KARIŞIK

7 Ocak 2019 Pazartesi

SEYYİD AHMED ÇAPAKÇURİ HAZRETLERİ TÜRBESİ-ELAZIĞ

 SEYYİD AHMED ÇAPAKÇURİ HAZRETLERİ TÜRBESİ-ELAZIĞ



                Harput merkezinde tarihi Ulu Cami'nin bahçesinde medfundur. Kabr-i şerifi  Ulu Cami'nin batı duvarında  açıkta görünen minare kaidesine bitişik iken, daha sonra   günümüzdeki yerine taşınmıştır. Türbesi bulunmayan Ahmet Çapakçuri Hazretleri’nin mezarı,  yerden 75 cm yüksekliğinde kesme taşlardan oluşan düzgün bir kaide üzerine oturtulmuştur. Mezar normal taş sanduka şeklindedir. Bu mezarın çevresi kaide üzerinden demir kafesle çevrilmiştir.

                Aslen Bingöl'ün "Kür" köyündendir. 1830 yılında doğmuştur. Bu zata halk arasında "Çapakçurlu (Bingöllü) Şeyh", "Çapakçurlu Efendi"  de denir. Dedeleri Seyyid Abdulhamid Efendi Bağdat'tan Bingöl'e ( Çapakçur ) gelmiş ve Kür köyüne yerleşmişlerdir. Aslen Bağdatlı olup seyyiddirler.  Kürt değildir. Köyünden dolayı Kürdi denmiştir. 10-12 yaşlarında iken dağlarda koyun otlatırken muhterem bir zata rastlıyor.  Halini, hatırını soran bu zata cevaben, halinden memnun olmadığını, çünkü okumaya çok merakı olduğunu, halbuki bu yaşa kadar ancak bir fatiha öğrenebildiğini söyler. Sohbet esnasında,   bu zatın kendisinin her halinden haberdar olduğunu anlar. O zat  Hazreti Hızır  imiş. Hazreti Hızır , Çapakçuri Hazretleri'nin Palu'daki Şeyh Ali Sebdi Hazretleri'ne giderek ondan ders almasını söyler. Seyyid Ahmet Çapakçuri bu olayı akşam babasına anlatır. Babası Seyyid Zeyd Zeynüddin de ariflerden olduğu için manevi emir üzerine oğlu tam 12 yaşında iken Palu'ya götürerek Şeyh Ali Sebdi Hazretleri’ne emanet eder. Devrin büyük Nakşi şeyhlerinden  Ali Sebdi Hazretleri bu genç çocuğu severek  manevi oğlu olarak yanına alır.  Kendi yanından ayırmayarak her bakımdan kemâle erdirerek, başkalarını da kemâle erdirecek seviyeye geldiği zaman kâmil bir insan olarak irşâdla görevlendirir. Şeyh Ali Sebdi Hazretleri’nin hizmetlerinde tam 28 yıl bulunmuşlardır. Kısa zamanda tarikatta yükselerek Ali Sebdi Hazretleri'nden gerekli icazeti alır. Ama O, bu icazeti almasına rağmen şeyhini terketmez. Şeyhi ölene kadar ona hizmet eder. Hocasının ahirete irtihâlinden sonra ise 1892 – 1906 yılları arasında Harput' a gelir 1906 – 1913 yıllarında Siverek de 1913 –1915 arası Viranşehir' de bulunduktan sonra 1915 yılında tekrar Harput' a gelip bu manevi İrşad gezilerini tamamlayıp ahirete irtihallerine kadar bu aziz beldeyi şereflendirirler.
                1892 yılında Harput'a geldiklerinde, Ulu Cami'ye çok yakın bir evde kalan Çapakçuri Hazretleri burada yoksul bir hayat sürmeye başlar. Oturduğu ev tek katlı olup, evinde bir tencere, birkaç toprak kaptan başka mutfak eşyası da olmamıştır. Çapakçuri Hazretleri esasında yoksulluk içerisinde yaşamayı tasavvufta bir yol olarak seçmiştir. Şafii mezhebine mensup olmasına rağmen mezhepler konusunda derin bilgileri vardı. Kutbul Aktab derecesinde olduğu için halktan kendisini gizler, kimseye alim veya arifim demezdi. Tevazu ve hilm sahibiydi. Sohbetleri kalbe tesir etmekte ve çok sakındıkları halde kerâmetleri görülmekteydi. O, Kur'an-ı Kerim'i çok iyi okur ve açıklardı. Yazısı ise hattat derecesindeydi. Onu tanıyanlar boyunun uzuna yakın olduğunu, geniş omuzlu, el ve ayaklarının büyük ama kendisinin zayıf olduğunu söylerler. Torunu Hoca Hayriye Hanım ' dan rivayetle:
                1.Dünya savaşının şiddetli olduğu sıralarda Bingöl' ün yakınlarına kadar gelen Ruslar Harput'u tehdit eder olmuştu. Endişelenen halk Harput'u terketmeye başlamışlar, şehirde panik oluşmuştu. Bu sıralarda Viranşehir'de bulunan Seyyid Ahmet Efendi (dedem) zaman ve mekânı aşarak (tayyen) Harput'a gelmiş ve halkı ikna etmeye başlamıştı. Hatta sonunda caminin avlusunda “Ey ahali düşman yaklaşmışsa da Harput'umuza varamayacaktır. isterseniz bir senet yazın bende mühürleyeyim ve beni aksi halde idam edersiniz, göç etmenize gerek yoktur” diyerek halkı teskin etmişler ve göç etmelerini engellemiştir.Hakikatten daha sonra Ruslar,  çıkan Bolşevik ihtilali nedeniyle Bingöl ve Erzincan önünde durmuş ve geri çekilmeye başlamışlardı.


               

NADİR BABA TÜRBESİ--ELAZIĞ

NADİR BABA TÜRBESİ--ELAZIĞ



     Türbe, Arap Baba Mescidi’nin 50 m doğusundadır. Bu türbe iki bölümden oluşur. Dış kapıdan sonraki ilk bölüm mescid bölümü olup, makam bölümüne buradan geçilir. Kabir kısmı ise ahşap sanduka ile kaplanmıştır Nadir Baba Selçuklu döneminde yaşamış bir zattır. Onun Yesevi tarikatına mensup bir şeyh olma ihtimali kuvvetlidir. Geçmişten gelen bir gelenek olarak  1900’lü yılların başında, Harput’taki dini çevreler ve tarikat ehli kişiler sık sık burada toplanarak (Bkz.  Türbeler / Tayyar Baba) sohbetler yaparlarmış.

PİRCE ALAADDİN TÜRBESİ--ANTALYA

PİRCE ALAADDİN TÜRBESİ--ANTALYA







 Alanya'nın yaklaşık olarak 40km dışında olan Şıhlar Köyünde bulunan türbe, köyün tarihi camisi ve ilkokulun hemen yanındadır. Türbe, tek kubbeden ibaret olup yanına sonradan küçük bir mescit ilave edilmiştir. Kubbenin altında Evliyâ'nın sandukası ve sandukanın etrafında da Evliyâ'nın yakınları olduğu söylenen altı tane küçüklü büyüklü mezar yer almaktadır. Sandukanın üzeri, yeşil bir örtü ile örtülüdür ve yanında Evliyâ'nın olduğu söylenen bir âsa, dayalı olarak durmaktadır. Evliya, Horasan'dan gelen Sucu İbrahim'in tek oğlu olduğundan önceleri, Birce Alaaddin olarak bilinirmiş. Genç yaşta kerametler göstermeye başlayınca, halk ona, Pirce Alaaddin ismini vermiştir. Pirce Alaaddin'in ne zaman yaşadığı kesin olarak bilinmemektedir; ancak, 1085 yılında bu köyü ziyaret eden Evliya Çelebi, Seyehatnâmesi'nde şöyle yazmaktadır: "Kariye-i Kadim-i Pirce Alâüddin Sultan, Selefke hakinde Selinti kazasında bir gûhü bâlânın dameninde ikiyüz mamur ve müzeyyen bağ ve bahçeli ibadetgâhı kadim köydür ve Pirce Alâüddin Sultan kutb-u aktabı zeman anda bir bağ-ı iremzat misalinde bir kubbe-i âlide medfunlardır. Cami ve imareti ve medrese ve tekkesi vardır..."4 Evliya Çelebi'nin yazısına göre, Evliya, 1085 tarihinden daha önce yaşamıştır. Yöre halkı arasında Evliyâ'nın, birçok kerametleri anlatılmaktadır. Bunlardan Evliyâ'nın gençliğinde geçen bir tanesi şöyledir: Pirce Alaaddin'in annesi ekmek yapıyormuş. Alaaddin, evin tek çocuğu olduğundan annesine yardım edip, onun yaptığı ekmekleri pişiriyormuş. Ekmek pişirirken, Koç Davut ( Koş Davut ) ismiyle anılan yerde ( bu köye yirmi kilometre uzaklıkta ) tahtacının katırı dereye uçmuş ve tahtacı, "yetiş ya Pirce Alaaddin!" diye bağırmış. Bunu hisseden Pirce Alaaddin, gidip katırı kurtarmış. Geri döndüğünde bıraktığı ekmek yanmak üzereymiş. Annesi kızıp bağırınca, Pirce Alaaddin durumu anlatmış. Annesi buna inanmayınca, Pirce Alaaddin sırtındaki, katırın ayak izini annesine göstererek, söylediğinin doğruluğunu ispat etmiş. Bunun üzerine annesi, "eğer benden önce ölürsen, üstüne türbe yaptıracağım; senin türbenin damlası hiç kurumasın" diye dua etmiş. Gerçekten de şu anda türbenin tavanı yaz kış daima damlamaktadır. Pirce Alaaddin'in anlatılan diğer bir kerameti de şöyledir: Pirce Alaaddin'in gençliğinde babası Hac'ca gitmiş. Bayram gününden bir gün önce köyde kalan Pirce Alaaddin ile annesi helva yapmışlar. Helvayı yerlerken annesi, "ah şimdi baban da şimdi burada olsaydı, bu helvayı çok severdi" diye söylenmiş. Bunu duyan Pirce, annesine helvada bir tasını ayırmasını ve hemen babasına götüreceğini söylemiş. Annesi karşı çıksa da, Pirce Alaaddin helvayı tasa doldurtarak ortadan kaybolmuş. Akşama doğru eve dönen Pirce Alaaddin, annesine, babasının helvayı çok sevdiğini ve kendisine selam gönderdiğinisöylemiş. Annesi helva götürdüğü tasın nerede olduğunu sorunca, oğlan; "onu babam dönüşte getirecek, gelince sorarsın" demiş. Kadının kocası Hac'dan dönünce tası eşine teslim etmiş ve gönderdiği sıcak helva için de teşekkür etmiş. Yöre halkının yaşlılarından olan ve türbe hakkında bize bu malumatları veren Fatma Teyze, bu bilgilere ilave olarak, şunları anlattı: "Evliya, Horasan'dan gelen zatlardan birisidir. Çok büyük bir âlim ve ermiştir. Ben, bu Evliyâ'nın bir çok kerametini duydum. Size, gözlerimle gördüğüm bir kerametini anlatayım. Evliyanın yanındaki âsa, Kıbrıs Savaşı yıllarında üç gün ortadan kayboldu. Ben her gün ziyarete geldiğim için yakından biliyorum. Köyün bütün çocuklarına sorduk, her tarafı aradık, ama asayı bir türlü bulamadık. Âsa, üç gün sonra yerine geldi ve geldiğinde üzerinde kan lekeleri vardı. Evliya, Kıbrıs'a gidip, savaşarak geri geldi."5 Evliya hakkında bilgisine başvurduğumuz bir diğer yaşlı kişi de bize Evliya hakkında şunları anlattı: "Pirce Alaaddin, köye ilk geldiğinde koyun sürüleri varmış. Bugünkü çeşmenin olduğu yerde ( çeşme türbenin çok yakınındadır) bir su sızıntısı görmüş. Bu sızıntıyı, koyunlarını sulamak için âsasıyla eşelemiş ve su patlamış. Şimdi hâlâ akan bu su, duahdır, hiçbir zaman kurumaz. Çeşmenin önündeki havuza birkaç defa çocuk düşmesine rağmen hiç birisi boğulmadı."6 Evliya, her rahatsızlık için ziyaret edilmektedir. İşi ters gidenler, çocuğu olmayanlar, bir hastalığı veya dileği olanlar ziyarete gelmektedirler. Çocuğu olmayan bayanların, Evliyâ'nın asasının yukarısından su döktükleri ve asanın aşağısından damlayan suyu içtikleri taktirde, çocuğa kavuştukları inancı halk arasında yaygındır.

AHİ KIZI TÜRBESİ..MURATPAŞA .ANTALYA

AHİ KIZI TÜRBESİ..MURATPAŞA .ANTALYA












Antalya Muratpaşa ilçe'sinde Ahi Sultan Kızı Türbesi, Ahi Kızı Camisi'nin tam karşısındaki bir evin bahçesindedir. Evliya Çelebi Seyahatnağmesinde geçer.


Ahi Kızı Mescidi ve Türbesi

Selçuklu Dönemi yapılarından olup, inşa tarihi konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. 
Son onarımı 2001 yılında gerçekleşen kare planlı yapının, günümüzde cami olarak kullanımı 
sürmektedir. 8.80x8.80 m gibi küçük boyutları ve basık kubbesi ile özgününde mescit olarak
 tasarlandığı anlaşılan yapıya giriş kuzey cephesindeki sivri kemerli kapı ile sağlanmaktadır. 
Kapının iki yanında birer pencere bulunmaktadır. Mekanın doğu cephesinde yüksek ve sivri 
kemerli pencere ile sağında bir mazgal pencere göze çarpmaktadır. Batı cephesi ilginç bir 
şekilde merkezde üst üste 3 dörtgen ve bunların her iki yanında birer mazgal pencere ile
 donatılmıştır.
Tüm pencere çerçeveleri kesme taştan, yapı duvarları ise moloz taştan oluşturulmuştur. 
Mekanın kuzeyi boyunca yakın dönem eklentisi kadınlar bölümü bulunmaktadır. Yapının
 kuzeybatısında aynı adla anılan bir de türbe yer almaktadır.
Ahi Kızı Türbesi:
Antalya Müzesi’nde bulunan ve bu türbeden kaynaklandığı kayıtlara geçen bir sanduka 
kitabesinden yapının en geç 1439 yılında yapıldığı varsayılmaktadır. 19. ve 20. yüzyıl
 onarımları ile özgün yapısı kaybeden ve doğu cephesinde bir konuta bitişik olan küçük 
yapı, günümüzde kısmen betonarme mimarisi göstermektedir. Yapıya giriş kuzey 
cephesindeki bir kapı ile sağlanmaktadır. Düz örtülü yapının güney duvarı kıyısında bir mezar bulunmaktadır.