MANİSA-DEMİRCİ’DE GÖRÜLEN ALEVÎ-BEKTAŞÎ-RIFÂ’Î MEŞREPLİ BİR
TARİKAT :
MA’RİFÎLİK
Atabey KILIÇ*
ÖZET
19. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında yaklaşık bir asırlık gelenek
olan Ma’rifîlik, âsitânesi Kartal’da bulunan Alevî-Bektâşî-Rıfâ’î meşrepli bir
tarikattır. Tarikatın izlerine Ege bölgesinde, bilhassa Manisa-Demirci’de de
rastlanmaktadır. Günümüzde geçerliliğini kaybetmiş olan bu geleneğin izlerini
ancak tarikat dervişlerinin verdikleri eserlerden takip edebilmekteyiz. Ege
Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde tarikatla alakalı mecmua türünde pek çok
eser muhafaza edilmektedir. Bu çalışma çerçevesinde bu mecmualardan hareketle
tarikatın erkânı ve kisvesi hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ma’rifîlik, tarikat, Manisa-Demirci, kisve,
gelenek, mecmua
MA’RİFÎLİK IS A TARİQA WHICH SHOWS ALEVÎ-BEKTAŞÎ-RIFÂ’Î
CHARACTERISTICS IN MANİSA-DEMİRCİ
ABSTRACT
Ma’rifilik is a tariqa, which was alive between 19-20th centuries,
shows Alevî-Bektâşî-Rıfâ’î characteristics and it’s âsitâne takes place in
Kartal. Today we can see it’s tradition in Ege Region especially in
Manisa-Demirci. There are many mecmuas in Ege University Centural Library about
this tariqa. In this paper we aim to give informatin about this tariqa’s
tradition, rules and apparel.
Key words: Ma’rifîlik, tariqa, Manisa-Demirci, apparel, tradition,
mecmua
Türk ve İslâm dünyasında asırlardır önemli bir rol üstlenmiş
bulunan tarikatların, çeşitli sebeplerden dolayı bugüne kadar tam bir sayısı
çıkartılabilmiş değildir. İslâm dininin yayılmış olduğu geniş coğrafî alan ve
tarikatların bulunduğu bölgelerde dallanıp budaklanmaları, yeni inanç
sistemleriyle kolaylıkla içli dışlı oluşları göz önüne alındığında,
tarikatların sayısının tespitinin ne derece zor olduğu az çok tahmin
edilebilecektir. Yine de şimdiye kadar yapılmış olan birkaç tahmine göre,
bilinen tarikatlar ile bunların kol ve şubelerinin sayısının yaklaşık 400
civarında olduğu iddia edilmektedir.1
Tarikatların halkla bire bir yüzleşmesini sağlayan tekke, tasavvuf
düşüncesinin işlendiği, olgunlaştırıldığı ve yine halka sunulduğu bir müessese
olarak karşımıza çıkmaktadır. İslâm coğrafyasında buk’a, duveyre, ribât,
zâviye, hânkâh, dergâh, âsitâne gibi isimlerin verildiğini bildiğimiz tekkelere
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ise daha çok zâviye, hânkâh, dergâh ve âsitâne
denmiştir. Bunların yanısıra kalenderhâne, mevlevihâne gibi tarikata göre
adlandırmalar da söz konusu olmuştur. Bir tarikatın bütün tekkelerinin bağlı
bulunduğu ve tarikatın en üst makamındaki şeyhinin kaldığı tekkeye "âsitâne",
"hânkâh" veya "pîr evi" denir. Âsitâneye bağlı olan alt
birime tekke, tekkelerin küçüğüne de "zâviye"2 denilmektedir. İslâm
medeniyetinde câmi,
* Prof. Dr., Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü
1 Bkz. “Tarikat”, İA, c. 12/I, İstanbul 1979, s. 4-17. Ayrıca bkz.
Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1997, s. 450-467.
2 Zâviye özellikle 15. yy.’ın sonlarından itibâren sırf şehir,
kasaba ve köylerdeki küçük tekkelerle, geçit, derbent ve yol üzerinde bulunan
misâfirhâneler için kullanılmıştır. Daha geniş bilgi için bkz. “Zâviye”,
A.Y.Ocak-S. Fârukî, İA, c. 13, İstanbul 1986, s. 468-476.
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 3
medrese, kervansaray gibi binaların taştan yapılmış olmasına
rağmen tekkelerin3 çoğunlukla ahşap malzeme kullanılarak basit bir mimari
tarzla inşâ edildikleri görülmektedir. Osmanlılar devrinde de tekkelerin
genellikle ahşap bir mimarî yapıya sahip oldukları ve bir veya iki katlı olarak
inşâ edildikleri bilinmektedir. Sâdece geniş bir odadan müteşekkil tekkeler
olabildiği gibi Bektaşî ve özellikle Mevlevî zâviyelerinde olduğu gibi geniş
bir alanda kurulmuş, çeşitli bölümlerden oluşan tekkeler de mevcuttu.
Bilindiği gibi Cumhuriyet döneminde 30 Kasım 1341 (1925) tarihinde
alınan bir kararla tamamen kapatılmış olan tarikatlar, tekke ve zâviyeler,
zamanla işlevlerini yerine getiremez olmuş, artık miskinlerin, işsiz güçsüz
takımının barındığı yerler hâline gelmişti.
Hakkında kaynaklarda yakın zamana kadar herhangi bir bilgi
bulunmayan, hatta tasavvuf ve tarikatlar hakkında yazılmış olan ilmî eserlerde
adından bile bahsedilmeyen Ma’rifî tarikatı hakkındaki ilk bilgiler,
tarafımızdan sunulan iki tebliğ ile ilim âleminin dikkatlerine sunulmuştu.4
Ma’rifîlik, Ege bölgesinin özellikle Manisa, İzmir ve Aydın illerinde yakın
zamana kadar varlığını takip edebildiğimiz, esâsen Rifâ’î5 tarikatına bağlı,
dolayısıyla Alevî-Bektaşî itikadından da fazlasıyla etkilenmiş bulunan, aynı
zamanda bünyesinde ahî-fütüvvet teşkilâtı izleri taşıyan bir tasavvufî müessese
özelliği arz etmektedir.
Yakın zamana kadar elimizde bulunan yazma kaynaklardan hareketle,
Demirci merkezli diye tavsif ettiğimiz tarikatın âsitânesinin aslında İstanbul
Kartal’da bulunduğunu öğreniyoruz. Baha Tanman’a ait bilgileri fikir vermesi
açısından bir kısım teferruatı da atlamak suretiyle veriyoruz: “Kartal’daki
Maarifî Tekkesi, Kartal ilçesinde Çavuşoğlu mahallesinde Ankara caddesi
üzerinde yer almaktadır. Tekke Rıfâ’îliğin Maarifî kolunu kuran Şeyh Seyyid
Mehmed Maarifî (öl. 1824) tarafından tesis edilmiştir. Günümüzde kısmen mevcut
olan tekkenin 1234/1818’de inşa ettirildiğine dair bazı kayıtlar bulunduğu gibi
tevhidhane binasının mimarî özellikleri de bu tarihlere ait olduğunu destekler
niteliktedir. Diğer taraftan Şeyh Mehmed Maarifî’nin 1785
3 Tekkeler hakkında daha geniş bilgi için bkz. Mustafa Kara,
“Tekkeler ve Zaviyeler”, İstanbul 1977; İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke
Münasebetleri, İstanbul 1984; A. Y. Ocak ve S. Farukî, “Zâviye”, İA, c. 13, s.
468-476; Ömer Lütfi Barkan, “Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”,
Vakıflar Dergisi, Ankara 1942, II, s. 293-338.
4 Bkz. Atabey Kılıç: “Ma’rifî Tarikatı ve Kuşadası Şeyhi Ferdî
Baba’nın Aruzla Yazılmış Bazı Şiirleri”, Geçmişten Günümüze Kuşadası Sempozyumu,
23-26 Şubat 2000, Kuşadası/AYDIN; aynı yazar, “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektâsî
Esasli Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, Uluslararası Anadolu
İnançları Kongresi, 23-28 Ekim 2000 Ürgüp/NEVŞEHİR; aynı yazar, “Ma’rifî
Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri”, İlmî Araştırmalar
Dergisi, sayı: 12, İstanbul 2001, s.121-134; aynı yazar “Ege Bölgesine Âit
Alevî-Bektaşî-Rifâ’î Esaslı Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”,
Bilimname, sayı: 1, 2003/1, s. 197-205. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
5 “Anadolu’nun ilk tarikatı” olarak nitelendirilen Rifai tarikatı,
XII. yüzyılın ortalarında Seyyid Ahmedü’r-Rifâ’î tarafından kuruldu. Rifâîlik
bid’at ve hurafelere yer vermeyen, riyakârlıktan uzak bir ibadet, Allah
dışındaki varlıklara bağlanmayan bir yürek, bayağı zevklere tutsak düşmeyen bir
nefis temeline dayanır. Ahmedü’r-Rifâ’î’nin dedeleri, 7’nci imam Hz. Mûsâ
Kâzım’a kadar uzanıyor. Ayrıca Kâdirî tarikatının kurucusu Abdülkâdir-i
Geylânî’nin Ahmedü’r-Rifâ’î’nin dayısı olduğu biliniyor. Kâdirîlik ve Rifâ’îlik
tarikatlarının ilişkileri çok içiçe olduğu için birbirinin kolları gibi
değerlendiriliyor. Selçuklular döneminde ve sonrasında Kâdirîlik ve Rifâ’îlik
Anadolu’da en yaygın tarikatlardı. Anadolu’da Rifâ’îliğin önemli merkezleri
arasında Çorum’daki Mustafa Çorumî’nin dergâhı, Erzurum’daki Mevlüt Efendi’nin
dergâhı ve Manisa’daki Antakî kolu yer alıyor. Urfa da Rifâ’îler için Basra’dan
sonra ikinci merkez olarak adlandırılıyor. Özellikle Anadolu’da hâlâ yaygın
olan Rifâ’îlik tarikatına mensup kişilerin sayılarının dünyada 150 bin,
Türkiye’de 45 bin olduğu tahmin ediliyor. Rifâ’îliğin Ma’rifî kolu, ABD
hükümetince özerk tarikat olarak tanındı. Amerikalı Müslümanların ilgi
gösterdiği ekolün başında Şerif Baba var. Avrupa’da ise özellikle İngiltere’de
yaygın olan tarikatın Piri Muhammet Şekur. Rifâ’îlik’in Sayyadiyye, Ma’rifîlik,
Kavyaliyye, Niriyye, İzziyye, Fenariyye, Burhaniyye, Fazliyye, Cündeliyye,
Cemiliyye, Diriniyye, Ataiyye, Sebsebiyye, İmadiyye ve Kantaniyye gibi bir çok
kolu bulunuyor.” Özlem Yılmaz-Ulaş Yıldız,
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/08/gnd113.html and History of Turkish or
Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
4 Atabey KILIÇ
civarında Mısır’dan İstanbul’a geldiğini ve tekkesini kurduğu
rivayet edilmektedir. Birçok tarikat yapısının tarihçesinde görüldüğü gibi,
burada da şeyh efendinin, başlangıçta yaşadığı evi tekke gibi kullandığı, daha
sonra aynı yere tam teşekküllü bir tarikat tesisi inşa ettirdiği tahmin
edilebilir. Nitekim 1808’de tahta geçen II. Mahmud’un Şeyh Mehmed Maarifî’yi ve
tekkesine yakınlık gösterdiği, zaman zaman yardımlarda bulunduğu bilinmektedir.
Rıfâ’îliğin piri Seyyid Ahmed Rıfaî’nin neslinden geldiği rivayet edilen ve
“Fethü’l-Maarif” lakabı ile tanınan Şeyh Mehmed Maarifî’nin bazı tasavvufî
şiirleri tespit edilmiştir. Yapmış olduğu ictihatlarla Rıfaîliğin Maarifî
kolunu kurmuş, hayatının sonuna kadar bu yeni kolun âsitanesi ve pir makamı
olan tekkesinde irşat faaliyetinde bulunmuş ve tekkenin türbesine gömülmüştür.
... Esasen İstanbul’da pek yaygın olmayan, Kartal’daki âsitane dışında
Kasımpaşa’daki iki zaviyede faaliyet gösteren Maarifî kolunun, Vak’a-i
Hayriye’den (1826) sonra lağvedilen, tekkeleri kapatılan ya da yıktırılan ve
sıkı bir takibata maruz kalan Bektaşîlerden bir kısmının Rıfaî kisvesine
bürünmesi sonucunda ortaya çıktığı bile ileri sürülmüştür. Ancak tekkenin
Vak’a-i Hayriye’den önce tesis edilmiş olması bu iddiayı geçersiz kılmaktadır.
... Şeyh Mehmed Maarifî’den sonra tekkenin meşihatı oğlu Şeyh Seyyid Ali Sabit
Efendi’ye (öl. 1863) intikal etmiştir. Sabit Efendi’nin Kasımpaşa’da, günümüzde
Kulaksız Mahallesi’ne katılmış bulunan İbadullah Mahallesi’nin sınırları
içinde, Kartal’daki âsitaneye bağlı bir Maarifî zaviyesi tesis ettiği ve bu
zaviyenin postuna oğlu Şeyh Seyyid Mehmed Efendi’yi (öl. 1892) oturttuğu
anlaşılmaktadır. “Maarifî-i Sânî olarak anılan Şeyh Mehmed Efendi babasının
vefatı üzerine Kartal’daki âsitanenin meşihatını üstlenmiş, Kasımpaşa’daki
zaviyenin meşihatını da oğlu Şeyh Seyyid Hüseyin Tâhâ Efendi’ye bırakmıştır.
Kartal’daki âsitanenin son şeyhi ise Maarifî-i Sânî’nin diğer oğlu olan Şeyh
Seyyid Hasan Tâsîn Efendi’dir (öl. 1927). ... Kasımpaşa’daki diğer Maarifî
zaviyesi ise Şeyh Mehmet Maarifî’nin halifelerinden Şeyh Ali Kuzu (öl. 1815)
tarafından Çürüklük semtinde tesis edilmiştir. Kuruluşunda mimari programının
geniş tutulduğu ve tevhidhane, türbe, harem, selamlık, derviş hücreleri, mutfak
vb. bölümlerden oluştuğu bilinen Maarifî Tekkesi’nin binaları 1894 depreminde
hasar görmüş, bu tarihten hemen sonra onarım geçirmiştir. Tekkelerin
kapatılmasından (1925) sonra, son şeyhin ailesi tarafından mesken olarak
kullanılmaya devam eden harem dairesi dışında kalan bölümler kaderine terk edilererek
harap olmaya yüz tutmuş, 1940’tan sonra tevhidhane ve türbeden başka diğer
bölümler tarihe karışmıştır. Bâninin torunlarından olan Mehmed Maarifî
Yalvaçtorunları 1964 civarında tevhidhane ile türbeyi tamir ettirmiş, çevre
sakinlerinin yardımları ile 1976’da tekrar onarılan tevhidhane bu tarihten
itibaren cami olarak kullanılmaya başlamış, son olarak da 1980’de türbe onarım
geçirmiş, ayrıca tevhidhaneye son cemaat yeri, minare ve şadırvan eklenmiştir.
Eski İstanbul’un uzak banliyölerinden Kartal’ın güney sınırında, Kartal-Pendik
yolu üzerinde, meskûn alanların uzağında inşa edilen ve yakın zamana kadar
çevresi bostanlarla kaplı olan Maarifî Tekkesi günümüzde oldukça yoğun bir
yerleşme bölgesi ile kuşatılmış bulunmaktadır. Tekkenin yerinde, daha önce, Orhan
Gazi döneminin savaşçı dervişlerinden, bu semte adını vermiş olan Kartal
Baba’nın makamının bulunduğu rivayet edilir. Tevhidhane arsanın batısında,
Ankara Caddesi üzerinde yer almakta, bunun kuzeyinde türbe ile küçük hazire
bulunmakta, ortadan kalkmış olan diğer bölümlerin ise konumları tespit
edilememektedir.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
Dikdörtgen bir alanı (10,30x8,80 m) kaplayan, iki katlı
tevhidhanenin duvarları moloz taş ve tuğla ile örülmüş, üzeri kırma çatı ile
örtülmüştür. Aslında alaturka kiremitlerle kaplı olduğu tahmin edilebilen çatı
günümüzde çinko levhalarla kaplanmıştır. Yapı, aynı zamanda ardiye olarak
kullanılan bir bodrumun üzerine oturur. Tevhidhanenin planı, duvarların
sınırladığı dikdörtgenin içine yerleştirilmiş 6,30 m çapında bir daireden
meydana gelmektedir. Ayinlere tahsis edilmiş olan bu yuvarlak planlı kesim,
mihrap cümle kapısı ekseni üzerine ve mihraba teğet olarak yerleştirilmiştir.
Çatı altında gizlenen, bağdadi sıvalı bir kubbe, iki kat yüksekliğinde bu
bölümü taçlandırmakta, dikdörtgen ile dairenin arasında kalan ve ayin mekânını
üç yönden (batı, doğu, and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 5
kuzey) kuşatan iki katlı mahfillerin sınırında, eşit aralıklarla
on ikişer adet ahşap sütun sıralanmaktadır. Her iki katta da ikisi mihrap
duvarına gömülmüş bulunan bu sütunlar daire kesitli olup Dor nizamında
başlıklarla donatılmıştır. Erkeklere mahsus zemin kat mahfilinin sınırında,
sütunların arasında yer alan korkuluklar ile kadınlara ayrılan fevkani
mahfilde, aynı şekilde sütunların arasına yerleştirilen kafesler ortadan
kalkmıştır. Zemin katta, kuzey duvarının ekseninde sepet kulpu biçiminde bir
kemere sahip olan giriş, güney duvarının ekseninde yuvarlak kemerli ve yarım
daire planlı mihrap yer alır. Bu katta güney ve kuzey duvarlarında ikişer, batı
ve doğu duvarlarında üçer, üst katta ise her duvarda ikişer pencere açılmış,
bütün bu açıklıklar sepet kulpu biçiminde kemerlerle taçlandırılmıştır.
Kadınlara ait fevkani mahfilin, doğu cephesine açılan bağımsız bir girişi
bulunmaktadır.
Dış görünümü ile tek katlı bir meskeni andıran türbe kâgir duvarlı
ve çatılı, basit bir yapıdır. Dikdörtgen planlı (7,60x6 m) esas türbe mekânının
kuzeyinde yine dikdörtgen planlı (2,75x1,60 m) bir giriş bölümü yer alır. Küçük
bir mihrapla donatılmış ve sepet kulpu biçiminde kemerleri olan toplam sekiz
adet pencere ile aydınlatılmış bulunan türbede tekkenin dört postnişini, ayrıca
ikinci postnişin Şeyh A. Sabit Efendi’nin eşi Enise Hanım (ö. 1834), kızı
Şerife Hadiye Hanım ve oğlu Şeyh Seyyid Ahmed-i Sayyâd (ö. 1856) gömülüdür.
Türbenin hemen yanındaki küçük hazirede tekkenin bazı mensuplarına ait kabirler
vardır.
Tekkenin, ortadan kalkmış olan bölümlerinin, konumları gibi mimari
özellikleri de tespit edilememekte, ancak padişahlardan, tekkenin zengin
mensuplarından ve Evkaf Nezareti’nden gelen yardımlar sayesinde mutfağın bir
imaret ölçeğinde faaliyet gösterdiği şeyh dairesinin, büyük taş merdivenli
geniş kapısı üzerinde “Âsitane-i Maarifiyye” yazılı bir kitabenin bulunduğu
bilinmektedir.
Ampir üslubunun özelliklerini yansıtan tevhidhane ve türbe
binalarında herhangi bir süsülemeye rastlanmaz. Maarifî Tekkesi’nin mimari açıdan
en ilginç yönü tevhidhanede ayin alanının yuvarlak planlı olarak tasarlanması
ve on iki adet sütunla kuşatılmasıdır. On İki İmam’a bağlanan aynı sembolik
düzenleme Rıfaî tarikatının on iki terkli (dilimli) tacında görüldüğü gibi,
Bektaşîliğe ilişkin hemen her türlü tarikat eşyasında, ayrıca Merdivenköy’deki
Şahkulu Sultan Tekkesi’nde meydanevinin tasarımında da karşımıza çıkar.”6
Tanman’ın madde sonunda verdiği kaynakçadaki eserlerden Osmânzâde Hüseyin
Vassâf’ın Sefîne-i Evliyâ adlı eserinde tarikatın Kulaksız ve Kartal’da iki
tekkesinin bulunduğu bildirilmektedir. Buna göre “1343 sene-i hicriyyesinde
(1924-25) İstanbul ve bilâd-ı selâsede mevcûd tekâyâ ve zevâyâdan tarîkat-ı
aliyye-i Rufâiyyeye mensup Kulaksız’daki Ma’rûfî Tekkesinin yevm-i mahsûsu Pazartesi
gecesidir, şeyhi ise Şeyh Tâhâ Efendi’dir.7 Kartal’daki Ma’rûfî Tekkesinin ise
yevm-i mahsûsu Cuma gecesi, şeyhi de Şeyh Yâsîn Efendi’dir.”8 Diğer esere ise
bütün gayretlerimize rağmen ulaşma fırsatı bulamadık.9 Kullandığımız bu iki
kaynaktan da anlaşılacağı üzere adı geçen tarikatın daha adı konusunda bile bir
ittifak bulunmamaktadır. Baha Tanman, tarikat adını Maarifî şeklinde verirken,
Vassâf, Ma’rûfî’yi kullanmaktadır. Amacımız, zâten hakkında yeterli bilgi
bulunmayan, bilgi veren tek kaynağın da bu konuda çok önemli boşluk
bulunduğunu, yeni araştırmalara ihtiyaç
6 M. Baha Tanman, “Maarifî Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul,
Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. 232-233. Aynı yazı
için bkz.: M. Baha Tanman, “Mârifî Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi 28. Cilt, Ankara 2003, s.62-63.
7 Osmânzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ , c. 5, Kitabevi,
İstanbul 2006, s. 305.
8 a.g.e., s. 306. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
9 N. Tarkan, Kartal’da Kurulmuş Bir Tarikat: Ma’rifiye, İstanbul
1964. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
6 Atabey KILIÇ
duyulduğunu bildirdiği tarikat hakkında elimizdeki kaynaklardan
hareketle bazı yeni malumâtı bilim âleminin istifadesine sunmaktır.
Tarikatın Kartal’da bulunduğu söylenen tekkesi/âsitânesinin bazı
fotoğraflarını aşağıya alıyoruz:
MANİSA-DEMİRCİ’DE GÖRÜLEN ALEVÎ-BEKTAŞÎ-RIFÂ’Î MEŞREPLİ BİR
TARİKAT : MA’RİFÎLİK
Atabey KILIÇ*
ÖZET
19. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında yaklaşık bir asırlık gelenek
olan Ma’rifîlik, âsitânesi Kartal’da bulunan Alevî-Bektâşî-Rıfâ’î meşrepli bir
tarikattır. Tarikatın izlerine Ege bölgesinde, bilhassa Manisa-Demirci’de de
rastlanmaktadır. Günümüzde geçerliliğini kaybetmiş olan bu geleneğin izlerini
ancak tarikat dervişlerinin verdikleri eserlerden takip edebilmekteyiz. Ege
Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde tarikatla alakalı mecmua türünde pek çok
eser muhafaza edilmektedir. Bu çalışma çerçevesinde bu mecmualardan hareketle
tarikatın erkânı ve kisvesi hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ma’rifîlik, tarikat, Manisa-Demirci, kisve,
gelenek, mecmua
MA’RİFÎLİK IS A TARİQA WHICH SHOWS ALEVÎ-BEKTAŞÎ-RIFÂ’Î
CHARACTERISTICS IN MANİSA-DEMİRCİ
ABSTRACT
Ma’rifilik is a tariqa, which was alive between 19-20th centuries,
shows Alevî-Bektâşî-Rıfâ’î characteristics and it’s âsitâne takes place in
Kartal. Today we can see it’s tradition in Ege Region especially in
Manisa-Demirci. There are many mecmuas in Ege University Centural Library about
this tariqa. In this paper we aim to give informatin about this tariqa’s
tradition, rules and apparel.
Key words: Ma’rifîlik, tariqa, Manisa-Demirci, apparel, tradition,
mecmua
Türk ve İslâm dünyasında asırlardır önemli bir rol üstlenmiş
bulunan tarikatların, çeşitli sebeplerden dolayı bugüne kadar tam bir sayısı
çıkartılabilmiş değildir. İslâm dininin yayılmış olduğu geniş coğrafî alan ve
tarikatların bulunduğu bölgelerde dallanıp budaklanmaları, yeni inanç sistemleriyle
kolaylıkla içli dışlı oluşları göz önüne alındığında, tarikatların sayısının
tespitinin ne derece zor olduğu az çok tahmin edilebilecektir. Yine de şimdiye
kadar yapılmış olan birkaç tahmine göre, bilinen tarikatlar ile bunların kol ve
şubelerinin sayısının yaklaşık 400 civarında olduğu iddia edilmektedir.1
Tarikatların halkla bire bir yüzleşmesini sağlayan tekke, tasavvuf
düşüncesinin işlendiği, olgunlaştırıldığı ve yine halka sunulduğu bir müessese
olarak karşımıza çıkmaktadır. İslâm coğrafyasında buk’a, duveyre, ribât,
zâviye, hânkâh, dergâh, âsitâne gibi isimlerin verildiğini bildiğimiz tekkelere
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ise daha çok zâviye, hânkâh, dergâh ve âsitâne
denmiştir. Bunların yanısıra kalenderhâne, mevlevihâne gibi tarikata göre
adlandırmalar da söz konusu olmuştur. Bir tarikatın bütün tekkelerinin bağlı
bulunduğu ve tarikatın en üst makamındaki şeyhinin kaldığı tekkeye
"âsitâne", "hânkâh" veya "pîr evi" denir.
Âsitâneye bağlı olan alt birime tekke, tekkelerin küçüğüne de "zâviye"2
denilmektedir. İslâm medeniyetinde câmi,
* Prof. Dr., Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü
1 Bkz. “Tarikat”, İA, c. 12/I, İstanbul 1979, s. 4-17. Ayrıca bkz.
Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1997, s. 450-467.
2 Zâviye özellikle 15. yy.’ın sonlarından itibâren sırf şehir,
kasaba ve köylerdeki küçük tekkelerle, geçit, derbent ve yol üzerinde bulunan
misâfirhâneler için kullanılmıştır. Daha geniş bilgi için bkz. “Zâviye”,
A.Y.Ocak-S. Fârukî, İA, c. 13, İstanbul 1986, s. 468-476.
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 3
medrese, kervansaray gibi binaların taştan yapılmış olmasına
rağmen tekkelerin3 çoğunlukla ahşap malzeme kullanılarak basit bir mimari
tarzla inşâ edildikleri görülmektedir. Osmanlılar devrinde de tekkelerin
genellikle ahşap bir mimarî yapıya sahip oldukları ve bir veya iki katlı olarak
inşâ edildikleri bilinmektedir. Sâdece geniş bir odadan müteşekkil tekkeler
olabildiği gibi Bektaşî ve özellikle Mevlevî zâviyelerinde olduğu gibi geniş
bir alanda kurulmuş, çeşitli bölümlerden oluşan tekkeler de mevcuttu.
Bilindiği gibi Cumhuriyet döneminde 30 Kasım 1341 (1925) tarihinde
alınan bir kararla tamamen kapatılmış olan tarikatlar, tekke ve zâviyeler, zamanla
işlevlerini yerine getiremez olmuş, artık miskinlerin, işsiz güçsüz takımının
barındığı yerler hâline gelmişti.
Hakkında kaynaklarda yakın zamana kadar herhangi bir bilgi
bulunmayan, hatta tasavvuf ve tarikatlar hakkında yazılmış olan ilmî eserlerde
adından bile bahsedilmeyen Ma’rifî tarikatı hakkındaki ilk bilgiler,
tarafımızdan sunulan iki tebliğ ile ilim âleminin dikkatlerine sunulmuştu.4
Ma’rifîlik, Ege bölgesinin özellikle Manisa, İzmir ve Aydın illerinde yakın
zamana kadar varlığını takip edebildiğimiz, esâsen Rifâ’î5 tarikatına bağlı,
dolayısıyla Alevî-Bektaşî itikadından da fazlasıyla etkilenmiş bulunan, aynı
zamanda bünyesinde ahî-fütüvvet teşkilâtı izleri taşıyan bir tasavvufî müessese
özelliği arz etmektedir.
Yakın zamana kadar elimizde bulunan yazma kaynaklardan hareketle,
Demirci merkezli diye tavsif ettiğimiz tarikatın âsitânesinin aslında İstanbul
Kartal’da bulunduğunu öğreniyoruz. Baha Tanman’a ait bilgileri fikir vermesi
açısından bir kısım teferruatı da atlamak suretiyle veriyoruz: “Kartal’daki
Maarifî Tekkesi, Kartal ilçesinde Çavuşoğlu mahallesinde Ankara caddesi
üzerinde yer almaktadır. Tekke Rıfâ’îliğin Maarifî kolunu kuran Şeyh Seyyid
Mehmed Maarifî (öl. 1824) tarafından tesis edilmiştir. Günümüzde kısmen mevcut
olan tekkenin 1234/1818’de inşa ettirildiğine dair bazı kayıtlar bulunduğu gibi
tevhidhane binasının mimarî özellikleri de bu tarihlere ait olduğunu destekler
niteliktedir. Diğer taraftan Şeyh Mehmed Maarifî’nin 1785
3 Tekkeler hakkında daha geniş bilgi için bkz. Mustafa Kara,
“Tekkeler ve Zaviyeler”, İstanbul 1977; İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet-Tekke
Münasebetleri, İstanbul 1984; A. Y. Ocak ve S. Farukî, “Zâviye”, İA, c. 13, s.
468-476; Ömer Lütfi Barkan, “Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”,
Vakıflar Dergisi, Ankara 1942, II, s. 293-338.
4 Bkz. Atabey Kılıç: “Ma’rifî Tarikatı ve Kuşadası Şeyhi Ferdî
Baba’nın Aruzla Yazılmış Bazı Şiirleri”, Geçmişten Günümüze Kuşadası
Sempozyumu, 23-26 Şubat 2000, Kuşadası/AYDIN; aynı yazar, “Ege Bölgesine Âit
Alevî-Bektâsî Esasli Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, Uluslararası
Anadolu İnançları Kongresi, 23-28 Ekim 2000 Ürgüp/NEVŞEHİR; aynı yazar,
“Ma’rifî Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri”, İlmî
Araştırmalar Dergisi, sayı: 12, İstanbul 2001, s.121-134; aynı yazar “Ege
Bölgesine Âit Alevî-Bektaşî-Rifâ’î Esaslı Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat:
Ma’rifîlik”, Bilimname, sayı: 1, 2003/1, s. 197-205. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
5 “Anadolu’nun ilk tarikatı” olarak nitelendirilen Rifai tarikatı,
XII. yüzyılın ortalarında Seyyid Ahmedü’r-Rifâ’î tarafından kuruldu. Rifâîlik
bid’at ve hurafelere yer vermeyen, riyakârlıktan uzak bir ibadet, Allah
dışındaki varlıklara bağlanmayan bir yürek, bayağı zevklere tutsak düşmeyen bir
nefis temeline dayanır. Ahmedü’r-Rifâ’î’nin dedeleri, 7’nci imam Hz. Mûsâ
Kâzım’a kadar uzanıyor. Ayrıca Kâdirî tarikatının kurucusu Abdülkâdir-i
Geylânî’nin Ahmedü’r-Rifâ’î’nin dayısı olduğu biliniyor. Kâdirîlik ve Rifâ’îlik
tarikatlarının ilişkileri çok içiçe olduğu için birbirinin kolları gibi
değerlendiriliyor. Selçuklular döneminde ve sonrasında Kâdirîlik ve Rifâ’îlik
Anadolu’da en yaygın tarikatlardı. Anadolu’da Rifâ’îliğin önemli merkezleri
arasında Çorum’daki Mustafa Çorumî’nin dergâhı, Erzurum’daki Mevlüt Efendi’nin
dergâhı ve Manisa’daki Antakî kolu yer alıyor. Urfa da Rifâ’îler için Basra’dan
sonra ikinci merkez olarak adlandırılıyor. Özellikle Anadolu’da hâlâ yaygın
olan Rifâ’îlik tarikatına mensup kişilerin sayılarının dünyada 150 bin,
Türkiye’de 45 bin olduğu tahmin ediliyor. Rifâ’îliğin Ma’rifî kolu, ABD
hükümetince özerk tarikat olarak tanındı. Amerikalı Müslümanların ilgi
gösterdiği ekolün başında Şerif Baba var. Avrupa’da ise özellikle İngiltere’de
yaygın olan tarikatın Piri Muhammet Şekur. Rifâ’îlik’in Sayyadiyye, Ma’rifîlik,
Kavyaliyye, Niriyye, İzziyye, Fenariyye, Burhaniyye, Fazliyye, Cündeliyye,
Cemiliyye, Diriniyye, Ataiyye, Sebsebiyye, İmadiyye ve Kantaniyye gibi bir çok
kolu bulunuyor.” Özlem Yılmaz-Ulaş Yıldız, http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/08/gnd113.html
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
4 Atabey KILIÇ
civarında Mısır’dan İstanbul’a geldiğini ve tekkesini kurduğu
rivayet edilmektedir. Birçok tarikat yapısının tarihçesinde görüldüğü gibi,
burada da şeyh efendinin, başlangıçta yaşadığı evi tekke gibi kullandığı, daha
sonra aynı yere tam teşekküllü bir tarikat tesisi inşa ettirdiği tahmin
edilebilir. Nitekim 1808’de tahta geçen II. Mahmud’un Şeyh Mehmed Maarifî’yi ve
tekkesine yakınlık gösterdiği, zaman zaman yardımlarda bulunduğu bilinmektedir.
Rıfâ’îliğin piri Seyyid Ahmed Rıfaî’nin neslinden geldiği rivayet edilen ve
“Fethü’l-Maarif” lakabı ile tanınan Şeyh Mehmed Maarifî’nin bazı tasavvufî
şiirleri tespit edilmiştir. Yapmış olduğu ictihatlarla Rıfaîliğin Maarifî
kolunu kurmuş, hayatının sonuna kadar bu yeni kolun âsitanesi ve pir makamı
olan tekkesinde irşat faaliyetinde bulunmuş ve tekkenin türbesine gömülmüştür.
... Esasen İstanbul’da pek yaygın olmayan, Kartal’daki âsitane dışında
Kasımpaşa’daki iki zaviyede faaliyet gösteren Maarifî kolunun, Vak’a-i
Hayriye’den (1826) sonra lağvedilen, tekkeleri kapatılan ya da yıktırılan ve
sıkı bir takibata maruz kalan Bektaşîlerden bir kısmının Rıfaî kisvesine
bürünmesi sonucunda ortaya çıktığı bile ileri sürülmüştür. Ancak tekkenin
Vak’a-i Hayriye’den önce tesis edilmiş olması bu iddiayı geçersiz kılmaktadır.
... Şeyh Mehmed Maarifî’den sonra tekkenin meşihatı oğlu Şeyh Seyyid Ali Sabit
Efendi’ye (öl. 1863) intikal etmiştir. Sabit Efendi’nin Kasımpaşa’da, günümüzde
Kulaksız Mahallesi’ne katılmış bulunan İbadullah Mahallesi’nin sınırları
içinde, Kartal’daki âsitaneye bağlı bir Maarifî zaviyesi tesis ettiği ve bu
zaviyenin postuna oğlu Şeyh Seyyid Mehmed Efendi’yi (öl. 1892) oturttuğu
anlaşılmaktadır. “Maarifî-i Sânî olarak anılan Şeyh Mehmed Efendi babasının
vefatı üzerine Kartal’daki âsitanenin meşihatını üstlenmiş, Kasımpaşa’daki
zaviyenin meşihatını da oğlu Şeyh Seyyid Hüseyin Tâhâ Efendi’ye bırakmıştır.
Kartal’daki âsitanenin son şeyhi ise Maarifî-i Sânî’nin diğer oğlu olan Şeyh
Seyyid Hasan Tâsîn Efendi’dir (öl. 1927). ... Kasımpaşa’daki diğer Maarifî
zaviyesi ise Şeyh Mehmet Maarifî’nin halifelerinden Şeyh Ali Kuzu (öl. 1815)
tarafından Çürüklük semtinde tesis edilmiştir. Kuruluşunda mimari programının
geniş tutulduğu ve tevhidhane, türbe, harem, selamlık, derviş hücreleri, mutfak
vb. bölümlerden oluştuğu bilinen Maarifî Tekkesi’nin binaları 1894 depreminde
hasar görmüş, bu tarihten hemen sonra onarım geçirmiştir. Tekkelerin
kapatılmasından (1925) sonra, son şeyhin ailesi tarafından mesken olarak
kullanılmaya devam eden harem dairesi dışında kalan bölümler kaderine terk edilererek
harap olmaya yüz tutmuş, 1940’tan sonra tevhidhane ve türbeden başka diğer
bölümler tarihe karışmıştır. Bâninin torunlarından olan Mehmed Maarifî
Yalvaçtorunları 1964 civarında tevhidhane ile türbeyi tamir ettirmiş, çevre
sakinlerinin yardımları ile 1976’da tekrar onarılan tevhidhane bu tarihten
itibaren cami olarak kullanılmaya başlamış, son olarak da 1980’de türbe onarım
geçirmiş, ayrıca tevhidhaneye son cemaat yeri, minare ve şadırvan eklenmiştir.
Eski İstanbul’un uzak banliyölerinden Kartal’ın güney sınırında, Kartal-Pendik
yolu üzerinde, meskûn alanların uzağında inşa edilen ve yakın zamana kadar
çevresi bostanlarla kaplı olan Maarifî Tekkesi günümüzde oldukça yoğun bir
yerleşme bölgesi ile kuşatılmış bulunmaktadır. Tekkenin yerinde, daha önce, Orhan
Gazi döneminin savaşçı dervişlerinden, bu semte adını vermiş olan Kartal
Baba’nın makamının bulunduğu rivayet edilir. Tevhidhane arsanın batısında,
Ankara Caddesi üzerinde yer almakta, bunun kuzeyinde türbe ile küçük hazire
bulunmakta, ortadan kalkmış olan diğer bölümlerin ise konumları tespit
edilememektedir.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
Dikdörtgen bir alanı (10,30x8,80 m) kaplayan, iki katlı
tevhidhanenin duvarları moloz taş ve tuğla ile örülmüş, üzeri kırma çatı ile
örtülmüştür. Aslında alaturka kiremitlerle kaplı olduğu tahmin edilebilen çatı
günümüzde çinko levhalarla kaplanmıştır. Yapı, aynı zamanda ardiye olarak
kullanılan bir bodrumun üzerine oturur. Tevhidhanenin planı, duvarların
sınırladığı dikdörtgenin içine yerleştirilmiş 6,30 m çapında bir daireden
meydana gelmektedir. Ayinlere tahsis edilmiş olan bu yuvarlak planlı kesim,
mihrap cümle kapısı ekseni üzerine ve mihraba teğet olarak yerleştirilmiştir.
Çatı altında gizlenen, bağdadi sıvalı bir kubbe, iki kat yüksekliğinde bu
bölümü taçlandırmakta, dikdörtgen ile dairenin arasında kalan ve ayin mekânını
üç yönden (batı, doğu, and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 5
kuzey) kuşatan iki katlı mahfillerin sınırında, eşit aralıklarla
on ikişer adet ahşap sütun sıralanmaktadır. Her iki katta da ikisi mihrap
duvarına gömülmüş bulunan bu sütunlar daire kesitli olup Dor nizamında
başlıklarla donatılmıştır. Erkeklere mahsus zemin kat mahfilinin sınırında,
sütunların arasında yer alan korkuluklar ile kadınlara ayrılan fevkani
mahfilde, aynı şekilde sütunların arasına yerleştirilen kafesler ortadan
kalkmıştır. Zemin katta, kuzey duvarının ekseninde sepet kulpu biçiminde bir
kemere sahip olan giriş, güney duvarının ekseninde yuvarlak kemerli ve yarım
daire planlı mihrap yer alır. Bu katta güney ve kuzey duvarlarında ikişer, batı
ve doğu duvarlarında üçer, üst katta ise her duvarda ikişer pencere açılmış,
bütün bu açıklıklar sepet kulpu biçiminde kemerlerle taçlandırılmıştır.
Kadınlara ait fevkani mahfilin, doğu cephesine açılan bağımsız bir girişi
bulunmaktadır.
Dış görünümü ile tek katlı bir meskeni andıran türbe kâgir duvarlı
ve çatılı, basit bir yapıdır. Dikdörtgen planlı (7,60x6 m) esas türbe mekânının
kuzeyinde yine dikdörtgen planlı (2,75x1,60 m) bir giriş bölümü yer alır. Küçük
bir mihrapla donatılmış ve sepet kulpu biçiminde kemerleri olan toplam sekiz
adet pencere ile aydınlatılmış bulunan türbede tekkenin dört postnişini, ayrıca
ikinci postnişin Şeyh A. Sabit Efendi’nin eşi Enise Hanım (ö. 1834), kızı
Şerife Hadiye Hanım ve oğlu Şeyh Seyyid Ahmed-i Sayyâd (ö. 1856) gömülüdür.
Türbenin hemen yanındaki küçük hazirede tekkenin bazı mensuplarına ait kabirler
vardır.
Tekkenin, ortadan kalkmış olan bölümlerinin, konumları gibi mimari
özellikleri de tespit edilememekte, ancak padişahlardan, tekkenin zengin
mensuplarından ve Evkaf Nezareti’nden gelen yardımlar sayesinde mutfağın bir
imaret ölçeğinde faaliyet gösterdiği şeyh dairesinin, büyük taş merdivenli
geniş kapısı üzerinde “Âsitane-i Maarifiyye” yazılı bir kitabenin bulunduğu
bilinmektedir.
Ampir üslubunun özelliklerini yansıtan tevhidhane ve türbe
binalarında herhangi bir süsülemeye rastlanmaz. Maarifî Tekkesi’nin mimari
açıdan en ilginç yönü tevhidhanede ayin alanının yuvarlak planlı olarak
tasarlanması ve on iki adet sütunla kuşatılmasıdır. On İki İmam’a bağlanan aynı
sembolik düzenleme Rıfaî tarikatının on iki terkli (dilimli) tacında görüldüğü
gibi, Bektaşîliğe ilişkin hemen her türlü tarikat eşyasında, ayrıca
Merdivenköy’deki Şahkulu Sultan Tekkesi’nde meydanevinin tasarımında da
karşımıza çıkar.”6 Tanman’ın madde sonunda verdiği kaynakçadaki eserlerden
Osmânzâde Hüseyin Vassâf’ın Sefîne-i Evliyâ adlı eserinde tarikatın Kulaksız ve
Kartal’da iki tekkesinin bulunduğu bildirilmektedir. Buna göre “1343 sene-i
hicriyyesinde (1924-25) İstanbul ve bilâd-ı selâsede mevcûd tekâyâ ve zevâyâdan
tarîkat-ı aliyye-i Rufâiyyeye mensup Kulaksız’daki Ma’rûfî Tekkesinin yevm-i mahsûsu
Pazartesi gecesidir, şeyhi ise Şeyh Tâhâ Efendi’dir.7 Kartal’daki Ma’rûfî
Tekkesinin ise yevm-i mahsûsu Cuma gecesi, şeyhi de Şeyh Yâsîn Efendi’dir.”8
Diğer esere ise bütün gayretlerimize rağmen ulaşma fırsatı bulamadık.9
Kullandığımız bu iki kaynaktan da anlaşılacağı üzere adı geçen tarikatın daha
adı konusunda bile bir ittifak bulunmamaktadır. Baha Tanman, tarikat adını
Maarifî şeklinde verirken, Vassâf, Ma’rûfî’yi kullanmaktadır. Amacımız, zâten
hakkında yeterli bilgi bulunmayan, bilgi veren tek kaynağın da bu konuda çok
önemli boşluk bulunduğunu, yeni araştırmalara ihtiyaç
6 M. Baha Tanman, “Maarifî Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul,
Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. 232-233. Aynı yazı
için bkz.: M. Baha Tanman, “Mârifî Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi 28. Cilt, Ankara 2003, s.62-63.
7 Osmânzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ , c. 5, Kitabevi,
İstanbul 2006, s. 305.
8 a.g.e., s. 306. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
9 N. Tarkan, Kartal’da Kurulmuş Bir Tarikat: Ma’rifiye, İstanbul
1964. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
6 Atabey KILIÇ
duyulduğunu bildirdiği tarikat hakkında elimizdeki kaynaklardan
hareketle bazı yeni malumâtı bilim âleminin istifadesine sunmaktır.
Tarikatın Kartal’da bulunduğu söylenen tekkesi/âsitânesinin bazı
fotoğraflarını aşağıya alıyoruz:
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 7
Bugün câmi olarak kullanılan tekkenin fotoğraflarından anlaşıldığı
kadarıyla haziresinde ondan fazla kabir bulunmaktadır. Elimizde bulunan bu
kabirlere ait fotoğraflardan birkaçını ekte sunuyoruz10:
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
10 Fotoğrafları çekip istifademize sunan değerli bilim âşığı ve
hizmetkârı İsmail Çilsaldı Beyefendi’ye şükranlarımızı arz ederiz. Daha sonra
yapacağımız bir çalışma ile hazirede bulunan kabirlerin kitabeleri ve türbede
bulunan tablolar hakkında detaylı bilgi vermeye çalışacağız. and History of
Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
8 Atabey KILIÇ
Yä Hù
Ey felek n’itdim saña Δäk ile yeksän eylediñ
Ben °arìbi °urbet elde zär giryän eylediñ
Áteş-i ≈asret ile °urbetde ser-gerdän eyleyip
Derdile äh etdirip ≈älimi perìşän eylediñ
~asret-i när ile yandı pederimiz bì-çäre äh
Välidemi äΔır benim derdimle sùzän eylediñ
Üçünci ordu-yı hümäyùn mìr-alayı
™äli≈ bin Mu≈ammed (...) rù≈larıyiçün
Fäti≈a
1303 19 Känùn-ı §änì (19 Ocak 1885-86)
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 9
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
10 Atabey KILIÇ
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 11
Ma’rifî tarikatına dâir bizim elimizde bulunan bilgiler şimdilik,
bu tarikatın terekelerinden olup derleme faaliyetleri çerçevesinde özellikle Manisa
ili Demirci ilçesinden Hulusi Emetli’nin bağışlamış olduğu el yazması eserler
arasında olan ve bugün Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde bulunan
yazmalardan elde ettiklerimizle sınırlıdır. Kataloğunu hazırlamış olduğumuz adı
geçen yazmalardan yaklaşık olarak 25’i, özellikle bu tarikatın âdâb, erkân ve
usûlünden bahseder niteliktedir.11 Kalanların büyük bir kısmı ise çeşitli
vesilelerle Ma’rifî tarikatına dâir bir alâkaya sahiptir. Biz bu çalışma
çerçevesinde bunlar arasında, özellikle içerisinde hem tarikat bilgileri hem de
tarikatın önde gelenlerine ait şiirlerin bulunduğu, Ma’rifî Tarikatı Mecmuası
diye adlandırabileceğimiz, ilgili katalogda da 36 numara ile kayıtlı mecmuayı
esas almayı uygun bulduk.12 Bu mecmuayı çok kısa bir şekilde sadece maddî
özellikleri bakımından şu şekilde tavsif etmek mümkündür:
Krem renginde kalın kağıtla kaplanmış, sırtına koyu mavi kot kumaş
geçirilmiş, şirazeli, kalın mukavva cilt, 168x118 mm; az âharlı, orta
kalınlıkta, enine su yolu filigranlı, krem renginde, muhtelif kağıt, 165x112
mm; harekeli, kalın nesih yazı, metin siyah önemli ibareler kırmızı ve yer yer
pembe mürekkeple, muhtelif satırlı (en az 12, en fazla 16), 121 varak.
Mecmuanın içinde sadece Ma’rifî tarikatına ait âdâb, erkân ve
kisve ile ilgili bilgiler ve şiirler bulunmaktadır. Bu mecmuadan ve hâlen
Üniversite kütüphanesinde muhafaza edilmekte olan mecmualarla diğer bazı
eserlerin çeşitli yerlerinde bulunan kayıtlardan öğrendiğimiz kadarıyla
tarikatın kurucusu ŞeyΔ Seyyid Mu≈ammed Fet≈ü’l-Maúärif’tir. Hayatı hakkında
11 Bu konuda daha geniş bilgi için “Ege Üniversitesi Merkez
Kütüphanesi Yazmaları Alfabetik Kataloğu I (Türkçe-Arapça-Farsça)” Kayseri
2001, adlı çalışmamıza bakılabilir.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
12 a.g.e., s. 52-57. Ayrıca bkz. Meliha Gül, Kisve-i Ma’rifî
Seyyid Muhammed b. Sâbit Ali, (Bitirme tezi), Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi, İzmir 1999. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
12 Atabey KILIÇ
kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmayan bu zâtın H. 1270/M.
1853-5413 yılında vefat ettiğini, tarikatın Kuşadası Dergâhı Şeyhi Ferdî’nin
yazmış olduğu nazım şekli mütekerrir müseddes olan sekiz kıt’alık tarih
manzûmesinin
Mu≈ammed Mehdi’niñ remzin oøuyup düşse Δan £äbit
™afälar baΔş iderdi úäşıøän[ın]a da can £äbit
Dü-´ad heftädına 14 tärìΔ lu≠fında nihan £äbit
Ne gelür ne gider Ferdì cihäna an-be-an £äbit
Fenäsın eyledi tebdil beøä mülkine dil-därım
úAzìzim mürşidim şähım benim devletli ≈ünkärım15
şeklindeki son kıt’asında bulunan ifadelerden anlamak mümkündür.
Belgelerden öğrendiğimiz kadarıyla ŞeyΔ Seyyid Mu≈ammed
Fet≈ü’l-Meúärif’in oğlu, ŞeyΔ Seyyid úAlì £äbit bin Fet≈ü’l-Meúärif’tir. Torunu
ise yine mecmuadaki şiirlerden öğrendiğimize göre ŞeyΔ Seyyid Mu≈ammed
Maúrifì-i £änì’dir.
Tarikatın Demirci’deki dergâhının iki kez bina edildiğini, adı
geçen katalogda 36 numara ile kayıtlı bulunan Ma’rifî Tarikati Mecmuasındaki
“Timurcı Dergähı Bänìsi Eş-ŞeyΔ Es-seyyid Mu´≠afä Lu≠fì ≈a◊retleri” ile
“`ulefä-yı Maúrifìden Timurcı Maúrifì Dergähı Bäniye-i §änìsi Eş-ŞeyΔ Es-seyyid
A≈med úAşøì ≈a◊retleri” ibarelerinden anlamak mümkündür.16 Buna göre Demirci
Ma’rifî Dergâhı’nın ilk bânîsi yani, yaptıranı Mu´≠afä Lu≠fì Efendi, ikinci kez
yaptıranı ise A≈med úAşøì Efendi’dir.17
Yukarıda çeşitli vesilelerle bahsettiğimiz mecmuanın içerisinde
tarikatın önde gelenlerine âit çeşitli şiirler de bulunmaktadır. Büyük bir
kısmı hece ölçüsü ile yazılmış olan bu şiirlerden bazılarında aruz vezninin
kullanıldığını da görmekteyiz. Yazmanın 50b-71b varakları arasında “Seyyid
Mu≈ammed Fet≈ü’l-Meúärif“in, 74b-84a varakları arasında “ŞeyΔ Seyyid £äbit úAlì
ibni Fet≈ü’l-Meúärif“in, 84b-86a varakları arasında “ŞeyΔ Seyyid Mu≈ammed
Maúrifì-i £änì“nin, 90b-92b varakları arasında “Timurcı Maúrifì Dergähı Bänìsi
Eş-şeyΔ Es-seyyid Mu´≠afä Lu≠fì“nin, 94b-96b varakları arasında “ŞeyΔ Es-Seyyid
A≈med úAşøì“nin, 99b-100b varakları arasında “ŞeyΔ Es-Seyyid ~asan Æäsìn
Efendi“nin, 106b-117a varakları arasında ise “æuşa≠ası Dergähı Post-nişìni
Ferdì Baba Efendi“nin ilâhî ve nefesleri bulunmaktadır.18
Mecmuadaki kayıtlardan öğrendiğimize göre Ma’rifî Tarikatı’nın
Demirci hâricindeki tek dergâhı, Kuşadası’ndadır. Bu gün bu dergâh aşağıya
alacağımız fotoğraflardan da anlaşılacağı
13 Tanman, bu zâtın ölüm tarihini 1824 olarak vermektedir. Yazar
bu hususta kaynağını zikretmediği için bizim şimdilik bir yorum yapmamız da
sözkonusu değildir. Bkz. M. Baha Tanman, “Maarifî Tekkesi”, s. 232.
14 dü-´ad=200, heftad=70 olduğuna göre bu mısra’da verilen ölüm
tarihi (1)270/1853-54 yılına karşılık gelmektedir. Tanman’ın verdiği 1824 vefat
tarihi hakkında şimdilik, kaynak verilmediği için yorum yapabilecek durumda
değiliz. Bkz. Baha Tanman, “Maarifî Tekkesi”, s. 232.
15 Mecmua, vr. 117b.
16 Kılıç, Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Yazmaları Alfabetik Kataloğu
I, s. 52-57.
17 Kılıç, “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektaşî-Rifâ’î Esaslı
Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, s. 198-199.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
18 Ferdî Baba hakkında daha geniş bilgi için bkz. Atabey Kılıç,
“Ma’rifî Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri”, İlmî
Araştırmalar, Dil, Edebiyat, Tarih İncelemeleri, S. 12, İstanbul 2001, s.
121-134.; Atabey Kılıç, “Ma’rifî Tarikatı ve Kuşadası Dergâhı Halifesi Ferdî
Baba’nın Aruzla Yazılmış Bazı Şiirleri”, (Geçmişten Geleceğe Kuşadası
Sempozyumu 23-26 Şubat 2000, Kuşadası/AYDIN) s. 10-15.; ayrıca bkz. Atabey
Kılıç, Eski Türk Edebiyatı Üzerine Yazılar, Kayseri 2001, s. 87-110, 225-242,
243-254. (Manisa-Demirci Belediyesi’nin destekleyeceği bir proje çerçevesinde,
adı geçen bu mecmua metnini yakın zamanda neşretmek düşüncesinde olduğumuzu
burada ayrıca zikretmek isteriz.)
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat
: Ma’rifîlik 13
üzere ayakta değildir.19 Tarikatın, Manisa, İzmir ve Aydın
illerinde başka dergâh veya tekkelerinin olup olmadığını da bilemiyoruz. Bu
mecmuanın verdiği bilgilerin sâdece tarikat geleneğine göre yazılmış şiirlerden
hareketle oluşturulduğu göz önüne alınacak olursa, Ma’rifîliğin en azından
yukarıda saydığımız üç ilde, ismi her hangi bir şekilde zikredilmemiş dergâh,
zâviye ya da tekkesinin bulunabileceği kuvvetle muhtemel olmalıdır.20
2007 Mart’ında ziyaret ettiğimiz Demirci Ma’rifî Dergâhı, aşağıya
alacağımız fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere ne yazık ki bu gün harap
vaziyettedir. İzmir yönünden şehre girişte yolun sağında kalan dergâhın
haziresinde bugün iki kabir taşı bulunmaktadır. Hazirede başka kabirlerin de
bulunduğu, muhtemelen bunların tahrip olduğu veya edildiği de anlaşılmaktadır.
Günümüzde ehl-i sünnet akidesine sık sıkıya bağlı yerli halkın çok da iyi
hatırlamadığına şâhit olduğumuz Ma’rifîlerin, üzerinde çalıştığımız yazmalardan
hatırladığımız kadarıyla Hz. Peygamber aşkını sıkça zikreden insanlar olduğunu
söylediğimizde insanların çok şaşırdığını ifade etmeliyiz. Ma’rifî meşrepli
insanların hâlâ bulunup bulunmadığını sorduğumuzda da çelişkili cevaplar
almıştık, kimine göre hâlen bu meşrepte olan insanlar var fakat gizleniyorlar,
bir kısmına göre de Demirci’yi terk etmişlerdi. İlçenin en yetkili ağızlarından
birinin ifadesi, burada hâlen bu tarikata bağlı insanların yaşamakta olduğunu,
fakat yanlış anlaşılmaktan ve algılanmaktan kaynaklanan bir kaygı ile
gizlendiklerini göstermektedir.
19 Manisa-Demirci’ye 22 Mart 2007 tarihinde Demirci Belediye
başkanı değerli kültür ve hizmet adamı Mithat Erşahin Bey’in, Mevlânâ’nın
doğumunun 800. yılı vesilesiyle düzenlenmiş olan panele konuşmacı olarak daveti
üzerine gittiğimizde, bir türlü gitme fırsatı bulamadığımız bu tarihî ve güzel
şehri görmek nasip olmuş, ne zamandır ilgilendiğimiz Ma’rifîlikle alâkalı
mekânları görmeyi de istemiştik. Bu çalışma boyunca vereceğimiz resimler, bu
ziyaret esnasında çektiğimiz görüntülerden sadece bir kısmıdır. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
20 Daha geniş bilgi için bkz. Kılıç, “Ma’rifî Tarikatı ve Kuşadası
Dergâhı Halîfesi Ferdî Baba’nın Aruzla Yazılmış Bazı Şiirleri”; Kılıç, “Ma’rifî
Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri” s. 121-134; Kılıç, “Ege
Bölgesine Âit Alevî-Bektaşî-Rifâ’î Esaslı Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat:
Ma’rifîlik”, s. 200.
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
14 Atabey KILIÇ
Baødı dil-cù øıldı inşä bu Rıfäúì tekyesin
Anda Ÿikrulläh olunduøça bula ol rä≈atı
Duúä eylesün Na®ìfüè “mur°-dili” tärìΔ ola
Cennet içre bula ~asan Dede şän u şevketi
Rù≈ına Fäti≈a
(H. 1284/M. 1867-68)
Yukarıdaki mezar taşından anlaşıldığı üzere, kabir Hasan Dede adlı
şeyhe ait olup Dede tekkenin bânîsidir. Nazîf mahlaslı şâirin düştüğü tarihe
göre de Hasan Dede’nin vefat tarihi hicrî 1284, miladî 1867-68’dir. Turkish
Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 15
Yolun hemen kenarında bulunan diğer mezar ise muhtemelen yine aynı
zâta aittir. Anlaşıldığı kadarıyla mezarın ilk baştaşı Arap harfleriyle
yazılmış olan yukarıya aldığımız taştır. Tahrip neticesi kırıldıktan sonra
yeniden
“Hu dost
Öksüz kalmasın diye
Geçti derğah başına
Mevlam azap göstermesin
Ruhuna hem nasına
Seyyid Sultan Muhammed
Fethùlmarifi dergähından
Şeyhmer Hasan Dede
Ölüm 1284. H”
ibareleri işlenmek suretiyle muhtemelen 1950-60 yılları aralığında
kabre baştaşı olarak dikilmiştir.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
16 Atabey KILIÇ
Ayakta kalan bu iki parçanın haricinde resimlerin de işaret ettiği
üzere dergâh binası perişan vaziyettedir.21
21 Türk kültür tarihi için önemli bir merkez olduğu belli olan bu
mekânın özellikle belediyenin öncülüğünde bir an evvel onarılması sadece
Demirci için değil, Türk kültürü için de unutulmaz bir hizmet olacaktır.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 17
Demirci’deki Ma’rifî emarelerinden bir diğeri de bahsi geçen
dergâh kalıntısından yaklaşık 100-150 m. ileride solda, bir hayli meyilli bir
alanda bulunmaktadır. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
18 Atabey KILIÇ
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 19
İki servi ağacı altında bulunan ve bir parça tahribata uğramış
olan mezarın baş taşında Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
20 Atabey KILIÇ
Huv
Perdei zulm
Ref oldu bugün
Didemden ben
Müyesser oldum
Ânîde bana
Didarı cemâl
Li sene 1332 mahı
Ramazan 3 tarıkı Marifi
Şeyhi Eş şih
Es seyyit
Koyunoğlu Ali
Galip Efendi
Ruhuna Fatiha
ibarelerini okumaktayız. Muhtemelen burası da ana dergâha bağlı
bir birim idi ve zamanın tahribatına boyun eğmişti.
Demirci’nin çeşitli medeniyetlerin izlerinin yanısıra, tarikatlar
açısından da zengin bir birikime sahip olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Belediye binası bahçesinde teşhir edilen aşağıya resimlerini aldığımız iki
mermer tâcı da burada ayrıca zikretmek isteriz.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 21
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
22 Atabey KILIÇ
Tarikatın Demirci’de bulunan dergâhı hakkındaki bilgilerimiz bir
hayli kısıtlıdır. Mekânın sanat tarihi uzmanları tarafından incelendikten sonra
Kartal’da bulunduğu bildirilen âsitâne ile mimarî açıdan benzerliğinin olup
olmadığına ayrıca dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun gibi tarikatın
Kuşadası dergâhı postnişîni Ferdî Baba’nın hayatı hakkında da henüz yeterli
bilgiye sâhip değiliz. Ne zaman, nerede doğduğu, aslen nereli olduğu, nasıl bir
eğitim aldığı hakkında da bu sebeple her hangi bir bilgi verebilecek durumda
değiliz. Ancak, anlaşılıyor ki Ferdî Baba, Ma’rifî tarikatına gönül vermiş,
tarikat içerisinde çeşitli mertebelerden geçtikten sonra Kuşadası Dergâhı
postnişîni olmuştur. Ferdî’nin uzunca bir süre Ma’rifî Dergâhı postnişîni
olarak Kuşadası’nda bulunduğunu tahmin etmek güç değilse de, onun en azından H.
1270/M. 1853-54 yılında Kuşadası’nda Ma’rifî Dergâhı şeyhi olduğu kesin olarak
bildiğimiz bir gerçektir.22
Ferdî Baba Efendi de tarikatın önde gelen halifeleri gibi
tasavvufî tarzda şiirler yazmıştır. Ma’rifî Tarikatı Mecmuası’nda kayıtlı
bulunan şiirlerin hece ve aruz ölçüleri ile yazıldığını görmekteyiz. Aruzla
yazılmış şiirlerine bakıldığında, pek çok tasavvufî şiirde gördüğümüz üzere
edebî bakımdan fazla değerli olmadıklarını ancak, bunların samîmî bir edâ ve
dervişâne bir ruh ile kaleme alındıklarını görmek mümkündür. Ferdî’nin aruzu
kullanma bakımından bir hayli başarılı olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Şiirlerinde aruz kusurlarının neredeyse yok denecek ölçüde az olması onun iyi
bir klâsik eğitimden geçtiğinin de işâretlerinden olmalıdır.23
Ma’rifî tarikatı pek çok bakımdan dikkat çekici karakteristik
özellikler arz etmektedir. Öncelikle samîmî duygulara sahip, nefsi terbiye etme
konusunda kendilerine has yöntemleri bulunan inançlı Alevîler olarak karşımıza
çıkan Ma’rifî tarikatı mensupları, zamanla tekkelerinin, dergâhlarının birer
kültür merkezi hâline gelmesini de sağlamışlardır. Elimizde bulunan
22 Ferdî Baba için bkz. Kılıç, “Ma’rifî Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba
ve Aruzla Yazılmış Şiirleri”, s. 121-134.
23 a.g.m., s. 200. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 23
belgelerden öyle anlaşıyor ki Ma’rifîlik, bölgenin daha çok
Türkmen kökenli olan halkının irfânının gelişmesi hususunda da inkârı mümkün
olmayan katkılarda bulunmuş olmalıdır.24
Üniversite kütüphanesinde bulunan yazmalar arasında bu tarikatla
çeşitli bakımlardan ilgisi bulunan eserler de bulunmaktadır. 80 tanesini tavsif
etmeye çalıştığımız adı geçen yazmalardan yaklaşık 25’i, özellikle Ma’rifî
tarikatının âdâb, erkân ve usûlünden bahseder niteliktedir. Kalanların büyük
bir kısmı ise çeşitli vesilelerle Ma’rifî tarikatına dâir bir alakaya sahiptir.
Bu yazmaların bir kısmı ya Ma’rifî tarikatı şeyh veya müridlerinden birine
âittir, yani üzerinde sahiplik mührü veya temellük kaydı vardır, ya da tarikat
mensuplarından biri tarafından telif veya istinsah edilmişlerdir. Hazırlamış
olduğumuz katalog incelendiği takdirde görülecektir ki, yazmaların, özellikle
mecmualar başta olmak üzere bir kısmı telif25; Kitâb-ı Devâü’l-Ebdân ve
Tıbbü’n-Nebî ve Hacâmat26, Kitâb-ı Melhame Li’t-Tasnîfi Dânyâl27, Risâle-i
‘Aynü’l-Hakîka Fî Râbıtati’t-Tarîka28 gibi olan diğer kısmı ise istinsah
edilmiş eserler olarak tarikat bünyesinden çıkmış olmaları bakımından dikkat
çekmektedir. Bunların haricinde kalan pek çok yazma ise, üzerinde bir mühür,
temellük kaydı veya istinsah kaydı bulunmamasına rağmen, kullanılan kağıt,
mürekkep ve hatta yazı tarzı bakımından Ma’rifî tarikatı tekkelerinden,
özellikle de Manisa Demirci’de bulunan merkezden çıktıklarını gösterir pek çok
işaret taşımaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla Demirci’deki âsitânenin en gözde ve
velûd müstensihi, kendisini “Bende-i Ma’rifî” yani Ma’rifî kölesi olarak
niteleyen Demircili, Es-Seyyid Hâfız İsmâil Hakkı’dır. İsmâil Hakkı’nın
yazmalar arasında hemen fark edilen kendine has bir yazı tarzı ve kullandığı
özel renkte mürekkebi vardır: İri ve okunaklı, biraz süslü nesih; açık maviye
yakın lacivert mürekkep. İsmail Hakkı’nın kalın uçlu çelik veya kamış kalem
kullandığı da yazı kalınlığından dolayı anlaşılmaktadır.29
Ma’rifî tarikatının aynı zamanda bir kültür merkezi görevi
gördüğünün en önemli delili olarak yaklaşık 100 kadar el yazması eserin
günümüze kadar ulaşabilmiş olmasını göstermek tabiî ki mümkündür. Üstelik bu
yazmaların en azından 50-60 yıl boyunca hiç de müsait olmayan şart ve yerlerde
saklandığını, bir çoğunun bu arada kaybolduğunu da göz önünde bulunduracak
olursak, aslında tarikat merkezi olan Demirci’de muhafaza edilen yazma eser
sayısının 100’ün çok çok üzerinde olması gerektiği rahatlıkla anlaşılacaktır.
Yazmaların kendileri aslında başlarından geçenleri hâl diliyle anlatacak ölçüde
üzerlerinde emâreler taşımaktadır. Pek çok yazma su gördüğü için tahrip
olmuştur, ancak bir kaç yazma bu felaketten uzak kalabilmiştir. Bir kısım
yazmanın ise yangın felâketinden zar zor kurtulduğunu anlamak mümkündür. Bu
yazmaların
24 a.g.m., s. 200.
25 Meselâ 36. sırada kayıtlı bulunan ve içerisinde Eş-Şeyh Seyyid
‘Alî Sâbit bin Fethü’l-Me’ârif tarafından kaleme alınmış bulunan Risâle-i Sâbit
Kisve-i Ma’rifî adlı mensur eserin de bulunduğu, “Bende-i Ma’rifî” Hâfız İsmâil
Hakkı’nın istinsah ettiği mecmu’a ile 52. sırada kayıtlı bulunan ve 1b-41b
varakları arasında kalan ilk kısmı Hâfız Hüseyn er-Rifâ’î Lebsü’d-dîn
el-Mustafâ tarafından telif edilen, 24 Muharrem 1228/ 27 Ocak 1813’te de
istinsah edilen mecmua, bunlar arasında en önemli örnekler olarak gösterilebilir.
Tavsifi için bkz. Kılıç, a.g.e., s. 52-57.
26 Eser, 53 varak hacminde olup “Bende-i Ma’rifî” Hâfız İsmâil
Hakkı tarafından H. 1254 Muharrem/ M. 1838 Nisan’ında istinsah edilmiştir. Bkz.
Kılıç, a.g.e., s. 36-37.
27 Eser, 3252 beyitlik bir mesnevî olup 98 varaktan oluşmaktadır.
“Bende-i Ma’rifî” Hâfız İsmâil Hakkı tarafından H. 1329 Muharrem/ M. 1911
Ocak’ında temize çekilmiştir. Yazmanın tam metni için bkz. Melike Derya
Yıldırım, Danyal’ın Kitâb-ı Melhame’sinin Transkripsiyonlu Metni, (Mezuniyet
Tezi), Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İzmir 2000. Tavsifi için bkz.:
Kılıç, a.g.e., s. 38-39.
28 Eser, Edirne müftüsü Es-Seyyid Muhammed Fevzî tarafından telif
edilmiş olup “Bende-i Ma’rifî” Hâfız İsmâil Hakkı Temürci tarafından istinsah
edilmiştir. Tavsifi için bkz. Kılıç, a.g.e., ss. 105-106.
29 a.g.m., s. 200-201. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
24 Atabey KILIÇ
özellikle cilt kapakları, ağız ve etek kısımları hatırı sayılır
bir yangından etkilendiklerini işaret etmektedir. Hasılı, elde bulunan yazmalar
göz önünde bulundurulduğunda, tarikatın sadece Manisa Demirci için değil, çevre
iller ve hatta bütün Ege Bölgesi için bir hayli zengin bir kültür merkezi
olarak görev gördüğünü iddiâ edebiliriz.30
Elimizde bulunan yazmadan öğrendiğimiz kadarıyla, merkezi Manisa
ili Demirci ilçesinde bulunan bu tarikatın bağlı bulunduğu asıl tarikat Rıfâ’î
tarikatıdır. Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi yazmaları arasında bulunan ve
hazırladığımız katalogda 33 numarada yer alan Ma’rifî Dergâhı İlâhî
Mecmû’asında 83a varağında kayıtlı bulunan şu müfred tarikatın meşrebi hakkında
yeterince bilgi verir niteliktedir:31
Mu≈ammed Fet≈ü’l-Meúärif bir vücuddur Rıfaúìler32
Mu≈ammed úAli neslinden gelenlerdür Rıfaúìler
Bilindiği gibi aktâb-ı erba’a33 (dört kutup)dan biri olarak kabul
edilen Ahmed er-Rıfâ’î (Öl. Vâsıt 578/1183)’nin kurucusu olduğu Rıfâ’iyye34,
Ortadoğu, Anadolu ve Rumeli’de yaygın olan bir tarikat olup Anadolu’da daha çok
Bektaşî tarikatı ile birbirine girmiş mâhiyettedir. Bu hususiyet Ma’rifî
tarikatındaki Alevî-Bektaşî unsurlarına da açıklık getirmektedir.
Mecmu’anın mensur kısmı, tarikatın alâmetlerinden olan kisve yani
kılık kıyafet ile ilgili bilgiler verirken, aynı zamanda bizi Ma’rifiyye’nin
usûl ve âdâbından da haberdar etmektedir. Tarikatlar için kılık kıyafetin,
ayırıcı özellikler arz etmesi bakımından önemli olduğu bilinmektedir. Yine bir
kısım tarikatların birbirlerine göre farklı kıyafetler kullandıkları da öteden
beri bilinen bir gerçektir. Genellikle bir dervişin giydiği kıyafetten onun
hangi tarikata mensup olduğunu tayin etmek mümkündür. Mevleviyye ve Bektaşiyye
gibi bazı tarikatlarda kıyafete çok
30 a.g.m., s. 201-202.
31 Kılıç, a.g.e., s. 49-50.
32 “Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün” vezni ile yazılmış olan
beytin vezni 2. ve 3. tef’ilelerde aksamaktadır.
33 “Ricâlullah, merdân-ı Hudâ, merdân-ı gayb, hükûmet-i sûfiye
gibi terimlerle de ifade edilen ricâlu’l-gaybın başında gavs, gavsu’l-a’zam,
kutbu’l-aktâb gibi isimler de verilen bir kutub bulunur. Kutub, kelimesi aslen
değirmen taşının miline verilen isimdir. Değirmenin taşı nasıl bu milin
etrafında dönüyorsa, tasavvufî inancı göre dünya da kutubla dönmektedir. Kutbun
sağında ve solunda iki imam bulunur. Sağdaki melekût âlemini, soldaki mülk
âlemini yönetir. Kutub vefat edince yerine soldaki geçer. Aktâb-ı erba’a (4
kutub) ile genellikle Abdulkâdir Geylânî, Ahmed er-Rıfâ’î, Ahmed Bedevî ve
İbrâhim Desûkî kasdedilmekle beraber bazan dördüncü isim olarak Ebu’l-Hasan
Şâzelî de zikredilmektedir. Anadolu’nun dört kutbu tabiriyle de Mevlâna, Hacı
Bayram-ı Velî, Hacı Bektaş-ı Velî ve Hacı Şabân-ı Velî kasdedilir. Çeşitli
tarikatlara göre bu isimlerin değişiklikler gösterdiği de bilinmektedir. Daha
geniş bilgi için bkz. Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s. 251-254.
34 Ahmed er-Rıfâ’î’nin vefat yeri olan Vâsıt, İran’ın Betâih
bölgesine bağlı bulunduğundan Betâihiye diye de adlandırılan Rıfâ’iyye
tarikatının en dikkat çekici özelliği, başlangıçta karşılaşılmayan, fakat
zamanla ortaya çıkan, tarikat mensuplarının, vücudun bazı yerlerine şiş sokmak,
kılıcın keskin tarafına basmak, ateşle oynamak, kızgın demir yalamak gibi
çeşitli gösterilerde bulunmalarıdır. Bilindiği kadarıyla Rıfâ’iyye, Anadolu’da
fütüvvet ve ahi teşkilatıyla, Rumeli’de ise Bektaşîlikle karışmıştır. “Her
Rıfâ’î şeyhinin tâcı altından, bir Bektaşî tâcı çıkar” sözü bu alâkaya işaret
etmek için kullanılan bir ifade olmuştur. Son zamanlara doğru Bektaşî tekkeleri
gibi Rıfâ’î tekkelerinin de sazlı, sözlü, içkili âlemlere sahne olduğu
bilinmektedir.
Kaynaklar Rıfâ’iyye tarikatının esaslarını şu şekilde
sıralamaktadır:
1. Allah’ın emrini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak,
2. Şeriat ve tarikata ters düşen şeylerden sakınmak,
3. Dininde ve ahdinde muhkem durmak,
4. Şeriat ve tarikata lazım olan şeyleri öğrenmek ve onları
uygulamak,
5. Kişilerin ayıp ve kusurlarını öğrenmemek,
6. Muhtac olanlara insaf ve merhamet etmek,
7. Yaramaz ve çirkin huyları terketmek,
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
8. Şeyhinin nasihatını kabul etmek. and History of Turkish or
Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 25
önem verilirken, Nakşbendiyye’de kıyafetin fazla önemsenmediği,
sade ve temiz giyinmekle ve bazan başa sâde bir sarık sarmakla yetinildiği
bilinmektedir. Melâmîler ise bu bakımdan meşreplerini imâ eden herhangi bir
özel kıyafete baştan beri karşıdırlar.
Sûfîler tarafından giyilen hemen hemen her tarikat kıyafetinin
kendilerine göre genellikle mistik mânâları vardır.35
Ma’rifî tarikatının diğer tarikat ehline göre alâmet sayılabilecek
olan kisvesi36 sırasıyla şu yedi unsurdan oluşmaktadır: Tâc, gül, saç, hırka, deste-gül,
tennûre ve şeddü’l-kemer.
Tâc veya fahr yünden yapılmış, çeşitli renkteki serpuşlara verilen
genel isimdir. Mevlevîlerin sikke diye isimlendirdikleri tâcın üst kısmına
kubbe, başa geçen kısmına da lenger denir. Bektaşî, Rifâî, Kâdirî ve Sa’dî tâclarının
kubbesi genellikle 12 dilimdir. Tâcın üzerinde sarılan sarığa destâr denir.
Pâyelî, Hüseynî, Örfî, Cüneydî, Dolama gibi çeşitleri vardır. Bilindiği gibi
Bektaşî tâcı on iki terkli (dilimli) olup, alt kenar kısmı yani lengeri dört
parçalıdır. Bektaşîlere göre kubbedeki her bir dilim, on iki imamı temsil eder.
Alt kenardaki parçaların her birine ise kapı denmekte olup bunlar
şeriat-tarikat-ma’rifet-hakikat kapılarını sembolize etmektedir ki bu tür
tâclara Hüseynî tâc denmektedir. Lengeri gibi kubbesi de dört parçadan ibâret
olan tâclara Horasanî veyâ Edhemî tâc, yedi terkli tâclara da şemsî tâc
dendiğini kaynaklar bildirmektedir. Bektaşî tâcları içerisinde sıklıkla
kullanıldığını bildiğimiz bir diğer tâc ise Elifî tâcdır ki, lengeri dört,
kubbesi iki parçadan dikilmiş olduğu için karşıdan bakıldığında elif harfine
benzediği için bu şekilde adlandırılmışlardır.38
35 Bu makalede örnek olarak kullanılan resimler: Nurhan Atasoy,
Derviş Çeyizi Türkiye’de Tarikat Giyim Kuşam Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Ankara 2005; Yahyâ Âgâh b. Sâlih el-İstanbulî, Tarikat
Kıyafetlerinde Sembolizm Mecmû’atü’z-Zarâ’if Sandûkatu’l-Ma’ârif, Ocak
Yayıncılık, İstanbul 2002 isimli eserlerden alınmıştır.
36 Tâc, hırka, destâr gibi kıyafetlere “cihâz-ı tarîkat” denir ve
bunlar müride şeyhi tarafından belli dualar okunarak, tekbirler getirilmek
suretiyle giydirilir. Yapılan bu merasime de “tekbîrlemek, tekbîr etmek,
tekbîrletmek” denir.
37 “Bu yedi kisve-i dervìşän üzerine bir Risäle-i Kisve-i Maúrifì
deyüp isim tesmiyye olunup bendemiz olan geysün ve beyän olsun didikde väøıúan
cemìú-i ≠urùø-i úaliyye fuøarälarında var. Dürlü eşkäl olup kisve olur. Täc ve
gül ve ´aç / ve Δırka ve deste-gül ve tennùre ve şeddü’l-kemer her birine birer
isim tesmiyye itmisler. Kimine kisve-i Rıfäúiyye ve æädirì ve Bedevì ve Desùøì
ve Elvänì ve Şaúbanì ve Bekrì ve úÍsevì ve A≈medì ve Veysì ve Melämì ve Yesärì
ve Celälì ve Saúdì ve Bayrämì ve Täcì ve Edhemì ve Şemsì ve Mevlevì ve ~amzavì
ve ~alvetì ve Celvetì ve Sünbülì ve ~alavì ve Naøşì ve Nùrì ve Sinänì ve Häşimì
ve Esräfì ve Hüdäyì ve Mısrì. Bunlara em§äl ne øadar ehlulläh ve úärif-i billäh
mürşid-i kämil var ise fuøarälarına bellü olsun için her biri birer úalämet-i
nişän ictihäd idüp dam°a-i kisve-i dervìşän / taúbìr eylediler. Ancaø bize
läzım olan kendi meslegimiz Maúrifì øolunda ve yolunda bulunan sälikìne beyän
olsun içün yedi nevúi kisve tertìb olundı. Täc, gül, ´aç, Δırøa deste-gül,
tennùre, şeddü’l-kemer.” Mecmua, vr. 4ab. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
38 Bektaşî düşüncesine göre on iki dilimli tâcın her bir diliminin
“bilgi sâhibi olmak, isyankâr olmamak, nefsine uymamak, kibirsiz olmak” gibi
ayrı ayrı anlamları olduğu da bilinmektedir. Bkz. Bedri Noyan(Dedebaba),
Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, İstanbul 1995, s. 239-240. Bu çalışma boyunca
vereceğimiz tarikat kıyafetlerini Nurhan Atasoy’un Derviş Çeyizi isimli
eserinden alıntıladık. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
26 Atabey KILIÇ
Ma’rifî tâcının da Bektaşî ve Rıfâ’î tâclarının 12 dilimli
oluşundan hareketle, 12 dilimli olduğunu düşünmek tabiî ki mümkündür. Ancak
mecmuada, Ma’rifî tâcının üzerinde 19 işaret bulunduğu belirtilmektedir:
"Dört øapunıñ maøämları tamäm olup üzerinde tertìb olunan on sekiz ≠urùø
üzerine müretteb täc-ı şerìfiñ suõäli içinde. On sekiz ≠urùøıñ suõäli ceväbı
daΔı dört øapu üzerine tertìb olunup işäret oldı°ı gibi ol daΔı dörtdür. Maúlùm
ola evvelki işäretimiz budır. Yä dervìş on ikisi on iki imäm efendilerimize
işäretdir. İki daΔı a´l-ı u´ùl / ~adìce-i Kübrä ve Fä≠ımatü’z-Zehrä’ya
işäretdir ve dört daΔı çäre-i maú´ùm-ı päke işäret idüp on sekiz ≠urùø her biri
biñ yirine øaõim-maøäm olup on sekiz biñ úäleme işäret ve on sekiz biñ úälemiñ
fevøında ~abìb-i Ekrem Mu≈ammedü’l-Mu´≠afä efendimizdir. Täcımızıñ üzerinde
dügmesiyle on toøuz işäretimiz anıñ içün bu cümlesine işäreten başımız onlara
ba°lu olma°ıla däõimä taú®ìm idüp başımıza geyeriz." 39 Metinden
anlaşılacağı üzere Ma’rifî tâcında 18 dilim vardır ve bu dilimlerin on ikisi,
on iki imama yani Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Zeyne’l-Âbidîn,
Muhammedü’l-Bâkır, Ca’ferü’s-Sâdık, Mûsâ-yı Kâzım, Aliyyü’r-Rızâ,
Muhammedü’l-Takî, Aliyyü’n-Nakî, Hasanü’l-Askerî ve Muhammed Mehdî’ye
işarettir. İkisi Hz. Hatice ile Hz. Fâtıma’ya ve dört de ‘çâre-i ma’sûm-ı pâk’e
işaret eder, böylece 18 rakamına ulaşılır. Bunların her biri bin yerine
konulduğunda da 18 bin âleme işaret eder. 18 bin âlemin üstünde ise ‘~abìb-i
Ekrem Mu≈ammedü’l-Mu´≠afä’ bulunur ki bu da Ma’rifî tâcının üzerindeki düğme
ile temsil edilmektedir. Tâcın giyilmesi, bu sayılan zevâtın hepsine baş
bağlılığını ve onlara duyulan hürmettendir. Aşağıya aldığımız resmin de işaret
ettiği üzere Ma’rifî tâcı 18 dilimlidir, Hz. Muhammed’i temsil eden düğmesi ile
toplam 19 işaret taşır.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
39 Mecmua, vr. 13b-14a. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 27
Gül, terim olarak iki anlama gelmektedir. Birincisi, ucu yassı,
avuç içi büyüklüğünde, iki karış uzunluğunda demir bir çubuktur. Rifaî
dervişlerinin bunu mangalda kıpkırmızı olunca çıkartıp, zikrederken yalaya
yalaya soğuttukları bilinmektedir. Gülün ikinci anlamı ise, tarikat taçlarının
tam üstüne, yani kubbe kısmına dikilen ve çuha üstüne işlenen şekiller için
kullanılır.40 Tâcın tepesinde dilimlerin birleştiği noktaya “mühür” ya da “gül“
denilen ufak yuvarlak parça konurdu ki bunların havuzlu, kız gülü, Bağdat gülü,
kafesli gibi çeşitleri yapılmıştır.41 “İkinci tertìb ve nişänımız olan mihr-i
gül Maúrifì ≠arìøında bende olup dervìşänların gerek şerbetler ve gerek /
biúatlar ve gerek şükür ve gerek ünäs ve gerek ≈izmet ve gerek müfred olan
fi’l-cümlesine eger istegi olup dervìş oldı°ımıza başımızda ®ähiren bir
úalämet-i dam°a ≠arìøımıza bir nişän isteriz deyene bir mihr-i gül virilüp
≠aøıla cümlesi bir ´ùret üzere olup biline bir säõil suõäl eylese bu
başınızdaki úalämet-i nişänıñ ismi nedir ve neye işäretdir? El-ceväb yä dervìş
≠arìøımızıñ nişän-ı dam°a-i mehridir. İsmine gül dirler ve neye işäretdir
derseñ, ortasındaki däõirede on iki tı° on iki İmam-ı mäh-ı münìr
efendilerimize işäretdir. Ve e≠räfınıñ yazısı f, c, ş, §, ®, Δ, Ÿ okunur. Ve bu
oøunan esmänıñ her bir ≈urùfı / daΔı esmädır. ... Yedi ≈arf yedi esmä ve
keväkib-i sebúa üzeredir. Yä dervìş evvelki işäreti ve ≈urùf esmäsı beyän
olunan işäreti budır... Ve ≈urùfı f ve esmäsı Ferdun. İkinci işäreti ... ve
≈urùfı c, esmäsı Cabbärun, üçünci esmäsı işäreti ... ≈urùfı ş ve esmäsı
Şekùrun. Dördünci işäret ... ve ≈urùfı § esmäsı £äbitun. Beşinci işäreti ... ve
≈urùfı ® ve esmäsı ßähirun. Altıncı işäreti ... ≈urùfı Δ ve esmäsı `abìrun.
Yedinci işäreti ... ve ≈urùfı z esmäsı Zekiyyun Ve bu daΔı yä dervìş æurõän-ı
úa®ìmü’ş-şän yedi ≈arf üzere näzil olmuşdur didiñ didi. / Bizim başımız
æurõän-ı úazìmü’ş-şän’a ba°ludır. Başımızda gül gibi ≠aşırız. Eger derseñ yä
dervìş kimiñiz iç fesiñizde gezleyüp ve kimiñiz äşikär idüp başıñızda
≠aşırsıñız. Neçündür derseñ sırr-ı æurõän Fäti≈a-i şerìf’de tekmìl olup f, c,
ş, §, ®, Δ, z bu yedi ≈urùf Fäti≈a’da äşikär olmayup gizli olup erbäbına äşikär
oldu°ı için kimimiz äşikäre ve kimimiz gizleyüp ≠aşırız.” şeklindeki
alıntıladığımız metinde; Ma’rifî gülünün üzerinde 12 tığ bulunduğu, bu tığların
her birinin 12 imamın birini temsil ettiği, tığların etrafında f (ف), c ( ج), ş
( ش), § ( ث), ® ( ظ), Δ ( خ), z ( ز) harflerinin sıralandığı,
bu harflerin de sırasıyla f (Ferdun), c (Cabbârun), ş (Şekûrun),
§, (£äbitun), ® (ßähirun), Δ
40 Cemal Kurnaz, “Gül”, DİA, c. 14, İstanbul 1996, s. 222;
Noyan(Dedebaba), Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, s. 240. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
41 Gül hakkında Derviş İbrâhîm el-Eşrefî el Kâdirî’nin yazdığı ve
Süleymâniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 270’te bulunan “Gül Risâlesi”,
Mustafa Kara tarafından yayımlanmıştır. Bkz.: Uludağ Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, V/5 [1995], Bursa 1995, s. 11-23. and History of Turkish or
Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
28 Atabey KILIÇ
Saç, Ma’rifî tarikatı kisvesi arasında gördüğümüz unsurlardandır.
"Üçünci úalämet-i nişänımız başımızda olan ´açımız. Eger suõäl olunsa
baú◊ı dervìşänıñ ve ≠arìøımızda bu baş üzerinde olan ´aç nedir? Temiz midir?
Mekrùh mıdır? Yä dervìş bilmiş ol bu baş üzerinde olan ´aç İslämda temiz,
papasda mekrùhdur. Ne sebebden İslämda temiz papasda mekrùhdur derseñ yä
dervìş. Şu sebebden ki bu ´açıñ / bu øadar ´orısı ve suõäli var ve cänı ve teni
vardır. Papas cänın ve tenin bilmez. ™orısın ve suõälin añlamaz. Anda pis ve
mekrùhdur. İslämda sünnet-i şerìfdir ve temizdir. Yä dervìş bu ´açıñ cänı ve
teni nedir? YoΔsa kefere başındaki ´aç gibi midir derseñ eşid bilmiş ol
øarındaşım. Bu benim başımdaki ´açıñ cänı
"Bismillähi’r-ra≈mäni’r-ra≈ìmdir. Ve teni yüz yigirmi dört biñ teldir ve
her bir teli bir nebìye işäretdir. úAlä-riväyetin yüz yigirmi dört biñ
pey°am-berdir ve benì Ádemiñ başındaki ´aç daΔı yüz yigirmi dört biñ tel oldı°ı
içün aña sebeb başımda ≠aşırım. Ve bir daΔı yä dervìş vücùd-i ädem / bir
úälemdir ve bu baş üzerinde olan ´açıñ her bir teli semävät-ı sebúada olan
keväkibe işäretdir. Ol daΔı úalä-riväyetin yüz yigirmi dört biñ keväkib olup
aña işäreten başımızıñ ´açın küşäd keväkib-i semäúı úayän oldı°ı içün biz de
beyän ider ≠aşırız. Ve bir daΔı cümle vücùd-ı ädem böyle midir derseñ ´ùreti ve
sìreti ädem maúnen ve insän-ı kämil olunca elbet öyledir. YoΔsa ´ùretä ädem
sìreti ≈ayvän olan kişiniñ ´ùretinde ve sìretinde elbet bir ´ıfat näøı´dır.
Eger derseñ yä dervìş bu ´aç cänlı mıdır? Cänludır, çün cänludır aña °asli
iøti◊ä ider. / Evvelä başı nedir ve teni nedir ve cänı nedir ve kendi nedir ve
°asli nedir ve ìmänı nedir ve kilidi nedir ve far◊ı nedir ve sünneti nedir ve
≈ayätı nedir ve memätı nedir ve yemişi nedir ve toΔumı nedir yä dervìş? Eşit
bilmiş ol evvelä başı Mu≈ammede’l-Mu´≠afä ´allallähu teúälä úaleyhi ve
sellemdir ve teni "Bismillähi’r-ra≈mäni’r-ra≈ìm”dir. Ve cänı
enbiyäullahdır ve kendi nùrullähdır ve °asli ≠arìødır ve ìmanı tevä◊uúdur ve
kilidi teslìmlikdir. Bir mürşid-i kämili bulup ´aç insäna teslìm oldu°u gibi
teslìm olmaødır. Ve far◊ı ~aø Teúälä emr eyledi. Päk ≠utmaødır ve sünneti
yuyunca øurutmaødır. / ve ≈ayätı temiz itmekdir. Ve memätı kirli olur ise
dökülmekdir. Ve øıblesi bu´urdır ve namäzı her kişiden selämın kesmemekdir. Ve
göki ìmändır ve a´lı nùr-ı `udä’dır. Ve ferci dünyädır. Ve yemişi däõimä
´alavät-ı şerìf idüp Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem efendimize
hediyye itmekdir ve toΔumı oniki imäm efendilerimiz Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
42 Mecmua, vr. 22a-23b. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 29
cümlesi ´açlu idi. Anlardan toΔumı olup bize mìrä§ øaldı."
şeklindeki metinden anlaşıldığı kadarıyla müridlerin saçı normalin üstünde bir
uzunluğa sahiptir ve temiz tutulması özellikle istenmektedir.43
Anlam bakımından bez parçası ve elbise anlamına gelen hırka, tarikat
ehlinin giydiği önü açık, yakasız, kollu, geniş ve topuklara kadar inen uzun
bir cins kıyafettir. Hırka giymek, dervişin kendi iradesinden soyunup şeyhin
iradesine teslim olmasını sembolize etmektedir. Dervişin, mensup olduğu tarikat
şeyhinin elinden giydiği hırkaya "hırka-yı inâbet" ya da
"hırka-yı irâdet" denir ki bu ancak ehil olana giydirilir. Seyr-i
sülûkunu tamamlayıp şeyhlik yapmaya hak kazanan sûfîye icâzet-nâme veya
hilâfet-nâme verilir. İcâzet-nâme vermeye "ilbâs-ı hırka" (hırka
giydirmek), almaya ise "lubs-i hırka" (hırka giymek) adı verilir.
Bunun neticesi giyilen hırkaya ise "hırka-yı tarikat" denir. Ayrıca
"Hırka-yı teberrük" tabir edilen ve henüz tarikata girmemiş, fakat
zaman zaman zikir meclislerine ve şeyhin sohbetine iştirak eden kimseye isteği
üzerine giydirilen bir başka hırka giydirme de söz konusudur ki, böylece
kişinin tarikata ısınması ve intisâba ehil hâle gelmesi teşvik edilmiş olur.
İsteyen herkese giydirilen bu hırkaya "muhib hırkası" ve "muhib
kisvesi" de denmektedir. “Dördünci úalämet-i dam°a-i nişänımız olan
kisve-i Maúrifì Δırøadır. Yä dervìş cemìú-i dervìşän ve meşäyıΔ efendileriñ ve
≠arìøımızda arøamıza geydigimiz Δırøa nedir? Eşit bilmiş ol ki Δırøa dimek
vücùd-ı insänı setr içündür ve Δırøa geymek far◊ mıdır, yoΔsa sünnet midir? Hem
far◊ hem sünnetdir, emrullähdır, far◊dır. Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi
ve sellem efendimiz geydi sünnet-i şerìf oldı. Yä dervìş eger derseñ el-≈äletü
häŸä şu Δırøanıñ far◊ı nedir, sünneti nedir, cähı nedir, binäsı nedir ve teni nedir
ve cänı nedir ve namäzı nedir, øıblesi nedir ve °asli nedir ve kilidi nedir? /
Eşit bilmiş ol evvelä far◊ı mu≈abbet-i ehlullähdır. Ve sünneti ≈adì§-i
Resùlullähdır. Oøuyup ve diñleyüp ≈ıf®ına alma°a saúy eyletmekdir ve cähı temiz
tutmaødır ve binäsı tekbìr ve tehlìlullähdır. Ve teni iΔlä´dır ve cänı geyen
insändır ve namäzı şäzılıødır. Ve øıblesi şeyΔdir. Ve °asli terk-i mäsivädır.
Ve kilidi ≠o°rılıødır. Yä dervìş fi’l-a´l bu Δırøa geymeniñ başı øanı var mı?
Bilmiş ol vardır ve beşdir. Evveli Ádem pey°am-ber Ebu’l-Beşer ´allallähu
úaleyhi ve sellem. İkinci Ádem-i §änì Nù≈ nebiyulläh ´allallähu úaleyhi ve
sellem. Üçünci ceddü’l-enbiyä İbrähìm `alìlulläh ´allallähu úaleyhi ve sellem.
Dördünci úÍsä min rù≈ulläh ´allallähu úaleyhi ve sellem. / Beşinci Δätemü’l-enbiyä
Mu≈ammed Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi ve Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
43 Mecmua, vr. 25a-27a.
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
30 Atabey KILIÇ
sellem. İşte reõis-i erkän başı bunlardır. Yä dervìş Δırøa giyen
dervìş ve şeyΔ çoødur ancaø Δırøa geyinmek şar≠ı var mı? Bilmiş ol vardır ve
beşdir. Ve inkär idüp işlenmezler. Ve ol beş şar≠ı işlemeyin deyü birbirlerine
tenbìh ü teõkìd iderler ve işledigin duyarlar ise içlerinden ≠ard idüp
çıøarırlar ve ol beş şar≠ın birisini İsläm iseñ sen daΔı işleme eger işler iseñ
bizim ile bir daΔı görüşme dirler ve ol beş şar≠ın birisi yalan söylememek,
ikinci / şar≠ı zinä eylememek, üçünci şar≠ı ≈aräm yememek, dördünci şar≠ı
≈ırsızlıø itmeyüp eli ile øomadı°ıñ şeyi almayup bir kimseniñ mälına ≠amäú
itmemekdir. Beşinci şar≠ı ~aø teúälänıñ e≈adiyyetine güzel ìmän eyleyüp kendini
bilerek Ÿerreten a´lä şirk itmemekdir. İşte bu beş nesne şar≠ı işlemezler ve
tenbìh iderler.” ifadelerinden anlaşıldığı üzere, Ma’rifî’ye göre hırka giymek
hem sünnet hem farzdır. Sırasıyla Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. İsâ ve
Hz. Muhammed giymişlerdir. Hırka giymenin beş şartı vardır: Yalan söylememek,
zina yapmamak, haram yememek, hırsızlık yapmamak ve son olarak Allah’a iman
edip ona şirk koşmamak.44
Kisve-i Ma’rifî’de bahsi geçen destegül hakkında mecmuada yeterli
bilgi bulunmamaktadır. Büyük bir ihtimalle, Hz. Ali’nin vefatı sırasında
yanında bulunan Selman’dan bir deste gül istemesi ve Selman’ın getirdiği gülü
kokladıktan sonra ruhunu teslim etmesi rivayetiyle alakâlı bir kisve olmalıdır.
Mecmuadaki “Dördünci úalämet-i dam°a-i nişänımız olan kisve-i Maúrifì Δırøadır.
Yä dervìş cemìú-i dervìşän ve meşäyıΔ efendileriñ ve ≠arìøımızda arøamıza
geydigimiz Δırøa nedir? Eşit bilmiş ol ki Δırøa dimek vücùd-i insänı setr
içündür ve Δırøa geymek far◊ mıdır, yoΔsa sünnet midir? Hem far◊ hem sünnetdir,
emrullähdır, far◊dır. Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem efendimiz
geydi sünnet-i şerìf oldı. Yä dervìş eger derseñ el-≈äletü häŸä şu Δırøanıñ
far◊ı nedir, sünneti nedir, cähı nedir, binäsı nedir ve teni nedir ve cänı
nedir ve namäzı nedir, øıblesi nedir ve °asli nedir ve kilidi nedir? / Eşit
bilmiş ol evvelä far◊ı mu≈abbet-i ehlullähdır. Ve sünneti ≈adì§-i Resùlullähdır.
Oøuyup ve diñleyüp ≈ıf®ına alma°a saúy eyletmekdir ve cähı temiz tutmaødır ve
binäsı tekbìr ve tehlìlullähdır. Ve teni iΔlä´dır ve cänı geyen insändır ve
namäzı şäzılıødır. Ve øıblesi şeyΔdir. Ve °asli terk-i mäsivädır. Ve kilidi
≠o°rılıødır. Yä dervìş fi’l-a´l bu Δırøa geymeniñ başı øanı var mı? Bilmiş ol
vardır ve beşdir. Evveli Ádem pey°am-ber Ebu’l-Beşer ´allallähu úaleyhi ve
sellem. İkinci Ádem-i §änì Nù≈ nebiyulläh ´allallähu úaleyhi ve sellem. Üçünci
ceddü’l-enbiyä İbrähìm `alìlulläh ´allallähu úaleyhi ve sellem. Dördünci úÍsä
min rù≈ulläh ´allallähu úaleyhi ve sellem. / Beşinci Δätemü’l-enbiyä Mu≈ammed
Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem. İşte reõis-i erkän başı
bunlardır. Yä dervìş Δırøa giyen dervìş ve şeyΔ Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
44 Mecmua, vr. 27b-29a. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 31
çoødur ancaø Δırøa geyinmek şar≠ı var mı? Bilmiş ol vardır ve
beşdir. Ve inkär idüp işlenmezler. Ve ol beş şar≠ı işlemeyin deyü birbirlerine
tenbìh ü teõkìd iderler ve işledigin duyarlar ise içlerinden ≠ard idüp
çıøarırlar ve ol beş şar≠ın birisini İsläm iseñ sen daΔı işleme eger işler iseñ
bizim ile bir daΔı görüşme dirler ve ol beş şar≠ın birisi yalan söylememek,
ikinci / şar≠ı zinä eylememek, üçünci şar≠ı ≈aräm yememek, dördünci şar≠ı
≈ırsızlıø itmeyüp eli ile øomadı°ıñ şeyi almayup bir kimseniñ mälına ≠amäú
itmemekdir. Beşinci şar≠ı ~aø teúälänıñ e≈adiyyetine güzel ìmän eyleyüp kendini
bilerek Ÿerreten a´lä şirk itmemekdir. İşte bu beş nesne şar≠ı işlemezler ve
tenbìh iderler.” ibarelerinden anlaşıldığına göre destegül, tâc, hırka ve
tennûre giyen dervişin uyması gereken 12 şart vardır.45
Tennûre, genel olarak, üst tarafı dar, aşağısı geniş, yakasız,
kolsuz bir tür derviş elbisesine verilen isimdir. Alevî Bektaşî geleneğine göre
ise ince kumaştan yapılma düz yakalı, kollu, önü yukarıdan aşağıya doğru açık,
geniş, uzun etekli bir cins entâridir. Ayrıca Bektaşîlerin ince deriden yapılma
tennûreler giydikleri, hattâ Mevlevî, Kalenderî ve Hayderîlerin de tennûre
kullandıkları bilinmektedir. Bektaşîlere göre tennûre Arap harflerine göre ters
çevrilmiş lâm-elif harfi gibidir. Bunu giyen insan da içinde bir elif harfi
gibi durur, böylece ortaya çıkan şekil “illâ” yazısına denk Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
45 “ Beşinci kisve-i ≠arìø-ı nişänımız bu ki deste-gül / dinür.
Deste-gül dimek nedir? Säõir şecere-i benì ädem şükùfe-i dervìşän içlerinde bir
täze gülüm dimek. Täc ve Δırøa ve deste-gül ve tennùre geyen dervìşlere on iki
şar≠ vardır. Nedir derseñ yä dervìş? Bilmiş ol ibtidäsı bir mürşìd-i kämili
arayup bulup mürìd olup meyyit °assäla teslìm olup durdı°ı gibi mürşìdini °assäletü’Ÿ-Ÿünùb
bilüp durmaødır. İkinci şar≠ı mürşìdi her ne emir ider ise emrine mu≠iú
ferman-ber olmaødır. Üçünci şar≠ı her ne øadar cefä görür ise ´afä bilüp ´abr u
ta≈ammül itmekdir. Dördünci şar≠ı mürşìdinden her ne ki görse ve ne øadar
taúŸìr ü tekdìr işidir ise iútiøädına Δalel ve ◊arar getürmemekdir. / Beşinci
a°zına ve diline ve gözine ve göèlüne ~aø Teúälädan °ayrı bir şey øomamaødır.
Altıncı şar≠ı mälä-yaúnì çoø çoø dünyä kelämıyla meş°ùl olmamaødır. Yedinci
şar≠ı az uyøu uyumaødır. Sekizinci şar≠ı näs ile çok ülfet itmeyüp münzevì
olmaødır. Æoøuzuncı şar≠ı ≈ubb-ı dünyä olmayup terk-i dünyä olmaødır. ...
Onuncı şar≠ı terk-i vücùd olup benlikden geçmekdir. On ikinci şar≠ı terk-i terk
eyleyüp cümle ile bir olup şerìúat øapusından girüp / ≠arìøat ve maúrifet ve
≈aøìøat øapusuyla äşinä olup ke§reti va≈det-i vücùdı bulmaø. İşte bu on iki
şar≠ ile on iki burùc devr-i felek ve on iki mäh-ı münìr ve on iki imäm
ra◊iyallähu úanhu efendilerimiziñ nùrıyla nùrlanup enfüsì ve äfäøì insän-ı
kämil olup dervìş-i ≈aøìøat olmaødır.” Mecmua, vr. 31b-33a. and History of
Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
32 Atabey KILIÇ
gelir ki bu da kelime-i tevhidi karşılamaktadır.46 ”Altıncı
kisve-i nişänımız bu ki ≠arìøımıza girüp ve Maúrifì yolunda dervìş olan
arøasına geydikleri nedir? İsmine ne dirler? Geydigimiz gömlekdir ve ismine
tennùre dinür. Däõimä mürşìd ≈u◊ùrında ≈idmetde olup geyen dervìş øale’n-nebì
´allallähu teúälä / úaleyhi ve sellem "mùtù øable ente mùtù” emriyle
ölmezden evvel öldüm. Arøamdaki geydigim Δırøa kefenim dimek. Yä dervìş bir
daΔı meydän-ı ehlullähda Δalaøa-i evräd ve Ÿikrulläh ider iken ta≈´ì´ idüp
geyen dervìşänlar evräd ve Ÿikrullähıñ nùrı ile nùrlandıø. ™ırtımızdaki
gömlegimiz tenimizde bulunup bizim ile ber-ä-ber nùr olma°ıla ismi tennùre taúbìr
olundı. Eger derseñ yä dervìş bu tennùreniñ fi’l-asl øadìmì geyen var mı?
Vardır, evveli Ádem úaleyhi’s-seläm, ikinci Nù≈ úaleyhi’s-seläm, üçünci İbrähìm
úaleyhi’s-seläm, dördünci Mùsa úaleyhi’s-seläm, beşinci Mu≈ammede’l-Mu´≠afä /
´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem efendimize emr-i ~aø ile nùrdan bir täc ve
bir ≈ulle bir kemer gönderildi. Emrullähdır, geymesi far◊ oldı. Resùlulläh
´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem geydi, sünnet-i şerìf oldı. Yä dervìş eger
derseñ bu tennùreniñ øadìm geymeniñ şar≠ı var mıdır? Vardır ve dörtdür. Evvelki
şar≠ı yalan söylememek, ikinci şar≠ı zinä itmemek, üçünci şar≠ı ≈aräm yememek,
dördünci şar≠ı serìøa itmemek zìrä, ≈ırsızlıø ideni şerìúat ve ≠arìøat ve
maúrifet ve ≈aøìøatda øabùl itmezler.” ifadelerinden anlaşılacağı gibi, Ma’rifî
dervişlerinin "gömlek" de dedikleri tennûre, mürşide kesin itâate ve
nefsin her türlü arzusundan uzak durulacağına işarettir. Tarikata göre tennûre
giymenin 4 şartı vardır: Yalan söylememek, zinâ etmemek, haram yememek ve
hırsızlık yapmamak.47
Kemer, 5-10 cm. eninde yünden dokunan, kenarları genellikle
deriyle çevrilmiş, bele bir kat sarılan bir cins kalın kuşaktır.48 Mürşid
tarafından tekbir ve dualarla kuşatılır. Hizmete bel bağlamayı sembolize eder.
Fütüvvet ehli ve ahî teşkilâtında da kemer bağlamanın âdet olduğu
bilinmektedir. Deyim olarak kullanılan kemeri sıkmak ise, canla başla devam
etmek anlamına gelir. Bektaşî ananesine göre Hz. Ali on yedi dostuna kemer,
kuşak ve silah kuşatmış olup bunlara Alevî Bektaşî gülbânklerinde de sık sık
karşılaştığımız gibi "on yedi kemer-beste" veya “on yedi kemer-best“
denirdi.49
46 Bkz. Noyan, Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, s. 243.
47 Mecmu’a, vr. 33a-34a.
48 Bektaşî kemerleri ise 12-14 cm. eninde, 275-300 cm.
uzunluğundadır. Daha çok koyu kırmızı veya vişne çürüğü renginde olup,
kenarında sarı, kırmızı, yeşil ve diğer renklerden çizgiler bulunur. Baş
tarafında deriye dikilmiş kemer tokaları bulunan kemer, bunlarla bele
bağlanarak dolanır. Uç kısmı bir üçgen oluşturacak şekilde oluşturulmuştur.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
49 Bkz. Dr. Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatler Tarihi, İstanbul
1985, s. 269. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir Tarikat
: Ma’rifîlik 33
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
Şed, ise yünden yapılıp bele bir kaç kat kuşatılan kuşağa verilen
isimdir. Ehl-i fütüvvet arasında yaygın olup zamanla, fütüvvet teşkilâtı ile
alâkası kuvvetli olan Bektaşî, Rıfâî ve Ma’rifî tarikatlarında da şed
kullanıldığı görülmüştür. Şed kuşatılmış bulunan dervişe "şed-bend"
denilmektedir. Sûfîler 10 tane şed olduğunu ifade ederler. Bu şedlerin
sahipleri sırasıyla Hz. Âdem, Hz. İbrahim, Hz. Nûh, Hz. Muhammed, Hz. Ebu
Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hamza ve Hâlid b. Velid’dir. “Yedinci
dam°a-i nişänımız tertìb olunan kisve-i ≠arìøımız budur. Dervìş olan kişi
şed-bend olur, ba°lanurlar. Çün şed-bend kemer-best olmanıñ úan-a´lı nedir?
Emrulläh ve sünnet-i Resùlulläh ´allallähu teúälä úaleyhi / ve sellemdir. Şäd
olup ba°lanmaødır. Şeddin tedbìri däõimä menäøıb-ı ehlulläh erenler ´o≈betidir
ve cänı däõimä şükri ve senä-yı tesbì≈dir. Ve gözi ≈ayädır ve kilidi oøunan
sùrelerdir ve yemişi kelime-i tev≈ìddir. Yä dervìş eger derseñ bir şedd olmanıñ
a≈kämı var mı? Vardır øaçdır? Altıdır. / Evveli tevbedir, ikinci mücähededir,
üçünci dosta yaøın olmaødır, dördünci ´adäøatdir, beşinci tevekküllükdür,
altıncı terk-i mäsivädır. Yä dervìş øarındaşım maúlùmıñ olsun ki bir sälik
meydän-ı erenlerde gerek ≈izmet ve gerek müfred bä≠ınen şed-bend olmayınca
®ähiren kemer-best olmaz zìrä ibtidä Ádem pey°am-ber bili ba°landı, üzüm çıbu°ı
ile. Ádem pey°am-berden ´oñra on yedi pey°am-ber beli ba°landı. İbtidä Şìt
pey°am-ber beli ba°landı. İkinci Nù≈ pey°am-ber, üçünci Şuúayb pey°am-ber
dördünci Eyyùb pey°am-ber, beşinci Mùsa pey°am-ber, altıncı úÍsa pey°am-ber,
yedinci İdris, sekizinci İbrahìm pey°am-ber, ≠oøuzuncı İsmäúil pey°am-ber,
onuncı Cercis pey°am-ber, on birinci Uryä pey°am-ber, on ikinci Zülkifil
pey°am-ber, on üçünci / Yùsuf pey°am-ber, on dördünci, Zekeriyyä pey°am-ber, on
beşinci Säli≈ pey°am-ber, on altıncı ~ı◊ır İlyäs pey°am-ber, on yedinci
~a◊ret-i `ätemü’l-enbiyä Mu≈ammede’l-Mu´≠afä ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem
efendimiziñ emr-i ~aø ile üç kere beli ba°landı. Cebräõil úaleyhi’s-seläm
cennetden bir täc ve bir ≈ulle ve bir kemer ve bir Buraø getürüp belin ba°ladı.
Evvelä far◊ulläh, ikinci sünnet-i Ádem, üçünci sünnet-i Δätemü’l-enbiyä
Mu≈ammede’l-Mu´≠afä ´allallähu teúälä úaleyhi ve sellem sünnet-i şerìfi olup
bel ba°lanur. Gerçekle ≈u◊ùrunda ve erenler meydänında icräsı olur ve ~a◊reti
Mùsä pey°am-beriñ belin ~ızır İlyäs pey°am-ber ba°ladı, mürşìdi oldı. ...
Maúlùm ki Mùsä pey°am-ber İlyäs / pey°am-beri mürşìd tutup bel ba°laması úilm-i
≈aøìøat ve úilimledür ve maúrifetulläh duymazdı. Hiçbir nebì ve hiçbir velì
mürşìd ≠utmayınca úilm-i ≈aøìøatı bilmez ve mürşìdsiz ~aø añlaşılmaz. Velìler
de ~a◊ret-i A≈mede’r-Rifaúì’niñ belini úArafat Æa°ında mürşidi yedi kişi içinde
belin ba°layup yedi Δilúat tennùre geydirdiler. Şol maúnì üzere kim yedi úarşun
şedd dimek idi. Şerìúat úarşunı ile semävät yedi ve ar◊ daΔı yedi tabaøadır.
... ve hem anıñçün Ádem Ÿürriyetlerine yedi úu®vı üzere evøät-ı Δamsede secde-i
´alät emr olunup ve ≈acca / gidene yedi ≠avaf ile ~acerü’l-esvede yüz sürmek
anıñçün yedi úarşun bend ü şed ba°lamaø üzere her birinde muräd olan bir
yaramaz fiúli ba°layup bir eyü fiúli açmaødır. Áyet-i kerìme ile ba°lanur ve
äyet-i kerìme ile açılur. Meydän-ı erenlerde icräsı olur. Yä dervìş eger derseñ
bu şed-bend olup ba°lanmanın bir e§er-i fa◊ìleti var mıdır? Vardır. Bu cümle
esrär-ı İlähiyyeyi bilüp emri nehyi ögrenüp úamel-i and History of Turkish or
Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
34 Atabey KILIÇ
iútiøäd ider iseñ fa◊ìletiniñ e§eriniñ evveli buΔul ´ıfätın
ba°layup seΔäveti açar. İkinci °a◊äbını ba°layup ≈ilmin açar. Üçünci ≈ırsın
ba°layup øanäúatin açar. Dördünci cehlin ba°layup úilmin ve úaølın açar.
Beşinci şehvetin ba°layup şeføatini ve ´abrını açar. Altıncı kibr ´ıfätın
ba°layup ≈üsn-i Δuløın açar. / Yedinci türrehätın ba°layup maúrifet øapusı
bendlerini açar. Çün bu vechile ~aø yolına bend ü şedd olup ba°ludır. Böyle
dervìş-i sälik olan ol vaøit müfredlik ismi müsemmä §äbit olup käfì dinür.”
şeklindeki ifadelerinde işaret ettiği üzere, Ma’rifî tarikatına göre şed-bend
olmanın ahkâmı altıdır: Tevbe, mücâhede, dosta yakın olmak, sadâkat, tevekkül
sahibi olmak ve terk-i mâsivâ yani Allah’tan gayrı olan her şeyi terk etmek.
Tarikata göre ilk kez Hz. Âdem’in beli üzüm çubuğu ile bağlanmış, daha sonra
ise sırasıyla 17 peygamberin beli bağlanmıştır: Hz. Şît, Hz. Nûh, Hz. Şu’ayb,
Hz. Eyyûb, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ, Hz. İdris, Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil, Hz. Cercis,
Hz. Uryâ, Hz. Zülküfl, Hz. Yûsuf, Hz. Zekerriyâ, Hz. Sâlih, Hz. Hızır-İlyas ve
son olarak da Hz. Muhammed. Tarikata göre şed yedi kez kuşanılıp çözülür. Her
şed kuşanıp çözmenin ise yedi ayrı faydası vardır: Cimriliği giderir,
cömertliği açar; gazabı bağlar, yumuşak huyluluğu açar; hırsı bağlar, kanâati
açar; cehli bağlar, ilmi ve aklı açar; şehveti bağlar, şefkat ve sabrı açar;
kibri bağlar, güzel ahlâkı açar; türrehât yani saçma sapan söz söylemeyi
kaldırır, ma’rifet kapısını açar.50 Bektaşî geleneğinde de buna benzer bir
şekilde kemerin yedi kez bağlanıp çözüldüğünü, her bağlama ve çözmede ise
tâlibin bir hususunun bağlanıp bir diğerinin açıldığını görmekteyiz.51 Ma’rifî
tarikatına göre yedi kez şed-bend olan kişi İlâhî hediyeye ulaşır. Bu
hediyelerin her biri ise şu manaya gelmektedir: Tevekküllük, mükerremlik,
mürüvvet, fütüvvet, şecâ’at, sehâvet ve ru’iyyet. Bu yedi hil’ati giyip beli
bağlanan kişi ancak bundan sonra ilm-i şeri’at, ilm-i tarikat, ilm-i ma’rifet,
ilm-i hakikat ve kerâmet-i Hakk’ı elde edebilir. Bel bağlamak iki türlü olur:
Hizmet beli bağlamak, Müfred beli bağlamak.
Yukarıda saydığımız bu 7 kisve, yani tâc, saç, gül, hırka,
destegül, tennûre ve kemer Ma’rifî tarikatı için son derece önem taşımakta
olup, tarikatın kurallarına uymayan, özellikle de yalan söyleyen, zina yapan,
haram yiyen, hırsızlık yapan ve Allah’a iman etmeyip ona şirk koşan kişi önce
bu elbiselerden soyundurulur, sonra da mutlakâ tarikattan uzaklaştırılırdı.52
Sonuç olarak, Ma’rifî tarikatının Türk kültür tarihi ve inançlar
manzumesi içerisinde, özellikle de Ege Bölgesi için önemli bir yere sahip
olduğunu söyleyebiliriz. Ma’rifîliğin esâsen
50 Mecmua, vr. 36b-39b.
51 1) Tecellisi açılır, yerine muhabbeti getirir, 2) Cehli açılır,
yerine hidâyeti, 3) Şüphesi açılır yerine hilmi, 4) Kibri açılır, yerine alçak
gönüllülüğü, 5) Kizbi açılır, yerine doğruluğu 6) Masharalığı açılır, yerine
azameti, 7) Ma’siyeti açılır, yerine taatı getirir...” Noyan, Bektaşîlik
Alevîlik Nedir?, s. 242. Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
52 “Täc ve gül ve ´aç bir Δırøa ve deste-gül ve tennùre ve kemer.
Bu yedi kisveniñ biri üzerinde bulunan dervìş bu beş şar≠ı eger işler ise onı
içimizden ≠ard idüp øonaø zuøaø memleket-ez-memleket gezer, berränì ve
zındıødır, içimize giremez. Kendü gibilerini bulur, birbirleriyle düşer øaløar
cerrärdır.” Mecmua, vr. 29a. and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Manisa-Demirci’de Görülen Alevî-Bektaşî-Rıfâ’î Meşrepli Bir
Tarikat : Ma’rifîlik 35
eski Türk esnaf teşkilatlarından olan ahîliğin ve fütüvvetin
izlerini taşıdığını, daha sonra mahallî unsurlar ile Alevî-Bektaşî ve Rıfâ’î
etkilerinin karışımı sonucu genel görünüş olarak Alevî tarikatlarından biri
hâline geldiğini söylememiz mümkündür. Bugün artık izlerini göremediğimiz
Ma’rifîlik, anlaşıldığı kadarıyla 19. yy.’da en faal devresini geçirmiş ve öyle
zannediyoruz ki bu yüzyılın başlarında da artık unutulmaya yüz tutmuştur. Bugün
belki gizli kalmış muhiblerinin de olabileceğini düşündüğümüz tarikat, en
azından bir asırlık bir süreçte adı geçen bölgenin kültür hayatında hatırı
sayılır bir görev üstlenmiş, özellikle bölgedeki Alevî-Rifâî kökenli halkın
inanç dünyasında önemli roller üstlenmiş olmalıdır. Bir kültür merkezi gibi
çalıştığını düşündüğümüz Manisa Demirci’deki dergâhtan kalan ve pek çoğu
orijinal olan el yazmaları, kültür hayatımız ve klâsik edebiyatımız için son
derece kıymetli eserler olarak Ma’rifî tarikatının, en azından sadece bu
bakımdan bile önemini göstermeye yetecek delillerdendir. Ancak, künyesini
vermiş olduğumuz iki çalışmamız haricinde şimdiye kadar ne bu mahallî inanç
sistemi ile ne de bunların verdiği kültürel ve edebî ürünlerle ilgili herhangi
bir araştırma yapılmıştır. Bu tarikatla ilgili olup hâlen Ege Üniversitesi
Merkez Kütüphanesi’nde muhafaza edilmekte olan pek çok yazma eserin ilmî
usullerle metinlerinin neşredilmesi ve böylece ilim âleminin istifâdesine
sunulması, Türk kültür, edebiyat, tarih, tasavvuf ve inanç tarihi açısından
önemli bir hizmet olacaktır. Bu eserler üzerinde yapılacak olan müteakip
bilimsel çalışmalar, eminiz ki tarikat hakkında daha teferruatlı yeni
bilgilerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
36 Atabey KILIÇ
KAYNAKÇA
ATASOY, Nurhan, Derviş Çeyizi Türkiye’de Tarikat Giyim Kuşam
Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2005.
BARKAN, Ömer Lütfi, “Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”,
Vakıflar Dergisi, Ankara 1942, II, s. 293-338.
ERAYDIN, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1997.
GÜL, Meliha, Kisve-i Ma’rifî Seyyid Muhammed b. Sâbit Ali, Bitirme
tezi, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İzmir 1999.
GÜNDÜZ, İrfan, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, İstanbul
1984.
KARA, Mustafa, Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul 1977.
KARA, Mustafa, Tasavvuf ve Tarikatler Tarihi, İstanbul 1985.
KARA, Mustafa, “Gül Risâlesi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, V/5 [1995], Bursa 1995, s. 11-23.
KILIÇ, Atabey, “Ma’rifî Tarikatı Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla
Yazılmış Şiirleri”, İlmî Araştırmalar Dergisi sayı:12, İstanbul 2001,
s.121-134.
KILIÇ, Atabey, “Ma’rifî Tarikatı ve Kuşadası Şeyhi Ferdî Baba’nın
Aruzla Yazılmış Bazı Şiirleri”, Geçmişten Günümüze Kuşadası Sempozyumu, 23-26
Şubat 2000, Kuşadası/AYDIN.
KILIÇ, Atabey, “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektâsî Esaslı Bilinmeyen
Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi,
23-28 Ekim 2000 Ürgüp/NEVŞEHİR.
KILIÇ, Atabey, “Ege Bölgesine Âit Alevî-Bektaşî-Rifa’î Esaslı
Bilinmeyen Bir Mahallî Tarikat: Ma’rifîlik”, Bilimname, sayı: 1, Kayseri 2003,
s.197-205.
KILIÇ, Atabey, Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Yazmaları
Alfabetik Kataloğu I (Türkçe-Arapça-Farsça), Kayseri 2001.
KILIÇ, Atabey, Eski Türk Edebiyatı Üzerine Yazılar, Kayseri 2001.
KURNAZ, Cemal, “Gül”, DİA, c. 14, İstanbul 1996.
NOYAN, Bedri (Dedebaba), Bektaşîlik Alevîlik Nedir?, İstanbul
1995.
OCAK, A. Y. ve S. Farukî, “Zâviye”, İA, c. 13, s. 468-476.
Osmânzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ , c. 5, Kitabevi,
İstanbul 2006, s. 305.
TANMAN, M. Baha, “Maarifî Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul, Kültür
Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. 232-233.
TANMAN, M. Baha, “Mârifî Tekkesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi
28. Cilt, Ankara 2003, s.62-63.
"Tarikat", İA, c. 12/I, İstanbul 1979, s. 4-17.
TARKAN, Necmi, Kartal’da Kurulmuş Bir Tarikat: Ma’rifiye, İstanbul
1964.
Yahyâ Âgâh b. Sâlih el-İstanbulî, Tarikat Kıyafetlerinde Sembolizm
Mecmû’atü’z-Zarâ’if Sandûkatu’l-Ma’ârif, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2002.
YILDIRIM, Melike Derya, Danyal’ın Kitâb-ı Melhame’sinin Transkripsiyonlu
Metni, (Mezuniyet Tezi), Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İzmir 2000.
YILMAZ, Özlem - Yıldız, Ulaş,
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/08/gnd113.html
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.