KARIŞIK

12 Mayıs 2017 Cuma

Mazhar-ı Can-ı Canan türbesi..delhi ..hindistan







Mazhar Cân-ı Cânân kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: Şemsüddîn Habîbullâh Mîrzâ Mahzar Cân-ı Cânân b. Mîrzâ Cân b. Abdissübhân Dihlevî (ö. 1195/1781) Nakşibendiyye’den Müceddidiyye silsilesinin yayılmasında önemli rol oynayan Hindistanlı mutasavvıf. 1 Ramazan 1110’da (3 Mart 1699), ailesi Dekken’den Ekberâbâd’a (Agra) göç ederken Kâlâbâğ adlı küçük bir kasabada doğdu. Muhammed b. Hanefiyye yoluyla Hz. Ali soyundan geldiğini ileri süren Mirza Mazhar’ın ailesi, Afganistan’dan Hindistan’a gidip Bâbürlü İmparatoru Hümâyun’un hizmetine giren ilk kabile olan Kaşgal kabilesine mensuptur. Ekber Şah’ın hükümdarlığı sırasında bir isyana karıştığı için gözden düşen aile, Mirza Mazhar’ın babası Mirza Cân’ın Evrengzîb döneminde askerî bir göreve tayin edilmesiyle itibarını tekrar kazanmıştı. Cân-ı Cânân’ın babası bir Çiştî şeyhine intisap ederek tasavvuf yoluna girince 1110 (1699) yılında bu görevinden istifa edip ailesiyle birlikte göç etmiş, Mazhar bu yolculuk sırasında dünyaya gelmişti. Kendisine, babasının isminden kinaye olarak ve bir erkek çocuğun babasının asıl canı olduğunu ifade etmek üzere Cân-ı Cân adı verilmiştir. Bu adın Evrengzîb’in tavsiyesi üzerine konulduğu da rivayet edilir. Ancak bu isim kısa bir süre sonra Cân-ı Cânân (Câncânân) olarak değiştirilmiş, Farsça ve Urduca şiirlerinde kullandığı “Mazhar” mahlası zamanla adının bir parçası olmuştur.
Mirza Mazhar, muhtemelen babasının son yıllarında veya onun 1130’da (1718) ölümünden kısa bir süre sonra Ekberâbâd’dan ayrılarak Delhi’ye gitti. Başlangıçta tasavvufa pek az ilgi duyan Mazhar, Abdürresûl Dihlevî’den tefsir ve İmâm-ı Rabbânî’nin torunu Hacı Muhammed Efdal Siyâlkûtî’den hadis ve fıkıh tahsili gördü. Babasının mesleğini devam ettirme-yi düşünerek orduda bir görev almak için girişimde bulundu. Başvurusu reddedildiğinde Çiştî velîlerinden Kutbüddin Bahtiyâr Kâkî’nin (ö. 633/1236), kendisine mânen bütün gücünü mânevî arayışa vakfetmesi tavsiyesinde bulunduğu kaydedilmektedir. Mirza Mazhar, bunun üzerine Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Nûr Muhammed el-Bedâûnî’ye intisap etti; Bedâûnî’ye bağlılığı onun vefatından sonra da devam etti ve türbesinde altı yıl süreyle inzivaya çekildi. Bedâûnî son dönemlerinde ona bir mürşid aramasını söylediği için Şah Muhammed Zübeyr, Şah Hâfız Sa‘dullah ve Muhammed Âbid Sünâmî adlı üç Nakşî-Müceddidî şeyhine daha intisap etti. Şah Hâfız Sa‘dullah bir şair olarak kabiliyetini geliştirmesine yardımcı oldu; Muhammed Âbid Sünâmî de ona Kâdirî, Sühreverdî ve Çiştî tarikatlarına intisap etmesi için ayrıca destek verdi. Böylece Mazhar, Nakşibendî-Müceddidî silsilesinin dört ana kolunu kendi şahsında birleştirmiş oldu.
Sünâmî’nin vefatından (1160/1747) sonra yoğun bir şekilde irşad faaliyetine başlayan Mazhar, dergâhını Delhi’de kurarak Müceddidîliğin merkezinin Sirhind’i de tehdit eden istikrarsızlığın hâkim olduğu Pencap’tan Delhi’ye kaymasını sağladı. Halifelerini Gucerât, Pencap ve Dekken başta olmak üzere Hindistan’ın her tarafına gönderdi. Bazan onların faaliyet merkezlerini bizzat ziyaret etti.
Mirza Mazhar, 1183’te (1769) Delhi’den ayrılıp aralarında çok sayıda müridinin bulunduğu Rohilla Afganlıları’nın geleneksel kalesi olan Rohilkband’a gitti. Ancak umduğu gibi karşılanmadığı için hayal kırıklığına uğradı ve Delhi’ye döndü. Vücudu oldukça zayıf düştüğünden sadece ileri gelen müridlerinin huzuruna çıkmasına izin veriyordu. Cuma namazına gidemez oldu. 1195 yılı Muharrem ayının başında (Aralık 1780 sonu) dergâhının önünden geçmekte olan Şiî bir grubun tâziye törenini görünce tören hakkında onur kırıcı bir değerlendirme yaptı. 5 veya 7 Muharrem’de (1 veya 3 Ocak 1781) dergâhına gelen silâhlı üç kişi tarafından vuruldu, üç gün sonra da öldü. Saldırganların, tâziye törenini kınadığından dolayı kendisinden intikam almak isteyen Şiîler olduğu iddia edilmekteyse de bu konuda kesin bir delil bulunamamıştır. Katilleri, siyasî ve dinî sebeplerden dolayı Rohilla Afganlıları’na düşman olan Necef Han’ın görevlendirmiş olması da muhtemeldir.
Mizacı ve olaylara yaklaşım tarzının İmâm-ı Rabbânî’den farklı olmasına rağmen Mirza Mazhar onun fikirlerine sadık kalmıştır. Vahdet-i şühûd görüşünün vahdet-i vücûd anlayışından üstün olduğunu söylemesi de kendisinin bu tavrıyla ilgilidir. Bununla birlikte vahdet-i vücûd anlayışının da doğru olduğunu kabul etmiştir. Çünkü Mazhar’a göre bu iki yaklaşım hakikat yolunda erişilen bir mertebenin neticeleridir.
Mazhar’ın Hinduizm hakkındaki değerlendirmesi İmâm-ı Rabbânî’nin görüşlerinden önemli ölçüde farklılık arzeder. Hinduizm’in altı temel ilkesinin (darshana) çıktığını söylediği Vedalar’ı ilâhî bir kaynağa atfeden Mazhar bütün Hindular’ın Allah’ın birliği konusunda müslümanlarla aynı görüşte olduğunu, dünyanın ebedî olmayıp yaratıldığını kabul ettiklerini, âhirette dirilmeye, ceza ve mükâfata inandıklarını belirtmiştir. Ona göre Ramachandra ve Krişna uyarıcı (nezir) ve müjdeleyici (beşir) olarak gönderilmiştir; bunların peygamber ya da velî olması muhtemeldir. Mirza Mazhar, Hindular’ın bu kişilerle irtibat kurmayı kolaylaştırmak için onların heykellerini yapmalarının ve önlerinde eğilmelerinin bir sûfînin, özellikle de zihninde şeyhin fizikî şeklini canlandırarak onunla râbıta kuran Nakşibendî dervişinin davranışına benzediğini söyler. Bu mânada sûfîlerle Hindular arasındaki tek fark sûfîlerin şeyhlerinin heykellerini yapmamalarıdır. Hindular’ın heykeller önündeki secdeleri ibadet değil bir çeşit selâmlama biçiminden ibarettir. Mirza Mazhar, Hinduizm’i tasavvufla telif etme çabasını Ramachandra’ya sülûk ve Krişna’ya cezbe atfedecek dereceye kadar götürmüştür (Kelimât-ı Tayyibât, s. 24-30; Abdullah ed-Dihlevî, s. 127-129). Onun zikir halkasına Hindular’ı da kabul etmiş olabileceği ileri sürülmektedir (Dahnhardt, s. 29). Hindular’ın son zamanlara kadar Mazhar’ın türbesini ziyaret etmeleri de bu görüşü desteklemektedir (Şah Ebü’l-Hasan Zeyd Fârûkî, s. 223). Nakşibendî-Müceddidî tarikatının kendisine nisbet edilen Mazhariyye kolunun bir Hindu şubesinin, Şah Fazl Ahmed Han’ın Hinduizm’i terkederek İslâm’ı kabul etmesini yasakladığı halifesi Mahatma Ramchandraji himayesinde ortaya çıkması da tesadüfî değildir (Dahnhardt, s. 78-79).
Bu dönemde Delhi’de müslümanlar arasında Sünnîler’in Şiîler aleyhine kışkırtılmasından kaynaklanan bir gerginlik mevcuttu. Mirza Mazhar, Hz. Peygamber’in ashabı arasındaki görüş farklılıklarının dinin özüyle ilgili olmadığını söyleyerek uzlaştırıcı olmaya çalışmıştır. Şiîler’in bazı ashabı lânetlemesini şiddetle kınamış, hatta bir defasında Hz. Ömer’e sövdüğünü işittiği bir Şiî’yi neredeyse bıçaklayacak dereceye gelmiştir. Ancak Şiîliğe “hasis / rezil ruh” denmesini uygun görmesi (Kelimât-ı Tayyibât, s. 31-32) ve ölümünden önce Şiîler’in tâziye töreni hakkında yaptığı değerlendirme onun mezhep taassubunu aşamadığını göstermektedir.
Mirza Mazhar üç önemli halife yetiştirmiştir. Bunlardan tefsir ve hadis alanında otorite olan Gâzî Senâullah Pânîpetî (ö. 1225/1810 [?]) Tefsîru Mazharî adlı Arapça tefsiri (I-X, Quetta 1412/1991; Urdu tercümesi, I-XII, Karaçi 1980) Mirza Mazhar’a ithaf emiştir. Diğer halifesi Naîmullah Behrâiçî (ö. 1218/1803) Mazhar’ın hayatı, görüşleri ve uygulamaları hakkında Ma’mûlât-ı Mazhariyye ve Beşârât-ı Mazhariyye adıyla iki kitap kaleme almıştır. Onun daha etkili halifesi Şah Gulâm Ali diye de tanınan Abdullah ed-Dihlevî’dir (ö. 1240/1824). Mürşidi hakkında Makâmât-ı Mazhariyye adlı bir eser yazan Gulâm Ali Dihlevî (İstanbul 1986), Mirza Mazhar’ın türbesinin yanında Hindistan’ın en önemli Müceddidî merkezi olan bir dergâh inşa etmiştir. İngilizler’in 1857’deki Hint ayaklanmasını bastırması sırasında yıkılan dergâh Şah Gulâm Ali’nin silsilesinden gelen Şah Ebü’l-Hayr tarafından onarılmıştır. Kendisine nisbetle Dergâh-ı Şâh Ebü’l-Hayr olarak tanınan dergâh bugün de faaliyetini sürdürmektedir. Şah Ebü’l-Hayr ayrıca Mirza Mazhar, Abdullah ed-Dihlevî ve Ebû Saîd’in (ö. 1250/1834) kabirlerini aynı alanda toplamıştır.
Mazhar’ın müridlerini irşad amacıyla Farsça olarak yazdığı mektuplar Kelimât-ı Tayyibât adlı eserde derlenmiş olup (Delhi 1309/1891) seksen dokuz mektup ihtiva etmektedir. Abdullah ed-Dihlevî’nin Makâmât-ı Mazhariyye’sinde de yirmi dört mektubu yer almaktadır (s. 112-146). Bütün mektupları Mîrzâ Mazhar Cân-Cânân ki Hutût adıyla Urduca’ya tercüme edilmiştir (nşr. Halîk Encüm, Delhi 1962). Mazhar’ın Farsça ve Urduca şiirlerini ihtiva eden bir de divanı vardır (Kanpûr 1271/1855).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.