KARIŞIK

25 Nisan 2018 Çarşamba

SUNULLAH GAYBİ TÜRBESİ...kütahya




Kütahya Meydan Mahallesinde Musalla Mezarlığı’nda bulunan Sunullah Garbi Türbesi 17.yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Sunullah Garbi 17. Yüzyıl mutasavvıflarındandır. İstanbul’da Halveti-Melami olarak yetişmiş, Kütahya’da yaşamış, Kütahya uleması tarafından zındıklıkla suçlanmış, bu nedenle de “Huda Rabbim” ile başlayan ünlü şiirini söylemiştir.
Türbe kesme taş kaplamalı, bir tarafı dışarıya açık küçük bir türbedir. Türbe 1975 yılında onarılmış ve kısmen de olsa özelliğini yitirmiştir. Türbenin üzeri kiremit örtülü çatı ile örtülmüştür. Orijinal konumunda türbenin doğuya basit bir kapı açıldığı ve kare planlı olduğu anlaşılmaktadır. Güney yönündeki kademeli yuvarlak kemerli açıklık sonradan örülmüş ve bir nevi hacet penceresi durumuna getirilmiştir. Kapısına da “ Sunullah Gayibi 1076 h. (1665)” yazılı bir levha konulmuştur.
Türbenin 1980 yılında yapılan onarımında duvarları yenilenmiş, güneydeki yuvarlak kemerli açıklığa demir şebekeler konulmuştur. Çimento kaplı damı karo seramikli desenlerle kaplanmış ve buraya bir de kubbe konulmuştur.
DEDEBALİ TÜRBESİ..kütahya




‘’Hace’ül-Haram’’ ve ‘’Mülayim Dede’’ adlarıyla bilinen Dedebali, Anadolu Türk Birliğinin sağlanmasında önemli görevler almış, sevilen ve yardımseverliği ile bilinen bir halk bilgesidir. 1394 yılında vefat etmiştir. Tavşanlı merkezindeki Mülayim Tepe adıyla bilinen ve günümüzde mesire yeri olarak kullanılan tepeye defnedilmiş ve üzerine türbe yaptırılmıştır. Türbenin etrafı havuz ile çevrilidir. Tavşanlı ilçe merkezindedir.

Helvai Yakub Baba türbesi ...istanbul





Halk arasında Helvacı Baba (1510 – 1589) diye anılan Şeyh Yakub Efendi ; 1510 yılında Silifke’de doğmuştur. Melami Şeyhi Pir Ali Aksarayi hazretlerinin halifelerindedir.
Pir Ali Aksarayi hazretlerine intisabı ”Lemazat-ı Hulviyye”’de şöyle alatılır. ” Bir tarihte Pir Ali Sultan ‘ın (k.s.) yetişkin dervişlerinden bir kaç dervişle yoldaş olup Aksaray’a doğru yola çıktı. Gece vakti şeyhin hanesine celal ile geldiler. Şeyh Pir Ali Sultan ; kapı çalındığında hizmetçisine ;
– Bak bakalım , kapıya haramiler gelmişler. Bizi yağmalamak istiyorlar kapıyı aç girsinler dedi.Yakub Efendi ; Pir Ali Sultan bu sözünü duyunca sabah ziyaret etmeyi teklif etti. Fakat diğerleri onu dinlemedi ve içeri girdiler. Yakub Efendi başka bir yerde geceledi. Şeyh Pir Ali Sultan hemen eline bir mum alıp geldi ve haramilerin yüzlerine dikkatle baktı. Her birine hitaben ” Sen falanca mısın” diye sorarak isim namlarıyla onları bildirdi. Sonra;
– Bre münafıklar, ben pirimden bu esrarı döverek mi aldım? siz benim üzerime niçin gelirsiniz? hele ahirette sizinle görüşürüz. Siz acıklı azabı tatmadan akıllanmayanlardansınız, diyerek onları payladı. Sonra bunların herbirini bir semte yolladı. Sabahleyin erkenden Helvai dede gelip önünde elpençe divan durdu. Pir hazretleri,
-Bizim yolumuz bizden bizedir. Sihir ise şeytan iledir. Bizden bize olan rahmani yolu Yakub’ vermek isteriz, dedi. Yakub Efendi’ye kuşak kuşatıp ilim ve çerağ vererek kendisine hayır dua eyledi. Sonra onu İstanbul’a gönderdi. Diğerleri ise sır davasına ve merakına düşüp her biri bir vilayeti teshir etmek üzere gittiler.
Helvai Yakub Efendi 60 yıl boyunca bıkmadan yorulmadan Bayrami – Melami yolunu halka anlatmıştır. Abid zahid ve daima murakabe halinde gönlü uyanık bir melamet eriydi. Cezbe ve aşkla konuşan şeyhine ( ve diğer Melami büyüklerine)nazaran çok daha temkinli ve tedbirli idi. Bu bakımdan ulema tarafından fazlaca aleyhinde bulunulmamıştır.Ömrü boyunca, mensub olduğu Bayrami yolunun geniş halk kitlelerine sevdirmiş, özellikle İstanbul’da yayılmasına büyük çabalar sarfetmiş ve büyük bir itibar kazanmıştır.
İsmail Maşuki hazretleri şehit edildiği zaman Helvacı Baba’da Pir Ahmed Edirnevi hazretleri ile birlikte hapsedilmişti. Acem seferindeki muvaffakiyetsizlik üzerine padişah bu iki zatı serbest bıraktırıp dualarını rica etmiş ve daha sonra zafer kazanılınca Yakub baba ‘ya İstanbul’daki ilk Bayrami Tekkesini, Şehzadebaşı civarında, Bozdoğan kemeri bitişiğinde inşa ettirmiştir. Padişah bir gün bu tekkeyi ziyaret etmiş ve şeyhten burhan talebinde bulunmuş, derhal helva pişirilip padişaha takdim edilince padişah gönlünden helva geçirmiş olması sebebiyle memnun olmuştu. Şeyhin lakabı olan ” Helvai” buradan kalmıştır.
Helavi Yakub Baba 1589 yılında vefat ettiğinde binlerce öğrencisi ve seveni vardı. Vefatından sonra Bozdoğan kemeri altındaki tekkesinde sırlanmıştır.
Kaynak ;
Mahmud Cemaleddin El- Hulvi – Lemazat-ı Huviyye – Semerkand yayınları
Tarık Velioğlu , Osmanlı’nın Manevi Sultanları , Ufuk Yayınları
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012
Osmanzade Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya – 2. cilt , Kitabevi yay.

ŞEYH MERZÜBÂN-I VELÎ..zara ..tödürge köyü



On üçüncü yüzyılda yaşamış velîlerden. Asıl adı Mahmud'dur. Merzübân lakabı sınır muhâfızı, hâkim, pâdişâh anlamındadır. Peygamber efendimizin torunlarından olup seyyiddir. Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşması döneminde şeyhi, Tac'ül-Arifîn Ebü'l-Vefâ hazretlerinin mânevî işaretleriyle on ikinci asır sonlarına doğru Buhara'dan Anadolu'ya gelmiştir. Sivas ili Zara ilçesi yakınlarındaki Tekke köyüne yerleşerek halkı irşâda başlamıştır. Pekçok kerâmetleri görülmüştür. Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad, doğuda bir sefere giderken, yolu üzerindeki Zara'ya uğramış ve Şeyh hazretleriyle görüşüp kerâmetine mazhar olmuştur. Zara ilçesinin bugünkü yerinde "Zaro" isimli bir Ermeninin çifliği vardır. Ağa, sultanı akşam yemeği yedirmek için çifliğine dâvet eder. Yemekten sonra, 3-4 km uzakta bir ışığın yandığını farkeden Sultan, Zaro Ağaya ışık yanan yerde köy olup olmadığını sorar. Ağa da; "Köy yok efendim, fakat orada bir sarhoş adam var, civar köylerden avane toplayıp âlem yapıyorlar. Bu yüzden zaman zaman bizi de rahatsız ediyorlar." der. Zekî bir insan olan Alâeddin Keykubad, Ağa'nın bu sözlerinden şüphelenip; "Ağa, öyleyse o sarhoşa içki göndermek gerek." der. Sabahleyin bir katır yükü içki yükletip askerleriyle Şeyhe gönderir. Katır, Şeyhin Dergâhına yaklaşınca, daha ileri gitmez. Bunun üzerine içkiyi götüren asker, Şeyhe gidip; "Sultanın kendisine içki gönderdiğini, fakat katır yorulduğu için getiremediğini, içkileri gelip kendisinin almasını söyler." Şeyh hazretleri askere;"Sultanına selam söyle, gönderdiği içkiler yağ bal olsun, askerine yedirsin." der. Asker geri döner, durumu Sultan'a anlatır. Katırdaki yükler indirilir, gerçekten de içkilerin yağ, bal olduğu görülür. Alâeddin Keykubad bu zâtın büyük bir velî olduğunu anlar, gidip elini öpüp hayır duasını ister. Kendisine istediği kadar arazi vakfeder. Şeyh de bu arazilerin gelirleriyle medrese kurdurup yüzlerce insan yetiştirir.
Kendisinden sonra, torunları da bu işe devam etmiş Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına kadar hizmeti sürdürmüşlerdir. Bugün bu mübarek zâtın türbesi sıkıntıya düşen, derdi olan pekçok kişi tarafından ziyâret edilir, himmet beklenir.

KAYNAKLAR

1) Baki Ay ve Ömer Hocaoğlu şahsi arşivinden
2) Zara Folkloru
3) Dünden bugüne Zara
4) Yakup Bozalioğlu şahsi fotoğraf albümünden
5) Faruk Aburşu'nun şahsî arşivindeki "Şeyh Merzübân Vakfiyesi" örneğinden

20 Nisan 2018 Cuma

KAVACIK SULTAN YATIRI ..MİSİ KÖYÜ..BURSA




Kavacık Sultan Yatırı Müslümanlar için önem arz etmektedir. Misi Köyü’nde yaşamış olan Kavacık Sultan’ın kabrinin, köydeki dağda bir kayanın içinde olduğu rivayet edilmektedir. Bugün bölgede bulunan çeşmeden akan suyun Kavacık Sultan’ın gözyaşları olduğuna inanılır ve ziyaretçiler tarafından dilenen dileklerin gerçek olduğu söylenir.
MADRAN BABA YATIRI ..BOZDOĞAN..AYDIN




Bozdoğan ilçesindeki Madran Baba Dağı ismini, zirvesinde bulunan Madran Baba yatırından alır. Dağ çok yüksek bir rakıma sahip olduğundan buraya ulaşım stabilize orman yollarıyla sağlanır.
Madran Baba’nın kim olduğu, nereden geldiği ve hangi dönemde yaşadığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Türklerin Anadolu’ya geldiği devirlerde bölgeye yerleşmiş bir veli, bir gazi derviş olduğu hakkında yaygın bir kanaat varır. Madran Baba’yı, Evliya Çelebi ziyaret etmiştir. Seyahatname’sinde önemli dini ziyaret mekanları içinde sayar.
Mardan Baba, Aydın ve çevre illerde yaşayanlar için oldukça popüler bir ziyaret yeridir. Bilhassa yaz aylarında on binlerce birey buraya gelir. Özellikle o civardaki Alamut köyü Alevilerinin dini yaşamında Madran Baba’nın ayrı bir yeri vardır. Küçük büyük hemen her Alamutlu yılda en az bir kere Madran Baba’yı ziyaret eder, ona dua eder. Orada kurbanlar kesilir. Madran Baba sadece Alevilerin değil, bütün Müslüman kesimlerin ortaklaşa ziyaret ettikleri ve saygı duydukları bir yatırdır.
Bozdoğan’da herkes imkan buldukça Madran Dağı (1792 m.) zirvesindeki Madran Baba’yı ziyaret eder. Ziyaret edenlerin arasında çoğunluğu Alamut Mahallesi’nde yaşayan vatandaşlar oluşturur.
Gene bir rivayete göre; Madran dağı bağrından akarak gelen kaynak sularıyla karpuz ve düşman çatlatırmış. Madran Baba bu dağda yaşayan yüce bir bilgeymiş. Gün boyu ufuklara bakar,doğayı dinler,düşünürmüş.
Düşündüklerini yoğurup bırakırmış mayalanmaya.Doruktaki bulutlar önce onun saçlarını yalazlar,Deniz yeli onun sakalında eleklenir,tomurcuklar ona içini açar,dallar ona secde edermiş.
O,börtü böcekle konuşur,çiçeklerden şifa sağar,olmayanları oldururmuş.Ufuklarca mavi gözleri,bulutlarca aklanmış saçları,çatlamış bakır rengi yüzüyle derin bir adammış.Bu kişi serin bir kişiymiş.Elindeki kar erimezmiş…
HAYDAR BABA TÜRBESİ..HAYDARPAŞA ..KADIKÖY 


RÜYAYA GİREN HAYDAR BABA!
Haydarpaşa Tren İstasyonu’nda rayların arasında saklı kalmış pek de bilinmeyen gizemli bir türbe de son hikâyemizin odak noktası.  Tren istasyonuna ismini verdiği söylenen Haydar Baba Türbesi ile ilgili de şu rivayet anlatılıyor: Yaklaşık 100 yıl evvel Haydarpaşa tren istasyonunun hareket amiri türbenin olduğu yerden tren rayı geçmesini istemiş ve bunun üzerine çalışmalar başlatılmış. Ancak çalışmalara başlandığı gece hareket amirinin rüyasına Haydar Baba girmiş ve “Beni rahatsız etmeyin” demiş. Görülen bu rüyaya rağmen mühendisler çalışmalarına devam etmiş. Ertesi gece Haydar Baba yine hareket amirinin rüyasına girmiş ve bu kez “Beni rahatsız etme” diyerek amirin boğazını sıkmış. Bu rüyalar sonrasında tedirgin olan hareket amiri tüm çalışmaları durdurmuş. Ve üstelik de oraya “Haydar Baba Türbesi” yapılmasını sağlamış.

‘BİZİ SELAMETLE HAYDAR BABA’
Kadıköylü mimar Arif Atılgan ise “Haydarpaşa” adlı kitabında bu türbe ile ilgili şunları yazar; Haydarpaşa Garı alanında demiryolcuların Haydar Baba adıyla andıkları bir yatır türbesi vardır. Aslında mezarın üzerindeki yazıda Lahuti Abdullah Baba yazmaktadır. Tüm makinistler ve ateşçiler trenleri ile yola çıkmadan önce bu mezarı ziyaret eder ve dua ederlermiş. Ayrıca yola çıkarken de ‘Bizi Selametle Haydar Baba’ anlamında trenlerinin düdüğünü çalarak onu selamlarlarmış. Trenciler, burada yatan zat ile olan bu ilişkileri sebebiyle kendisine Haydar Baba adını koymuşlar. 1950’li yıllarda İşletme Müdürü Rüştü Sarp zamanında ilk olarak onarılmış olan bu türbe, Haydarpaşa Garı’nın önemli bir parçası olmuştur.

7 Nisan 2018 Cumartesi

 BALGAZ DEDE - YUKARI KIRIKLAR KÖYÜ - BERGAMA












Bergama’ya 13 km. mesafedeki Yukarı Kırıklar köyünde bulunan Balgaz Dede ulu bir Çitlembik ağacının dibinde yer almaktadır. Köyün dışındaki bu yatırla ilgili hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Mezar taşlarla çevrilmiş viran bir görünümde, hiçbir kitabe ve yatırla ilgili herhangi bir ibare bulunmamaktadır. Kimdir neyin nesidir bilinmiyor. Köylüler tarafından yatır olarak kabul edilmiş ve etrafı tel örgülerle çevrilerek girişine “Balgaz Mezarlığı” diye bir levha asılmış. Bunun dışında herhangi bir ibare yok. Ama orada bulunan çobanın dediğine ve ağaçlara bakıldığında en az 300 yıllık olduğu sanılmaktadır.

    KUM BABA. UZUNKÖPRÜ



 Uzunköprü yöresinin alınması sırasında şehit olan Serdengeçti Türk akıncısı. 1357. Kırk Erenler, serden geçti akıncılar, Rumeli’ne geçtiklerinde, atının heybesine kum doldurup, yakın savaşlarda düşmanaskerinin gözlerine hışımla kum atarak, onları iş görmez hale getirerek saf dışı eden bir yiğit varmış.  KUM BABA diye anılır.
      Bir gün arkadaşlarına demiş ki “ Din-i mübini İslâm'a bu yolda hizmet ettim, Heybedeki kumlarım nerede tükenirse bizimde vazifemiz orada bitecek” der. Son avuç kumunu da, Uzunköprü’nün bulunduğu yörede Kafirlerle yaptığı savaşta serptiğinde vade sona erip şehitlik şerbetini içer ve onu arkadaşları hemen oraya defnederler. Uzunköprü’de KUM BABA diye halen ziyaret edilir.
     Kum Baba ile ilgili Uzunköprü’de günümüze kadar halk arasında söylene gelen bir (söylence) rivayet de vardır. Rumeli’ye geçen ilk kırk kişilik sal, karşıya geçmek üzere sahilden ayrılır.  Sala binmeye yetişemeyen Kumbaba atından iner. Heybesini omzuna alır.  Heybesinden tarlasına buğday eker gibi denizin üzerine kum serpmeye başlar.  Denizde bir yol olur. Böylece Kum baba bu yol üzerinde yürüyerek, salla Rumeli’ye geçen arkadaşlarına yetişir. Kırk erenler arasında yeri olan serdengeçti, savaşçı, kolonizatör Türk Dervişi Kum baba Rumeli’nin fethinde Uzunköprü yöresinin alınışına kadar tüm savaşlara katılmıştır.

HAMZA BABA TÜRBESİ..İZMİR..KEMALPAŞA









İzmir – Kemalpaşa ilçesine 30 km. uzaklıktaki Hamzababa köyünde bulunmaktadır
              Hamza Baba türbesi, ilçeye 30 km. uzaklıktaki Hamzababa köyünde bulunmaktadır. Köye girildiğinde ilk göze çarpan, birçok evin duvarında dini motiflerin işlendiği duvar resimleridir. Türbenin bakımını Hamzababa soyundan geldiği söylenilen, bu konuda elinde hilafet fermanı bulunan postnişin yürütür. Semavi Eyice makalesinde Hamza Baba’nın Nif’teki (Kemalpaşa) kabri üzerine II. Murad tarafından bir türbe yaptırılıp yakınında bir de Bektaşî tekkesi kurulmuş olduğunu kaydeder. Saruhan Evkaf Defteri’ndeki 1521-22 tarihli kayıtta, “Nâhiye-i Nif’te Gereme nâm karye kurbünde Kapukaya demekle mâruf mevzii Hamza Baba nâm derviş kendi dest-i renciyle açıp ihya edip ve su getirip bir zaviye bina ve hasbeten lillâh bağ dikip ihya etmiş; zikrolan bağın ve mevziin öşrünü Sultan Bayezid Han ihsan edip ref buyurup ellerine hükm-i hümâyun inayet olunmuştur“, denilmektedir. Buna göre, zaviye II. Bayezid döneminde kurulmuş ve Hamza Baba da aynı yıllarda yaşamış olmalıdır. Hilal Ortaç’ın yayımladığı Hamza Baba Tekkesi’nin tarihçesiyle ilgili altı belgeden sonuncusu 6 Teşrinievvel 1308 (18 Ekim 1892) tarihli olup Şeyh Halil Efendi’nin ölümü ile zâviyedarlığın oğlu Derviş Ali Efendi’ye tevcih edildiğine dairdir. Aradan geçen 100 yıl içinde, tekke bütünüyle ortadan kalkmış, yalnız türbe ayakta kalabilmiştir. Bir mezarlığın içinde yer alan Hamza Baba Türbesi kesme taştan yapılmış se- kizgen planlı bir yapı olup içinde tek sanduka vardır.
          Çevre halkının anlattıklarına ve Postnişin Ali İhsan Özer’in elindeki ferman ve diğer vesikalardan anlaşıldığına göre, Hamzababa 1530 yıllarında 90.000. askeri ile Horasan’ın Balkayıp bölgesinden Anadolu’ya gelir. Onun Ahmet Yesevi dervişlerinden olduğu rivayet edilmektedir. Bugün türbenin bulunduğu yerleri fetheder ve yerleşir. O yıllarda Sultan Murat Manisa’da şehzadedir. Şehzade Murat, Hamza Baba’yı birkaç kere Manisa’ya davet eder. Sonunda Hamza Baba Manisa’ya gitmeye karar verir ve yola çıkar. Bu arada dağlara dönerek “yürün dağlar, ben Manisa’ya gidiyom, siz de gelin” der. Dağlar da Hamza Babanın peşine takılarak gitmeye başlar. Bu arada II.Murat bir haber daha yollayarak “yalnız gel” der. Bunun üzerine Hamza Baba köyün 1,5 km. aşağısında durarak bir kayaya yaslanır ve “durun dağlar” der. Dağlar durur, Hamza Baba yoluna devam eder.
             Hamza Baba ile Şehzade Murat arasındaki ilişki bir süre sonra dostluğa dönüşür. Bu dostluk ve muhabbetin ikisinin de Hacı Bektaş Veli’ye olan sevgi ve saygılarından kaynaklandığı söylenir. Hamza Baba, Manisa’ya yaptığı ziyaretlerden birisinde ölür. Manisalılar Hamza Baba’ya sahip çıkarak onu Manisa’da yapılacak bir türbeye gömmeyi isterler. Hamza Baba’nın erleri ise onu Hamzababa köyüne götürmek isterler. Menkıbeye göre cenaze paylaşılamaz. Sonuçta bulunan çözüme göre, cenazenin bulunduğu odaya iki tabut koyularak kapı kilitlenir. Sabaha kadar beklenir. Cenaze kimin tabutuna girerse onun olacaktır. Sabah olur, herkes kendi tabutunu alarak içine bakmadan gömüleceği yere kadar götürecektir. Hamza Baba’nın erleri kendi tabutlarını Manisa’dan kendi köylerinin girişine kadar bir günde getirirler. Köye bir km. kala tabutun içerisinde Hamza Baba’nın olup olmadığı konusunda içlerine bir şüphe düşer ve tabutu açarlar. Hamza Baba tabutun içindedir ve hala terlemektedir. Bu şüpheden dolayı cenaze o kadar ağırlaşır ki, geri kalan bir km. lik yolu ancak kırk günde alabilirler.
Hamzababa zaviyesinin yerleşkesi karye-i barza yakınlarında Kapukaya mahalli olarak anılır.
Yatır, sekizgen formdadır. Kubbeli taş bina, eski ve daha yeni mezarların yer aldığı bir alanın ortasına kurulmuştur. Köy, özellikle çevre il ve ilçelerden gelen alevi vatandaşlar tarafından ziyaret edilmektedir. Yatırda, çeşitli amaçlar için dilekte bulunulmakta ve bu uygulamalar için dört ayrı dilek noktası bulunmaktadır. Kişilerin kendi başlarına yaptıkları dilekte bulunuşun dışında, postnişin tarafından yardım alınarak da dilekte bulunulabilmektedir. Yatırın içerisine giren ziyaretçi, niyaz etmek amacıyla yatırın ayak, orta ve baş ucundan öpmekte, daha sonra diğer tarafa geçerek aynı işlemi burada da yapmaktadır. Yatırın çevresinde yer alan mezarlıkta da dilekte bulunmak için bir dizi işlemler yapıldığının izleri görülmüştür. Ağaçların dallarına kumaş parçaları bağlanarak dileklerde bulunulmuştur. Bunların içinde en ilginci, bir gazete parçasının her iki ucuna bez bağlanmış, bir ucu ağaca tutturulmuş, diğer ucu serbest bırakılmıştır. Hamzababa türbesi çevresinde yeralan bu inançlar, dileklerin yerine gelmesi sonucunda Hamzababa için adakta bulunulması ile son bulmaktadır.
Bursalı Mehmet Tahir eserinde Hamza Baba’nın II. Murad devrinin şeyhlerinden olup Sultanın defalarca onunla görüşmüş, vefatında ikamet etmiş olduğu köyde mükemmel bir türbe yaptırmış ve vakfiye tahsis etmiş olduğundan söz eder87. Daha sonraları Fatih Sultan Mehmet de babasının bu vakfiyesini artırır. Yazarın bilahare ziyaret ettiği türbesinde on sekiz bölümden oluşan mensur Makamat-ı Evliya isminde tasavvufa dair bir eser ile Kitabü’l Usul isminde bir diğer eserini görmüş olduğunu aktarır. Yazar bu eserlerin incelemesinden Hamza baba’nın Bursa’ya sekiz saat mesafede bulunan İnegöl kazası civarında nam-ı alilerine mensup köyde mazanna-i kiramdan Baba Sultan’dan hilafet almış olduğunu nakleder. Hamza Baba’nın bilinen eserleri Makâmât-ı Evliyâ, Tasavvuf Risâlesi, adı belirtilmemiş küçük bir tasavvuf eseri ve Divan’ıdır88. Genel olarak nasihatname türündeki mensur bu üç eser, örnek hikâyeler üzerinden dinî ve tasavvufî öğretileri içerir. Dîvân ise sade bir Türkçe ile Hamza mahlasını kullanan Hamza Baba’nın hece ile yazılmış tasavvuf temalı şiirlerinden oluşur.
Manisa, Kemalpaşa, Balıkesir, İzmir, Çanakkale, Akhisar, Demirci, Menemen, Turgutlu, Aydın, Dikili, Bergama, Edremit gibi şehirlerde ve Ege Bölgesinde 100 ‘ün üzerinde köy ve kasabada Hamza Baba Ocağı talipleri vardır89. Bunlar daha çok Dergâh’a bağımlı muhiban Türkmen zümrelerdir.
Hamza Baba Yesevi ekolü mensubu bir Türkmen dedesidir. Saruhan Beyin kardeşi Ali Paşa’nın Nif Emirliği döneminde gelerek yöreyi dervişleriyle irşatabaşladığı anlatılmaktadır. Onun bu çalışmalarını gören Saruhan Bey, onun tekkesine vakıf arazileri tahsis eder.
Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmir Valisi Kazım Dirik (1881-1941), Hamza Baba türbesini kapatmak ister. Halkın bu duruma karşı çıkması üzerine köye gelir ve türbedar Rıza Özer’in evinde bir gece kalır. Hamza Baba’nın menkıbelerini dinler. Hamza Baba’nın türbesinin kapatılmasına engel olur. Türbedardan Hamza Baba’ya ilgili çok sayıda el yazma eseri incelemek üzere alarak İzmir’e götürür. Kazım Dirik bir süre sonra Edirne’ye atanır. Belgelerden de bir haber alınmaz. Vilayetnâme’nin ise, Kazım Dirik’in oğlu tarafından İngiliz Elçisine hediye edildiği ve halen Londra’da kütüphane de bulunduğu anlatılır.
Her yıl Hamzababa köyünde Ağustosun son haftasında geleneksel Hamza Baba Anma törenleri yapılmaktadır.
Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

6 Nisan 2018 Cuma

Elmas Dede Türbesi.bursa..




Yıldırım Bayezid döneminde Buhara’dan Bursa’ya gelerek 14. yüzyıl sonlarında Acem Reis mahallesindeki Ali Mest zaviyesini ettiren tarikat ehlidir. Ali Mest Edhemi, İbrahim Edhem yolundan gittiği için kendisine Edhemi denilmiştir. Allah aşkıyla sarhoş ve şaşkın halde gezdiğinden kendisine Ali Mest Sultan da derlermiş.  Ali Mest ismi zamanla  Elmas’a dönüşmüş ve halk arasında  Elmas Dede olarak tanınmıştır. Günümüzdeki Elmasbahçeler mahalle isminin, Ali Mest’in isminden geldiği söylenmektedir. Çok sayıda öğrenci yetiştirdiği ve pek çok kişiyi aydınlattığı söylenirken, Çelebi Mehmet döneminde vefat etmiş ve zaviye civarındaki türbesine defnedilmiştir. Tekke zamanla yok olurken, ahşap olduğu bilinen türbe de zamanla yok olarak sadece mezarlar kalmıştır. Günümüze gelen haziresinde ise iki tane beyaz mermerden yapılmış, üstü açık mezar mevcuttur ve bir tanesinin Elmas Dede adına olduğu düşünülmektedir. Elmas Dede’ye ait olduğu düşünülen mezarda mezar taşı yoktur, sadece bir başlık bulunmaktadır. Diğer mezar taşının üzerinde yazan Mahmud Bin Mehmed isminden ise Acem Reis camiini yaptıran Bedreddin Mahmud’a ait olduğu düşünülmektedir.



BABA ÇAĞIRAN TÜRBESİ..KELKİT SURUT KÖYÜ













Bayburt sancağı içinde, hakkında fazla bilgi olmasa da kayda değer zaviyelerden biri de Kelkit nahiyesine bağlı Surut köyünde kurulmuş olan Çağırgan Baba Zâviyesidir. 1530 tarihinde 20 hâne olduğu tespit edilen Surût köyünün 303 akçe tutan vergi geliri bu zâviyeye tahsis kılınmıştır. Bu tarihten on-on beş yıl sonra yapılmış olan vakıf kayıtlarında bahse konu zâviye hakkında önemli sayılabilecek ayrıntılara yer verilmiştir. Konuyla ilgili kaydın bir kısmı şöyledir:

“Zâviye-i Baba Çagırgan, der karye-i Surut tâbi-i nahiye-i mezbûre, mesihat der tasarruf-u Seyh ismail veled-i Seyh Han Baba, bâ-berât. / Evkâf-ı mezbûre karye-i Surût elmezbûr vakf-ı zâviye-i mezbûre ber mûceb-i defter-i atîk” 

Bu metnin kısaca anlamı şudur: Kelkit nahiyesine bağlı Şurut (Kabaktepe) köyü bütünüyle Baba Çağırgan zâviyesine sultan beratıyla vakfedilmiştir. Bu tarihte köyün toplam geliri 3.103 akçedir. Zâviyenin başında Seyh Han Baba oğlu Şeyh ismail bulunmaktadır. Köyün bu durumu 1516 tarihinde yazılmış olan vergi defterinde kaydedildiği sekliyle yeniden tescillenmiştir. Kaydın devamında köyde oturan vergi mükellefleri ile Baba Çagırgan soyundan gelen kisilerin adlarına yer verilmiştir. Baba Çağırgan soyundan gelenlerin tespiti açısından bu isimleri nakletmek yararlı olacaktır. Bunu bir tabloda göstermek mümkündür:

 Baba Çagırgan Soyundan Gelenlerin isim Listesi;
1 Bayram Bey oglu Dervis Mehmet Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

2 Dervis Ali (onun oglu) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

3 Dervis Ali (onu kardesi) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

4 Dervis Ahmet (onun kardesi) Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

5 Seyh Ali oglu Dervis Hacı Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

6 Han Ahmet (onun oglu) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

7 Ali oglu Dervis Hacı Mehmet Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

8 Abdullah oglu Dervis Yusuf Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

9 Ömer oglu Sah Ali Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

10 Abdullah oglu Dervis Memi (?) Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

11 Saruhan oglu Dervis Sahkulu Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

12 Mahmut oglu Dervis Pirkan Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

13 İbrahim oglu Abdal Kasım Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

14 Sah Ali oglu Abdal Yar Ali Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

15 Yar Ahmet oglu Abdal Hüseyin Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

16 isa oglu Mehmet Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

17 Pir Veli oglu Pirî Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

18 Pir Veli oglu Koçeri Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

19 Koçeri oglu Abdal Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

20 Ahmet oglu Dervis Arus(?) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

21 Ahmet oglu Dervis Sayan Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

22 Ahmet oglu Dervis _sâ Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

23 Yusuf oglu Dervis Hüdâverdi Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

24 Abdal Âgca Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

25 Abdullah oglu Dervis Mustafa Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

26 Seyh İsmail oglu Saru Baba Zâviyedâr-zâde -

27 Seyh Zor Zâviyedâr-zâde Hâne sahibi (evli)

28 Yakup (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

29 Hacı Baba (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Hâne sahibi (evli)

30 Seyh İsmail kardesi Gavraz Baba Zâviyedâr-zâde -

31 Seyh Yusuf (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde -

32 Seyh Bayar(?/ onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

33 Ömer (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

34 Ahmet Han oglu Mehmet Zâviyedâr-zâde Hâne sahibi (evli)

35 Sultan Mahmut (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

Görüldüğü gibi köyde otuz beş nefer kaydedilmiştir. Bunlardan on kişisi yetişkin bekâr erkek, kalanı hâne sahibi evlilerdir. Yirmi beş kişi vergi mükellefi çiftçi, kalan on kişi ise zâviye kurucusu şeyh efendi ahfadındandır. Baba Çağırgan ahfadından olmadıkları halde diğer kişilerin de pir, abdal, derviş gibi ön isimlere sahip olması bu köyün bir derviş topluluğu tarafından kurulduğunu ve halen de bunların tasarrufu altında olduğunu bize göstermektedir.Kovans nahiyesine bağlı halkı Hıristiyan olan Güvercinlik köyünün 1.200 akçe; yine Hıristiyanların meskûn olduğu Hor-i süflâ (Gökdere) köyünün 2250 akçe vergi geliri bu zâviyeye vakfedilmiştir. Ayrıca her ne kadar Çağırgan ismi bir şahıs adı olarak defterde görünse de, bu ismin Alucra’nın Zûn (Boyluca) ve Zıhar (Çakmak) köylerini de iskân edinen bir Türk aşireti olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Bayburt livasına bağlı Kogans nahiyesi Selekli köyünde de Baba Çağırgan adıyla bir zâviyenin varlığından haber verilmektedir.
Gümüşhane kapsamında kurulan tekkeye izafeten Tekke köyünde metfun olan Baba Çagırgan türbesinin konumuz ile ilişkisini şimdilik kesinleştiremedik. Buradaki türbe 1582 tarihlidir. Bu durum Baba Çagırgan’ın vefat tarihi hakkında belki bir fikir verebilir. Tastan kare planlı bir yapı olan türbe, kubbelidir ve dıştan piramit külahla gizlenmiştir. 1530/40’da söz konusu zâviyenin Şeyhi Derviş Sah Hüseyin adlı bir kişidir.”

 Çağırgan Baba ile ilgili, genel kültür anlamında önemsediğim Erdem Ekşi’nin bir yazısını da buraya eklemek istedim,yazıda;

“1341 yılında Akkoyunlu devletinin hakimiyeti altında olmakla beraber Çağırgan Baba hazretleri ve onun soyundan gelenler Çağırganlar Zümresi olarak devlet içinde yüceltilmiş ve yükseltilmiştir. Fakat zaviyeyi kuran Çağırgan Zümresinin atası Çağırgan Baba(Es-seyyid Mevlana Şeyh çağırgan İsmail Hakkı veli) hazretleri tarafından Osman Gazi oğlu Orhan Gazi’ye bağlılık olarak kesmiş olduğu vakfiyede belirtmiştir.vakfiyede geçen şu cümleler bu bağlılığın ispatıdır:’’…din ve dünya işlerinin yardımcısı olan Sultan Osmanşah oğlu Sultan Orhan, Allah onun hükmünü ve vilayetini daim kılsın, saltanatı te’yid edüp dostlarına ve yardımcılarına güç versin gücünü kıyamete kadar daim eylesin.Cenab-ı Hak onu fetih ve zaferlerle aziz eylesin onun zamanında Süleymanşah oğlu Nasıreddin büyük saygıya mahzar oldu.Çünkü o babasının kendisi ile iştişare ettiği değerde kişiliğe sahipti.Onun salim düşüncelerle tesis ettiği müesseselerde nice faydalı insanlar yetişti.Keza gelip geçen ve sürekli kalan selef-i salihinin hizmetleri de bu tarzda vuku bulmakla kıyamete kadar faydalar sağlanmıştır…’’

Çağırgan Baba kendisini horasan da yetiştiren ve icazetnamesini veren hocası büyük İslam mutasavvıfı, sofizmin kurucusuda sayılan Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin talebesi ve halifesi ve bugün Azerbeycan Cumhuriyetinin Başkenti eski Baku şehrindeki edebi istiragahatı olan kümbet türbede yatmakta olan Sultan Ebu Said Hazretleri, namı meşuriyle Ebu’l Hayr olarak bilinen büyük gavs’ada vakfiyesinde bağlılık ve hürmetini göstermiştir:’’…Baş kaldıranları şeriat kılıcı ile yok eden Mevlana Sultan Said ki o tevhid ehlinin namusunu koruyan sultanların sultanı…’’
Çağırgan Baba’nın 155 sene yaşadığı rivayet edilmektedir.Orhan Gazi’den başlayarak Sultan Fatih’in padişahlığının bir kısmına şahid olduğu rivayetleri anlatılmaktadır.
 

Trabzon’un Fethindeki Sır Perdesi

Çağırgan Baba Bizzat Fatih Sultan Mehmet Han’la görüşmüş ve Sultan Fatih’in Çağırgan Baba’nın 3 (üç)gün (kimi kaynaklara göre 7 Gün)misafir olarak onun manevi ilimden faydanmıştır.Çağırgan Baba’nın Trabzon şehrinin manevi fetih komutanı olduğu rivayetleri bilinmektedir.Rivayete göre Trabzon fethi şöyle gelişiyor:’’Fatih Sultan Mehmet han, Trabzon Rum İmparatorluğuna son vererek anadolu birliğini kurmaya karar verir.Orduyu hazırlayarak yola çıkar.Fatih ve ordusu Amasya şehrine ulaştığında orduyu iki kola ayırır.Bir kolu Samsun tarafından sahili takip eder.. Diğer ordu kolu ise Fatih Sultan Mehmet Han önderliğinde iç kesimlerden(Reşadiye-Ş.Karahisdar-Alucra) devam ederek Zıhar Köyüne ulaşır.Fatih Sultan Mehmet ve ordusu Hapen Gediği(geçidi) denilen yere ulaştıklarında artık Zıharşeyh Köyü(Fevzi Çakmak)hudutlarından girmekteler Çağırgan Baba Hazretlerinin mana yüklü zaviyesinin topraklarına…Artık Fatih Sultan Mehmet Han ve ordusu Çağırgan Baba’nın manevi tasarrufu altındadır.Sultan Fatih ve ordusu bu gün kışlaönü denilen düzlüğe otağını kurar.Çağırgan Baba’nın zaviyesindeki mutfağında pişen bir kazan Haşıl Pilavıyla koca ordu 3 gün boyunca doyurulur.Ambardan getirilen bir heybe dolusu arpa ile atlar beslenir.Tabiki Çağırgan Baba sultana göstermiş olduğu tek kerameti değildi.Koca ordu nasıl olurda bir kazan haşıl pilavı ve heybe dolusu arpa ile 3 gün boyunca beslenir.Sonra pilavda ve arpada hiç azalmada olmuyor.Fatih Sultan Mehmet Han, pir-i fani olan Çağırgan Baba’nın yanında kaldığı süre içerisinde onun büyüklüğünü keşfetmişti.Çağırgan Baba’ dan Sultan Fatih kaldığı 3 günde ilim tahsil etmeye çalıştı.


Fatih Sultan Mehmet Han Trabzon’nun fethinin güçlüğü biliyor ve derin düşüncelere dalıyordu.Rum İmparatoru ya kendisinin trabzon’a ordusu ile beraber yürüdüğünü öğrenirse, fetih güçleşebilirdi.Ordusu ile beraber geçtiği yerleşim yerlerinde önceden gerekli istihbarati ve güvenliği alıyordu.Artık Alucra’dan ötede yapacağı yolculuk daha önemliydi.Çünkü ordunun geçeceği güzergahlarda rum köyleri ve rum ortodoks kiliseleri ve manastırları vardı.Fatih Sultan Mehmet Han ve Çağırgan Baba trabzon’a gidilecek güzergahtaki tehlikeleri ve önlemleri planladılar.Sultan Fatih’in Çağırgan Baba’ya Trabzon’un fethinin kendisine nasip olup olmayacağını yönündeki bir soruyu Çağırgan’a yöneltmesi üzerine Çağırgan Baba yatsı namazına müteakip yapmış olduğu murakabe neticesinde Sultana ‘biznillah kan akıtmadan Trabzon Kalesi teslim alınacaktır.Cenab- Allah zaferinizi daim eylesin’ der.Çağırgan Baba böylece trabzon’un fethinin müjdesini sultana Zıharda verir.Sabah olunduğun da otağ ve ordu çadırları sökülür.Sultan Fatih ve ordusu bugünkü Seydi Ahmet Tepesi, Üçköprü(cahmanus) mevkilerinden ilerleyerek Yassı-çimen(Akyatak) yaylasına ulaşılır.Tabiki Fatih Sultan Mehmet han ve ordusunun önünde ordunun ilerlemesi için 400 baltacı, 400 kazmacı, 400 hızarcı, 400 kürekçi’den oluşan yol açan ve yapan bir askeri birlikte bulunmaktadır.Sahil yolundan ilerleyen orduda yassı çimen yaylasına gelerek iki ordunun birleşmesi sağlanarak Trabzon üzerine hareket edilir.
Trabzon şehrine ulaşılırken yol üzerindeki rum köyleri ve manastırları sıkı kontrol altında tutuluyor ve imparatora bilgi uçurulmasına mani olunuyordu.Osmanlı ordusu ağustos ayının sonuna doğru Trabzon önlerine geldiğinde akşam güneşi batmaktaydı.İmparator şaşırmıştı,Fatih ve ordusunun trabzonu fetih etmeye geleceğine dair her hangi bir bilgi ve bulguya sahip değildi.Sadece Fatih’in ordusu ile Alucra’da olduğunu, Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan üzerine yürüdüğü bilgisi ve rahatlığı vardı.Fatih ile Uzun Hasan arasındaki iktidar kavgasını çok bilen Trabzon Rum İmparatoru hazırlıksız yakalanmıştı.Trabzon Rum İmparatoru Sultan Fatih’ten horoz ötümüne kadar kendisine ve ordusuna müsaade etmesi durumunda şehri ve kaleyi Osmanlıya bırakacağını söyleyerek anlaşırlar.Sultan Fatih ve ordusu Trabzona girer ve kaleyi zapt ederler.Yatsı vaktinde kan akıtılmadan Trabzon kalesi Osmanlıların eline geçmişti.Kaleye Osmanlı ordusunun girmesi ile beraber kaledeki horozlar ötmeye başlarlar.Fatih Sultan Mehmet Han, imparatorun ordusunu toplayarak tekrar geri dönerek Trabzon Kalesini muhasara altına alacağını bildiğinden, horozların ötmesi ile beraber ordusuna hücum emrini vererek, imparatorun ordusunu imha edilmesini sağlar.İmparator canını zor kurtarır.İmparator, Fatih Sultan Mehmet Han ve ordusunun açmış olduğu yol güzergahını takip ederek üçköprüde ki manastırlarda saklanarak, ölüm korkusu ile samsun üzerinden Rusya’ya kaçar.Trabzon Fethinin nişanesi olarak m.1461 yılından bugüne kadar Trabzon horozları hep vakitsiz ötmektedir.’Vakitsiz öten horozun başını keserler’ deyimi de fetih zamanından kalmıştır.Horozlar sabahın( tanyerinin) ağırması ile ötmesi gerekiyorken Trabzon’da tam tersi akşamın kararması ile horozlar ötmeye başlamaktadır.Kan akıtılmadan Trabzon şehrinin fethinin müjdesini Sultan Fatih’e veren Çağırgan Baba’nın kerameti olmakla beraber fethinde manevi komutanı olduğunun göstergesidir.
Çağırgan Baba’nın aslanlarla çift yaptığı, geyiklerle harman savurduğuna yönelik bir çok rivayetleri yöremizde anlatılmaktadır.
Çağırgan Baba hazretleri terenli mevkisinde çift sürermiş.Mübareği aslanlar ile çift sürdüğünü gören bir kişi kıranmerek mahallesine (fatih) gelerek Çağırgan’ın aslanlarla çift sürdüğünü anlatır.Mahalleden Nebi bu olaya inanmaz.Aslan buraya nereden gelecek diye düşünerek kalkar gider terenliye bir çortun arkasına saklanarak Çağırgan Baba’yı izlemeye başlar.Bakar ki hakikaten mübarek hoca aslanlar ile çift sürüyor.Nebi geri dönmek ister ki, Çağırgan Baba köylüsü nebiye seslenerek;’gözü görmiyesice, bizim veliliğimizden şüphen mi vardı’ der.O günden sonra nebi’nin soyundan gelen insanlarda belli bir yaştan sonra uzağı görme yeteneğini kaybetmektedir.”

Harun Bostancı’nın , Doç Dr. Enver Çakar’ın danışmanlığında hazırladığı 197 sayfalık Yüksek Lisans tezinin sonuç kısmında da, şu değerlendirmeleri yapıyor;

“İncelemiş olduğumuz Doğu Karadeniz Bölgesinde Osmanlı Döneminde kurulan Tekke ve Zaviyelere bakıldığında bölgeye yerleşen Türk dervişlerinin genel olarak Ahi oldukları görülmektedir. Giresun, Şebinkarahisar ve Gümüşhane-Bayburt yöresinde kurulmuş ilk dönem Türk Zâviyelerinin hangi dini akıma mensup olduğu konusunda tam olarak yargıya ulaşmak mümkün olmamaktadır. Buna rağmen söz konusu Zâviyeleri müstakil olarak incelediğimizde, karsımıza en yaygın örgütlenme olarak Ahi teşkilatları çıkmaktadır. Daha sonraki yüzyıllarda farklı dini akımlara bağlanan tekke ve zaviyeler ilk kurulduklara zaman her hangi bir tarikat veya bir tasavvufi akımla bağlantılarına rastlanılmamıştır.
Beylikler döneminde fetih ve iskân hareketlerine kolonizasyon özellikleri ile katkı sağlayan bu kurumların, Osmanlı idaresinin egemen olmasıyla da birer bayındırlık ve sosyal hizmet kurumu niteligine bürünerek devam ettiklerini görüyoruz. Selçuklu Devletinin 1243 Kösedağ Savası’nı kaybederek merkezi otoriteyi toparlayamaması ile ortaya çıkan boşluğu ahî zâviyelerinin oluşturduğu mükemmel örgütlenmenin giderdiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda toplumsal dayanışmayı, toplum huzurunu bozacak zorbalarla mücadeleyi, tarım ve ticarete dayalı is hayatını organize etmeyi ve toplumun başka ihtiyaçlarını gidermeyi hep bu kurumların sağladığı ortaya çıkmaktadır.

 Osmanlının bölgede hâkimiyetini sağladıktan sonra tüm Anadolu da özellikle Doğu Karadeniz bölgesinde incelemiş olduğumuz Şeyh Mustafa Zâviyesi Giresun İskelesi-Taşhan ve Erimez üzerinden; Hacı Abdullah Halife Zâviyesi Tirebolu-Yağlıdere-Çakrak üzerinden; Şeyh İdris Zâviyesi de Bendehor kalesi (Piraziz) ve Yoğunyokuş üzerinden Şebinkarâhîsar’a ulaşan umumî/ticaret yollarının güvenlik ve imâret hizmetlerini; yollar üzerindeki köprülerin bakım ve onarım hizmetlerini yerine getirmişler, çevre köylerin ve nâhîyelerin teşkilatlanmasını sağlamışlardır

 Derbent görevi gören zaviyeleri devlet özellikle sarp geçitlere, ticaret yolları üzerine kurarak bu zaviyeler sayesinde hem ticaretin hem de güvenliğin gerçekleşmesini sağlamıştır. Osmanlı Devleti’nde özellikle Yavuz Sultan Selim zamanda İran etkisindeki Şii unsurlar, devletin ve toplumun dirlik ve düzenini bozduğu gerekçesi ile önemli bir tehdit algılaması ile mütalaa edilmiştir. Buna karsı zaman zaman güç kullanımına başvurulduğu gibi; çoğunlukla Ahi çukuru köyünde ikâme edilmiş Hacı Abdullah Halife Zâviyesi örneğinde ve emsalleri gibi, medreseler ve Zâviyeler kanalıyla bu tür oluşumların o günün tabiriyle ıslahı yoluna gidilmiştir. Aslında Bâtınî akımların ıslahı, Gayrimüslim yerlilerin de ihtidâsını sağlamak için uygulamaya konulan zâviye-medrese-câmi eksenli malikâne vakıf sistemi Giresun, Trabzon ve Canik (Samsun) vilayetleri kapsamında geçerli bir durum olarak karsımıza çıkmaktadır.

İlk kurulduğu zamanlara ışık tutan tahrir defterlerinde temel özellikleri eğitim, sosyal yardımlaşma, güvenlik ve ticari hayatın akısında güvenlik olarak belirtilen tekke ve zaviyeler,geçen yüzyıllar içinde aslî fonksiyonlarını yitirmiş, kurucu Şeyh efendinin soyundan gelen feodal beylerin ve çevresinin, kurucu şeyhin hatırına sultan veya yerli beyler tarafından tahsis edilen gayrimenkullerden nemalandığı kurumlara dönüşmüştür. Özellikle mâlikâne-vakıf sistemine dayalı olarak isleyen bu türden Zâviyelere ait, XIX. Yüzyılda hazırlanmış arşiv materyallerinin miras taksimine ait belgelere dönüşmesinden bu durumu izlemek mümkündür. Söz konusu Zâviyelerle ilgili belgelerin halîfe, seyh, efendi, pir, dede gibi tasavvufî erminolojiye ait kavramlarla andığı zâviyedârların, son yüzyılda halk arasında artık ağa, bey gibi daha çok yerel feodalizmi andıran kavramlarla izah edilmesi de, bu hususu doğrular niteliktedir.”