefi dergahında hizmetlerde bulunmuş. Daha sonraları ise Hacı Bektaş Veli degahında da yetişen KURT BABA Anadoluya İslamiyeti ve Türklüğü yaymak için seferler düzenler ve Türklüğün ve İslamiyetin yayılması için çalışırken en son geldiği Kemalpaşa ve yörelerini de alırken vefat etmiş ve mezarı şu an türbesi olan yerdedir.






Habib Dede - (Karabağlar )


Habib Dede İzmir’in Karabağlar ilçesinde eski mezarlığında medfundur. 1862 yılında doğmuş olan Habib Dede 1920 yılında Haziran ayında vefat etmiştir. Tarikat ehli , ve tasavvuf insanıdır.. Eşi Fatma hanım 1958 yılında ölünce yanına gömülmüştür. 1958 yılında mezarlık düzenlenmiş ve başlıklara mermer cephe ile demir korkuluk ilave edilmiştir.






AHİ TÜRBELERİ ETRAFINDA OLUŞAN HALK İNANÇLARI

AHİ TÜRBELERİ ETRAFINDA OLUŞAN HALK İNANÇLARI
(Diyanet İşleri Başkanlığı Arşiv Kayıtlarına Göre)
Dr. Yaşar KALAFAT*

Türbeler üzerindeki çalışmalarımız devam ederken, bu defa Ahi Türbelerini yazımıza bildirimize konu aldık. Bu çalışmaları biz, Diyanet İşleri Başkanlığı Arşiv kayıtlarını esas alarak yapıyoruz. Çalışmalarımız-da bazen coğrafi bölgeleri esas alıyoruz ve bazan da bu bildirimizde ol-duğu çeşitli kodlardan yola çıkıyoruz. Evvelce, “Horasan Eri” “Bayramilik” “Bektaşilik” gibi bölünmeleri esas almıştık. Ahi olabil-mek, ulu kişi olabilmek itibariyle Türk halk inançları ortamında bir kod olabilir diye düşünüyoruz. Kültürümüzde ahilik bir kült oluşturmuştur.
Türk–İslam kültür coğrafyasının sınırları belirlenirken bize göre, Ahilik özel önem arz eder. Bu itibarla Ahi Türbeleri bulundukları yerlerin kültür kaleleridir. Esasen türbeler, çekilerek terk etmek zorunda bırakıl-dığımız coğrafyaların geride kalan bekçileri iken, ticari hayattaki işlevleri itibariyle de Ahi türbeleri farklı önem arz eder. Bununla beraber diğer ça-lışmalarımızdan mevcudiyetini bildiğimiz birçok Ahi türbesini kaynağa sadık kalmak adına bildirimize almadık.
Biz bildirimize 15 adet Ahi ulusunun türbesine dair bilgi alabildik. Yararlandığımız arşivin düzenlenmesinde formatlar meslek kuruluşu ola-rak Ahilik konulu bilgileri içeren veri tabanını esas almamıştı. Bu itibarla belirtilen sayının artırılabileceğinden şüphemiz yoktur. Türbeler hakkında bilgi verirken, adresleri, mimari özellikleri var ise, efsane ve rivayetleri ait oldukları dönem, müştemilatları, ziyaretçi sayıları, korunma ve bakım-larının nasıl yapıldığı gibi konular üzerinde duracağız. Bizim bu bilgilere
* ASAM Kafkasya Masa Başkanı
TÜBAR-XIV-/2003-Güz/Dr. Yaşar KALAFAT
178
bizzat katkımız ise, türbe etrafında oluşan mistik folkloru irdelemek şek-linde olmuştur. Bunu yaparken bazı karşılaştırmalar yaptık ve tesbiti ya-pılan inanç veya uygulamanın Türk kültür tarihindeki yerine işaret etme-ye çalıştık.
İhtisas dallarına göre Ahi Pirleri ile meslek pirleri olarak derinli-ğinde eski Türk inançlarında “iye “ kavramının yer aldığı “baba” kültü arasındaki ortaklıklara ilaveten farklı olgular olmadıklarını da tekrar fark ettik. İncelediğimiz arşivde; İğneci Baba, Şerbetçi Baba, Terzi Baba, Eskici Baba, Baba Nakkaş, Keserci Baba, Somuncu Baba, Keçeci Baba, Cerrah Baba gibi mesleklerle birlikte mistik statüsü olan “baba” kelimesinin bir arada ulucanlara isim olduklarını tesbit ettik. Bu babalar anılan mesleklerin dönemlerinde piri mi idiler? Değişik isim yapılanma-larında yer alan “baba” isminin farklı mistik mesaj verdikleri de bilin-mektedir. Daha ayrıntılı inceleme tekrar yapılabilir. Ancak şurası muhak-kak ki, mistik içerikli “baba” ismi, ahi yapılanmasında olduğu gibi batını bir boyuta sahiptir. Bir çok kaynakta Ahi Pirlerinin “Ahi Baba” olarak geçtikleri bilinirken (Dr. Müjgan Cumbur “Ahilik Şer‘iyye Sicillerinde Ahi Babaların Değiştirilmesiyle İlgili birkaç belge II. Uluslar arası Ahi-lik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1999 sh. 77 – 81) Azer-baycan Türklerinde mistik içerikli “baba” karşılığında “Pir” tabiri kul-lanmaktadır. Sabahattin Güllülü’ye bu noktada katılıyoruz. Bu teşhisimi-ze yer yer açıklık getirmeye çalışacağız.
Bizim ele alacağımız Ahi Ulucanları arasında, Ahi Barak Baba (Amasya), Ahi Şerefettin (Amasya), Ahi Elvan (Ankara), Ahi Yusuf (An-talya), Ahi Bayram (Aydın), Ahi Yunus (Çanakkale), Ahi Evran (Kırşe-hir), Ahi Zekeriyya Helv. ( Konya), Ahi Ebubekir (Muğla), Ahi Yusuf Perende (Tokat) Ahi Emir Ahmet (Sivas), Ahi Menteşe (Çorum), Ahi Ev-ren Dede (Trabzon), Ahi Yusuf Perende (Tokat), Şeyh Ahmedi Gülşehri, (Nevşehir) Şeyh Edebali (Bilecik), Ahi Yunus (Çanakkale) Kazancı Baba (Çanakkale) gibi isimler var. Bu miktarın asgari iki katının Ankara’dan tesbit eden çalışmaların olduğunu biliyoruz. (A.Esat Bozyiğit, “Günümüz Ankara’sında Ahilikten Kalan Gelenekler” II. Uluslar arası Ahilik Kül-türü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1999, sh. 71 –77)
AHİ TÜRBELERİ ve İNANÇLAR
1. AHİ EVRAN
Ahi Evran Türbesi, Kırşehir ili, merkez ilçesi Ahi Evran mahalle-sindedir. Ahi Evran İran’ın Hoy şehrinden Anadolu’ya gelip, Ahilik Eko-nomik Okulunu kurmuş ve Kırşehir’i Ahiliğin merkezi yapmıştır. 1261
TÜBAR-XIV-/2003-Güz/Ahi Türbeleri Etrafında Oluşan Halk İnançları
179
yılında ölen Ahi Evran’ın türbesini 1482 yılında takipleri yaptırmıştır. Türbe, kubbe örtülü kare planlıdır. Halk türbeyi Ahi Evren’in Ahiliyi ku-ran şahıs olması itibariyle ziyaret etmektedir. Ahi Evran Zaviyesiyle or-ganik bütünlük arz eden türbenin onarımını Vakıflar Genel Müdürlüğü yaptırmaktadır. Türbenin bakımını Ahi Evran Camii görevlileri yapmak-tadırlar.
Bizim kaynağımızda yer almamakla beraber bazı kerametlerine da-ir halk inançları vardır. Bunlardan birinde Ejderha donuna girip Ahi Mahmud iken Ahi Evran olmuştur. Herkese istediği kadar malından ver-mesine rağmen mallarında eksilme olmamış böylece ismi veli ekini al-mıştır. Deniz felaketi ile karşılaşanların imdadına Hızır gibi yetişmiştir. Gitmediği halde hacda görülmüştür. Aynı günde farklı şehirlerde beş va-kit namazını kılabilmiştir. (Y. Çalışkan –M.Lütfi İkiz, Kültür, Sanat ve Medeniyetimizde Ahilik, Ankara, 1993 sh. 4-6) Ahi Evren diye bilinen Şeyh Nasiru’d – din Murnud’un “Tabsiratü’l –mübtedi ve tezkiretu’l–müntehi” isimli tercüme eseri Anadolu’daki tekke ve zaviyelerde en çok okunan ve tanınan bir eser olmuştur. Tasavvufi dünya görüşünü çok özlü bir şekilde ve basite indirgeyerek sunan bir eserdir. “Tabsıra” olarak bi-linen Ahi Evren aynı zamanda usta bir teşkilatçı olup Mogollar tarafın-dan öldürülmüştür. (Doç.Dr. Mikail Bayram, Ahi Evren Tasavvufi Dü-şünce Esasları, Ankara 1995)
Ahilik toplumun sadece maddi yapısında belirleyici olmuyordu. Tarımda, esnaf ve sanatkarlar arasında sadece maddi örgütlenmeyi yü-rütmüyordu. O’nun dini, ahlaki, sosyal ve ekonomik boyutları da vardı. İbn Batuta’nın açıklamalarına göre Anadolu’da Türkmenlerin her şehir ve köylerinde yapılanmaları vardı. Ahı kelimesi Arapça kardeş anlamına gelmekle birlikte Fuat Köprü Ahi’nin Türkçe “ak”’dan geldiği kanaatin-dedir. Sebahattin Güllülü Ahiliğin tarihi ideolojik ve sosyo – ekonomik öğeleri üzerinde dururken Fütüvvet’in Batınilik ve Melamilik boyutu’nun yanı sıra Şamanizm ve Eski Türk gelenekleri boyutu üzerinde de dur-maktadır. (Dr. Sabahattin Güllülü, Ahi Birlikleri, İstanbul, 1977)
Biz halk inançları çalışanı olarak “ak” kelimesinin mistik boyutunu bir çok inanç ve uygulama gözleyebiliyoruz. Bu itibarla Fuat Köprülü ho-camız gibi Ahi kelimesinin, Ak’dan gelmiş olabileceği kanaatindeyiz. Eski Türk İnanç sisteminin izlerini halk sufizminde görmek mümkün i-ken, Ak’ın durumunu izah etmek de zor olmamaktadır. Ak sadece zahiren paklık değildir. “akyol” hayırlı yolculuk anlamındadır. “Gönlünü akla-mak” töbekâr olmak manasındadır. Yaş günü anlamında “Karagün” ün karşılığı “Ak gündür” “Akpak –Kızoğlu Kız” iffetini korumuş anlamına gelir. Ak kardeşlisi temiz ticari ilişkiler anlamında alınmış olabilir.
TÜBAR-XIV-/2003-Güz/Dr. Yaşar KALAFAT
180
Bazı metinlere Şaminizm’in izleri olarak geçen ifadeler bize göre eski Türk inançlarının tasavvufta tezahürü olarak alınabilir. Biz bu tesbiti başka vesilelerle de yapmıştık.
2. AHİ YUSUF
Ahi Yusuf’un türbesi Antalya ili merkez Muratpaşa ilçesinde Sel-çuklu mahallesi Mermerli sokaktadır. 1249 yılında yapılmış olan türbe iki katlı üst kata açılan blok taşlardan yapılmış profilli kemeri vardır. Türbenin yanında bir sema yeri ve bir de küçük oda vardır. Türbeyi ge-nellikle kadınlar Perşembe akşamları ve Cuma sabahları ziyaret ederler. Sıkıntıları ve dilekleri için Allah’dan niyazda bulunurlar. Cami görevlile-rinin bakımı yaptığı türbeyi yılda ortalama 3.000 kişi ziyaret eder.
Sema Yeri, sema, tekke ve zaviyelerde, tarikat ehlinin kollarını daha ziyade yanlara açarak dini musiki eşliğinde yaptıkları dini rakstır. Tarikatlarda kişi, şeyhi tarafından gösterdiği yetenek ve yapısına bakıla-rak farklı tarikatlara yönlendirilebilmektedir. Ayrıca Ahi inanç yapılan-masında bir kişi birçok tarikat ile ilişkili de olabilmektedir. Bu itibarla Ahi türbeleri yanında sema yerlerinin olması doğaldır. Ahilerde sema yapmışlardır, yaparlar.
3. AHİ BAYRAM
Ahi Bayram’ın türbesi, Aydın ili Çine İlçesi, Eskiçine köyündedir. Türbede Ahi Bayram ve Lalası yatmaktadır. Ahmet Gazi tarafından örme tuğla, dik kubbeli müştemilatsız olan türbenin ne zaman yapıldığı bilin-memektedir. Burası hayır işlemek ve dua etmek için ziyaret edilir. Burada adak da adanır. Tamiratını Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yaptığı tür-benin bakımını köyün imamı yapmaktadır. Türbeyi yurt içi ve dışından yılda yaklaşık 500 kişi ziyaret etmektedir.
Adak’ın Türk halk inançları dünyasında geniş bir uygulama alanı vardır. Adak Ağacı’na adak bezi bağlama, ziyaret yerlerine adak taşı koymak, türbelere, hediye ve ziyaret vaad etmek, 7 komşudan dilenmek, oruç tutmak, fakir doyurmak, lokma vaadinde bulunmak, kan akıtmak gi-bi, maldan ve nefisten yapılmış adak uygulama biçimleri vardır. Adak adamak eski Türk inançlarında da gözlenmektedir.
4. AHİ ŞERAFETTİN
Ahi Şerafettin’in Türbesi, Ankara ili Kılıçarslan mahallesi Kurnaz sokak 14 numara, Samanpazarındadır. Türbede Ahi Şerafettin’in ailesine
TÜBAR-XIV-/2003-Güz/Ahi Türbeleri Etrafında Oluşan Halk İnançları
181
mensup 8 adet taş sanduka bulunmaktadır. 1330 yılında Ahi Şerafettin tarafından yaptırılan türbe, klasik Selçuklu mimari tarzında, kare planda, kesme taştan bir platform üzerine kurulmuştur. Türbenin beden duvarları eski kalıntılardan toplanılmış çeşitli taşlardan yapılmıştır. Duvarları mermer taştan yapılmış olan türbenin, silmelerden nihayetlenmekte ve daha sonra kareden pramide geçilerek sivrilen 8 kemerli küllah ile bit-mektedir. Müştemilatı bulunmayan türbe, Allah rızası için ziyaret edil-mekte ve burada dualar edilmektedir. Bilinen bir rivayeti olmayan türbeyi Vakıflar Genel Müdürlüğü onartmıştır. Temizliğini cami görevlisi yap-makta olup yılda yaklaşık 5000 kişi tarafından ziyaret edilmektedir.
Mezar yerini ölmeden evvel satın almak ailesi ile birlikte o yere defn edilmek geleneği günümüzde de “aile mezarlığı” olarak devam et-mektedir.
5. AHİ ELVAN
Ahi Elvan’ın türbesi, Ankara ili Etimesgut ilçesi, Elvan mahallesi Caminde olup türbede ahi Elvan ve kardeşi yatmaktadır. Selçuklu dönemi olan cami avlusundaki türbesi 1994 yılında belediye onartmıştı. Daha zi-yade hasta olanların şifa bulmak inancıyla ziyaret ettikleri türbenin bakı-mını cami cemaatı yaptırmaktadır. Yılda 100 kadar ziyaretçisi vardır.
Hastalıkların tedavisinde tarikat şeyhlerinden şifa umulduğu bili-nirken, eski Türk inançlarının Türk Dünyasının birçok yerindeki Baba’lar adeta branşlaşmışlardır. Anadolu’da “Öksürük Baba” “Huykesen Ba-ba” “Lal Baba” “Sarılık Ocağı” gibi farklı alanlarda şifa verdiğine ina-nılan ulu kimseler vardır.
6. AHİ EMİR AHMET
Ahi Emir Ahmet’in türbesi Sivas il merkezinde Kongre Lisesi ya-nındadır. 733 /1333 tarihli Vakfiyesinde “ Ashab-ı tarikat Ahi Emir Ah-met Bin Zeynel Haç” tac diye tanıtılmaktadır. Doğum ve ölüm tarihleri belli olmayan zatın 1340 yılında yapılmış olan türbesinin kimin tarafın-dan yaptırıldığı bilinmemektedir. Sekizgen gövdeli, kesme taşlardan ya-pılmış türbenin sekizgen küllahı alemsiz olarak biter. Sekizgen dış plan içeride daireye dönüşür. Çapı 4.97 m. Olan türbenin dışında saçak kıs-mında Selçuklu sülüs hattıyla bir yazı kuşağı vardır. İki kısımdan oluşan türbenin alt kısmında 0.81 m eninde 2.09 m boyunda örtülü taş bir sandu-ka olup içerisi toprak doludur. Bakım ve onarımını Vakıflar Genel Mü-dürlüğünün yaptığı türbe ile ilgili bilinen bir efsane yoktur. Yılda yüzler-ce kimse tarafından ziyaret edilmektedir.
TÜBAR-XIV-/2003-Güz/Dr. Yaşar KALAFAT
182
Kutlu Özen Sivas yöresi Ahilerini tanıtırken,Ahi Emir Ahmet’e i-laveten, Ahi İsa, Ali Baba, Şeyh Beyazıt, Ahi Yusuf, Ahi Polat, Ahi Hızır, Ahi Abdal hakkında da bilgi vermektedir. (Kutlu Özen, “Sivas Yöresinde Ahilik, II. Uluslar arası Ahilik Kültürü Sempozyumu bildirileri Ankara, 1999, sh. 252-263)
7. AHİ MENTEŞE
Ahi Menteşe’nin diğer ismi Ahi Müsteşar’dır. Çorum Evliyaları arasında ismi geçen Ahi Menteşe’nin halen kabri tesbit edilememiştir. Eski kayıtlara göre Sığırcıklı Mahallesi’ndedir. Bu mahallenin bugünkü ismi Çöplü mahalledir.
8. AHİ EVREN DEDE
Ahi Evren Dede’nin türbesi, Trabzon ili, merkez ilçe, Boztepe ma-hallesi, Erenler sokak Kır Mevkii- 1’ dedir. Türbede Ahi Evren Dede, Hacı Hakkı Baba ve Hacı Hakkı Baba’nın müridi olan iki kadın mezarı vardır. Türbe Hacı Hakkı Baba tarafından, Ahi Evren Dede adına 1888 yılında yapılmıştır. Türbe, Gubbeli, camiye bitişik, taş duvarlı, dört köşe-li, dört pencereli ve bir kapılıdır. Türbe manevi tatmin, şifa dileği, adakda bulunma gibi sebeplerle ziyaret edilmektedir. Halktaki inanca göre, tekke ve zeviyelerin resmen kapatıldıkları dönemde türbedeki zatın manevi gü-cü türbenin kapatılmasını engellemiştir. Ayrıca Trabzon’un Ruslar tara-fından işgal edilme döneminde, Rus topçusunun denizden açtığı ateşten Trabzon’u ahi Evren Dede’nin koruduğuna inanılır. Bakımı dernek tara-fından yapılan türbenin yıllık ziyaretçi sayısı 15-20 bin civarındadır.
Halk inançlarımızda ulu kişilerin icazeti almadan türbelerine doku-nulmayacağı inancı çok yaygındır. Bilhassa yol yapımı münasebeti ile türbelerinin yerinin izinsiz değiştirilemeyeceğine inanılır. Bu ulu, zatın bu dünyadan göçtükten sonra da gücünün devam ettiği anlamına gelmek-tedir. Keza, ulu zatların savaş zamanında ülkenin müdafaasında yer al-dıkları inancı da Ana Maygıl olarak eski Türk inançlarının devamı niteli-ğindeki inançlardandır.
9. AHİ YUSUF PERENDE
Ahi Yusuf Perende – Kuddusi sir ruhul aziz’in Türbesi Tokat ili Turhal ilçesi, eski İmam Hatip Lisesi Amasya yolu üzerindedir. Türbede Ali Yusuf ve eşi yatmaktadır. Maytap taifesinin pirlerinden olup Tabhanesi vardır. Osmanlı mimari sitilinde yapılan 1324 yılında yapılan
TÜBAR-XIV-/2003-Güz/Ahi Türbeleri Etrafında Oluşan Halk İnançları
183
Türbenin bahçesinde iki ayrı türbe daha vardır. Türbe halk arasında “Pi-sik Çarpan” “semerciler Piri olarak bilinir. Ahi Yusuf Turhal 1301 yı-lında Bizans’dan fethedildikten sonra bölgeye gelmiş ve bölgenin Türk-leşmesi – İslamlaşması yolunda başarılar göstermiştir. Bunun üzerine kendisine Dazya Köyü deresindeki bir değirmen ile çevresinin geliri bıra-kılmıştır. Kaz gölü kıyısından getirdiği kamışlardan semer yaparak ün saldığı için Semerciler Piri diye ün salmıştır. Yılda 500 civarında ziyaret-çisi bulunan türbenin bakımını Turhal Eski Eserler Derneği yapmaktadır.
Pişik veya kedi’nin halk arasında cin olabileceği inancı vardır. Bazı kedilerin dilinin mühürlü olduğuna inanılır. Ahi Yusuf’un Semerciler Piri olarak bilinmesi bize Türkmenistan’daki “Semerciler Piri” “Demirciler Piri” gibi meslek türlerini hatırlattı.
Ahi Evren Dede veya Ermiş Baba, Ali Çelik tarafından ayrıntılı ele alınmıştır. (Doç. Dr. Ali Çelik, “Trabzon’da Ahilik ve Ahi Evran De-de” II. Uluslar arası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1999 sh. 81-88),
10. AHİ BARAK BABA
Ahi barak baba türbesi, Amasya ili Gümüşhacıköy ilçesi, Gümüş kasabası, Gümüş Camii Kebir Mahallesindedir Kitabesinde; “Ahi Barak El Basri Küllün aleyha Fani sahibi ve Yebga el Makberetün Merhüm el magfir bahaddin el Baraki Tufi fi senedi hamsü seb ama sitte 705” yazısı bulunmaktadır. Yakın zamana kadar türbenin müştemilatında, bir imaret-hane bir mescit ve bir çeşme mevcut iken bunlardan sadece çeşme kal-mıştır. Tekke’nin önünde bulunan ve tekkenin vakfı olan hamamın geliri imarethane açılmıştır. Barak Baba’nın Sarı Saltuk’un halifesi ve Tabduk Baba’nında Barak Baba’nın dervişi olması asabiyle halk türbeyi ziyaret etmektedir. Bakımını çevre sakinlerinin yaptığı türbenin yıllık zi-yaretçi sayısı 1000 kişiden fazladır.
11. ŞEYH AHMED-İ GÜLŞEHRİ
Şeyh Ahmedi Gülşehri’nin türbesi Nevşehir ilinin Gülşehir ilçesi Eski Mezarlık içi Gedik Sokak’dadır. Gülşehri’de dünyaya gelen Şeyh Ahmed’in doğum tarihi bilinmiyor iken ölüm tarihi 1350 veya 1360 yılı-dır. Ahi Evren’in öğrencisi Mevlana’dan da ders almıştır. Gülşehri’nde dergahını kurup öğrenci yetiştirmiştir. 1317 yılında yazılmış, Felekname, Keramet-i Ahi Evren ve Mantıku’t-tayr isimli manzum eseri vardır. Ayrı-ca fıkıh konulu Kudurî isimli bir eseri daha vardır. Yapılış tarihi bilinme-yen türbeyi 1777 yılında silahtar Karaveli Paşa onartmıştır. Mimari özel-
TÜBAR-XIV-/2003-Güz/Dr. Yaşar KALAFAT
184
liği olmayan türbe yığma siyah taştan yapılıp üzeri toprakla örtülüdür. Bir mezarlık ortasındaki türbenin yıllık ziyaretçi sayısı 3000 kişi civarındadır. Anlatıldığına göre, kendisini ziyaret edenlerin rüyasına girerek dileklerini gerçekleştirdiği bu arada hamile kadınlara da rüyalarında doğacak bebe-ğin cinsiyetini söylemektedir. Daha ziyade bayram ve kandil günlerinde ziyaret edilmektedir.
12. AHİ EBUBEKİR
Ahi Ebubekir Türbesi, Muğla Yatağan İlçesi Tekke Alanı, Akyol Mahallesi’ndedir. Ne zaman yapıldığı bilinmeyen türbenin 1974 yılında Belediye onarımını yaptırılmıştır. Betonarme olan türbenin hiçbir mimari özelliği ve ayrıca müştemilatı da yoktur. Halk türbeyi çeşitli dilekleri için ziyaret etmektedir. Bu amaçla türbeden bir taş parçası alınmakta dilek ye-rine gelince taş tekrar türbeye getirilmektedir. Türbe civarında muhtelif zamanlarda fakirlere ve çocuklara hayır niyetine yemek verilmektedir. Yatağan ilçesinin Ahi Ebubekir ve iki kardeşi tarafından ilk defa “Ahi Köy” olarak kurulduğu ifade edilmektedir. Bakımını halkın yaptığı tür-benin yıllık ziyaretçi sayısı 5.000 civarındadır.
Ahi Türbeleri diğer türbeler gibi dilekte bulunulan ve ayrıca hayır işlenen mekandır. Taş ile ilgili inançlar Türk halk inançlarında bir kült oluşturacak derecede zengin olup eski Türk inançlarında taş ve kaya iyesi de vardır. Türbeler betonarme olarak yapılmaya başlanılıp sanat değerleri kalmayınca, dini turizm bu gelişmeden olumsuz etkilenmişti. Ahi Köyü Örneğinde olduğu gibi Ahilik yer ve aile isimlerine de yansımıştır. A. Esat Bozyiğit Ankara için yaptığı bir çalışmada Ahilerin isim verdiği ca-mi, mahalle ve aileleri belirtmiştir. (A.Esat Bozyiğit, “Günümüz Anka-ra’sında Ahilikten Kalan Gelenekler” a.g.e., a.g.y)
13. ŞEYH EDEBALİ
Şeyh Edebali Türbesi Bilecik ili merkez ilçe İstiklal mahallesi Edebali sokak. Tabakhane deresindedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ma-nevi kurucu Osmangazi’nin kayınpederi ve Anadolu’nun ilk Ahi Şeyhle-rinden olan Şeyh Edebali türbesinde kızı Malhatun ve akraba ve müritleri ile birlikte yatmaktadır. Orhangazi tarafından yaptırılmış olan türbe baş-langıçta kubbeli iken Yunanlıların çıkarmış oldukları yangında tahrip o-lunca ahşap örtülerle örtülmüştür. Türbenin yanındaki oda mihraplı olup tavanı 19. y.y sitilindeki ampir üslubundadır. Üzerindeki 1889 tarihli Sul-tan Abdülhamit tuğrası onarım tarihine işaret etmektedir. Ana kubbeli bö-lüm kare biçimindedir. Tek bir girişi olan türbenin yanlarında eyvan ve duvarlarında değişik işçilik gösteren pencereleri vardır. İşçilikler 16. ve
TÜBAR-XIV-/2003-Güz/Ahi Türbeleri Etrafında Oluşan Halk İnançları
185
17. yüzyıl sanatını yansıtmaktadır. Türbenin bahçesinde “Dilek Ağacı” vardır. Türbede kurbanlar kesilir, dilekte bulunulur. Ziyaretçilerin çoğun-luğu türbede yatanların ruhuna Allah rızası için dua ederler. Türbede mevlüt okutulduğu da olur. Türbe ile ilgili rivayetlere göre; akşamdan doldurulup konulan testilerin sabahleyin boşandıkları, geceleri türbede manevi bir ışığın yandığı, kurtuluş savaşı döneminde türbeyi yıkmak is-teyen işgalcilerin muvvaffak olamadıkları, 1974 yılı Kıbrıs harekatına bu ulu zatların da katıldıklarına inanılmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü-nün onartıldığı türbeyi yılda 10.000 dan fazla kimse ziyaret etmektedir.
14. AHİ YUNUS
Ahi Yunus Türbesi, Çanakkali ili, Ezine İlçesi ana cadde üzerinde Şerefşah caminin karşısındadır. Türbedeki üç sandukadan birisi Ahi Yu-nus’a diğer ikisi onun kardeşlerine ait olduğu ifade edilmektedir. Türbe 1324 yılında Gazi Süleyman Paşa tarafından yaptırılmış olup, ahşap ve kiremit örtülü ve geniş pencereli bir yapıdır. Müştemilatında küçük bir bahçesi bulunan türbeyi halk mumlar yakarak dilekte bulunmak için ziya-ret etmektedir. Halk Ahi Yunus’a “Şehrin Sahibi” ünvanı vermiştir. Yu-nus, fatih ve ermiş bir kimse olarak bilinir. Onarımını Vakıflar Müdürlü-ğü’nün yaptırdığı türbenin temizliğini merkez Şerefşah Camii görevlileri yapmaktadır. Yıllık ziyaretçi sayısı yüzün üzerindedir.
15. KAZANCI BABA
Kazancı Baba’nın türbesi, Ankara ili, kalecik İlçesi, Ahi Kemal mahallesindedir. Fatih Sultan Mehmet’in Tüfekçibaşısı Rufai Şeyhi Kazancıbaba’ya ait olan türbe 15.yy.a tarihlendirilmekte olup yaptıranı bilinmemekle birlikte 1969 yılında tamir görmüştür. Türbe’nin üst kısmı yuvarlaktır. Çatısı piramidol kulaklı ve kiremit kaplıdır. Kapısının üstü sivri kemerli kapısı tahtadır. Burası tedavi dileği ile gelinip dua edilen bir mekandır. Tamirini belediyenin bakımını halkın yaptığı türbeyi yılda 150 civarında kimse ziyaret etmektedir. Kazancı Baba’nın Ahi olduğu teşhisi-ni bir mahallenin isminden babanın mesleğinden hareketle karineyle biz koyduk.
SONUÇ
Diyanet işleri Bakanlığı’nın il ve ilçelerindeki personeli’ne çok şey borçlu olduğumuz bildirimizde vardığımız sonuç, Ahi uluları sadece yalın esnaftan şahıslar değil genelde olduğu gibi özelde de mistik haya-
TÜBAR-XIV-/2003-Güz/Dr. Yaşar KALAFAT
186
tımızın bir paçası olmuşlardır. Bazan sanatkar ve ticaret ehli mistik kim-likleri, alp erenlik ve kolonizatör derviş kimliği ile de bütünleşmiştir.
Halk mistisizminde benzerlerinde olduğu gibi Ahi Türbeleri etra-fında da gelişmiştir. Bid’at, hurafe ve şirke varmadıkça bu miras bizim kimliğimizin bir parçasıdır bize göre onlara sahip çıkılmalıdır. Ahi kültü-nü Afganistan’ın Hazara Türklerinden Anadolu ve Balkanlar istikametin-de Türk dünyasında görebiliyoruz. Hazara Türklerinde kişinin dört piri vardır. Bunlar, anne, baba öğretmen ve ustadır. Zanaat teşkilatları onlarda da hala meslek mensubuna mahsus bazı sırlar içermektedir. Bu itibarla Ahilik sadece Anadolu Türk Kültür itibariyle önemli değildir. (B. Fevzioğlu: “Kıbrıs Adasına Esnaflığı Taşıyan İlk Ustalarımız” II. Uluslar arası Ahilik kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1999 sh. 139-157; Mehmet “Balkanlarda Ahilik teşkilatı Hakkında Bazı Mülahazalar” II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1999, sh. 234-241, Prof.Dr. M.G. Naskali, “Doğu Türkistan’da Ahilik” I. Uluslar arası Ahilik kültürü Sempozyum Bildirileri, Ankara 1993, sh. 97-100).
Ahi türbeleri çalışması muhtemelen ilk deneme olmuştur. Yeni ça-lışmalarla, işaret etmeye çalıştığımız coğrafya daha bir netleşip, manalı olacaktır.

Haydar Baba Türbesi – (Karabağlar )

Haydar Baba Türbesi – (Karabağlar )


Haydar Baba (1859-1919) Midilli’de doğmuş, sonra İzmir’e yerleşmiştir. Turabi Dede’den nasip almıştır. On sene kadar dervişlik yaptıktan sonra Babalık payesine kadar yükselir. Saz şairliğinde yetişmiş olduğu için irticalen nefes ve gazeller söyleyebilen birisidir. Vefatında önce Yusuf Dede Kabristanına, bu mezarlığın kaldırılması üzerine de Paşaköprü Mezarlığına defnedilmiştir.












6 Ocak 2016 Çarşamba

Yatağan Baba Türbesi,

Serinhisar ilçesine bağlı Yatağan Mahallesi’nde bulunan Yatağan Baba Türbesi, Selçuklu Dönemi eseridir. Yapı üzerinde Hicri 642 (Miladi 1244-1245) tarihi bulunmaktadır.
Türbe kare formlu ve kagir yapılıdır. Türbenin üzeri piramidal sac çatı ile örtülüdür. Yapının girişi kuzeydoğu cephesinin kuzey köşesindeki ahşap kapıdan sağlanmaktadır. Türbe; türbedar odası ve sanduka odası olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Türbedar odasında, kapının tam karşısında küçük bir pencere mevcuttur. Sanduka odasının kuzeydoğu cephesinde de dikdörtgen bir pencere vardır. Sanduka odasında birbirine bitişik vaziyette 3 sanduka yer almaktadır. Bu sandukalar Yatağan Baba’ya, eşine ve oğlu Murat Bey’e aittir. Sanduka odasının içinde, güneybatı duvarda bulunan sivri kemerli niş dikkat çekicidir.

Emir Sultan Türbesi

büyük sütun üzerine oturtulmuştur. Yapı tamamen devşirme taş bloklardan inşa edilmiştir. Türbenin bulunduğu alanda çok sayıda antik mimari parça bulunmaktadır. Yapıda kullanılan ve çevresinde bulunan mimari parçaların büyük çoğunluğu Tripolis Antik Kenti’nden getirilmiştir.
Türbenin girişi kuzey cephesindedir. Giriş kapısı ahşap ve çift kanatlıdır. Kapının üzeri yuvarlak formlu mermer kemerle sonlandırılmıştır. Yapıda kapı haricinde herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Tuğla örgülü olan kubbesi içeriden ve dışarıdan sıvalıdır. Duvarları ise yalnızca içeriden sıvalıdır. Türbenin içinde sonradan yapıldığı anlaşılan bir sanduka yer almaktadır. Türbe günümüzde iyi durumdadır.